“-Var, evet. Pîr ü pâk…”
“-Ne garip bir isim bu!”
“-Garip ya! Gariplik ismimde değil, sizin neslin mânâdan uzak kalışında… Mânâ yok olunca kelimeler de ruhsuzlaştı.”
Genç, düşünceli bir şekilde başını eğdi. Su, hâl lisânıyla konuşmaya devam etti.
“-Sorduğun sorunun cevâbına gelince, benim ismim Pîr ü pâk… Kötü kokuları, habis olan her şeyi temizlemektir, hünerim... O yüzden rengim berraktır. Kimsenin bakmaya tahammül edemeyeceği kiri-necâseti temizlediğim için mülkümün Sahibi bana izzet bahşetti. Hem kudretli olmayı, hem de tevazuu öğretti. Boyun eyer, her kabın şekline girerim. İtiraz etmem, götürülüp döküldüğüm yere... Demem «Niçin bu böyle?», sormam «Neden?» diye... Mâlik’imin emriyle uyarım her söze... Böylece tevâzuun ve teslîmiyetin rengine bürünürüm.
Serindir suyum, akmaktır hünerim... Mülkümün Sahibi dileyince nehir olur çağlarım. “Deryaya kavuş!” emrini verince, koşarım, dağlar duramaz karşımda, onları da aşarım. Koca bir taş çıksa karşıma, etrafından geçecek yol ararım. Yol bulamadım mı, sabırla taşı deler, sonunda deryaya kavuşurum. Mülkümün sahibime boyun bükmüş hâlde, akarım gündüz gece. Teslîmiyet olurum, sabır olurum çatlayan dudaklara âb-ı hayat olurum. O yüzden Azîz’dir ismim!..”
“-Ey güzel nağmeli, güzel sözlü Pîr ü pâk... Bana öyle kıymetli nasihatler verdin ki… Şimdiye kadar görmediğim, işitmediğim şeyleri öğrettin bana…”
“-Genç adam, her hüner sende aslında. Sen varlığın endam aynasısın, sen ki zübde-i âlemsin. Her güzellik sende gizli. Bundan böyle arz-ı endâm etmekten geçip, arz-ı hâl olacaksın.”
“-Söylediklerinden yine hiçbir şey anlamadım.”
“-Sabırlı ol. Hepsini öğreneksin. Seni hikmetli nasihatler veren bir dostuma götüreceğim.”
“-Kim o, «dostum» dediğin?”
“-Sâdık yârim, Toprak Arz-ı Hâl… Haydi öyleyse, ona gidelim…”
Genç adam, merak ve heyecan içinde Pîr ü Pâk’ı takip ediyordu. Suyun kalbinden çıkan ince nağmeler, genç adamın rûhunda çağlayanlar gibi yankılanırken, toprağın hikmetli kucağına doğru yol aldılar. Lâmekân Olan’ın mülkünde, nice kevnî âyetler vardır, ama Toprak Arz-ı Hâl bir başkadır. Dosttur o… Hem sırdır, hem sırdaştır. Sessiz inleyen ney, hikmetler çarşısı; kışı, baharı, yazı, sözsüz nasihat olan Arz-ı Hâl’dir o... İmdi durup dinleyene bakıp da görene âşikâr olsun bu hikmetler…
Pîr ü Pâk: Sâdık-ı yârânım! Sana selâm olsun! Biz geldik bak! Misafir getirdim sana... Nicedir hasbihâl etmemiştik seninle. Başımı yasladığım, içimi döküp huzur bulduğum, istinadgâhım. Arz-ı Hâl! Duy sesimi!
Ey renkler cümbüşünün meşheri, ressamların kendisinden ilham aldığı Hüsn-i Mutlak’ın en sırlı tecellîsi!
Her türlü nebâtın üzerinde neşv ü nemâ bulduğu, eczane-i hikmet, devâ-yı illet, dile gel! Gel ki, hikmetin hayat olsun!
Toprak Arz-ı Hâl dile gelir: Sus! Sus ki daha fazla haddi aşmayasın! Arz-ı Hâl’im ben... Şuhûd âleminde bir gölgeyim sadece… Sus da Mâlik’ime karşı daha fazla kabahat işleme.
Pîr ü Pâk: Kızma canım! Senin ayna hükmünde olduğunu bilir de söylerim bunları... Muhabbetinde demlenip huzur bulmaya geldik. Ey Kenz-i Mahfî! Hikmetlerin, sırların sahibi! Anlat ki, bu körpecik, sözlerinle hayat bulsun.
Arz-ı Hâl: Mahsus mu yapıyorsun bunu! Artık tek bir kelâm dahî etme!
Ey mülkümün Sahibi! Bu sözlerden bîzârım! Ey görünen ve görünmeyen âlemlerin, hikmetlerin, sırların yegâne Mâlik’i! Bütün güzellikler Sen’in hüsnündendir. Ben yerle bir olmuş bîçâreyim. Varlığımı arzın kalbine serip bütün mahlûkâta âmâde kılan Sen’sin! Hüner de Sen’in, hikmet de!..
Pîr ü Pâk: Hah işte! Tam da bunun için konuşmuştum bunları... Hislerin coşsun da dile gel diye.
Arz-ı Hâl: Dertliyim zaten bugün! Bana dokunma ne olur, Pîr ü Pâk!
Pîr ü Pâk: Hayrola Arz-ı Hâl! Seni üzen ne ki, böyle hüzne gark olmuş bir hâldesin.
Arz-ı Hâl: Ne olsun! Şu başı dönmüş dünyada işlenen şer ü mel’anetten bîzârım! Gece-gündüz üzerimde işlenen her türlü zulme şâhidim. Tahammüle sığmaz bir hâldir bu!.. Kemâl sahibi Mâlik’imin yüceler yücesi sabrının dilencisiyim. Çiğneneyim, dövüleyim, her türlü cürûfu ben çekeyim, râzıyım. Ama mazlûmun gözyaşı yere düşmesin, kanı yerde sürünmesin. Kanı yerde süründü mü, Mâlik’imin emri vukû bulur, sabır taşım çatlar, arz sallanır, gözler şaşkın ve perişan bir hâldeyken zâlimler yerle bir olur!..
Pîr ü Pâk: Âd ve Semûd’un zenginlikle mağrur gezen zâlim halkı gibi…
Arz-ı Hâl: Ve daha niceleri…
Genç Adam: Âd ve Semud halkı kim? Nerde, ne zaman yaşamış? Tarih kitapları okudum, ama bu isimlere hiç rastlamadım?
Pîr ü Pâk: Hay gönlüne hakikat yıldızı doğasıca sâfî akıl. Aklının göğüne nûrlar yağsın emi! Zamanların ve mekânların, tarihin derinlerindeki sırların, mülkün yegâne Sahibi’nin kitabında yazıyor bunlar…
Arz-ı Hâl: Bir sırlar kitabı da sen yazabilirsin aslında Pîr ü Pâk. Bu konuşmalarınla beni ya akıl sarrafı ya da mecnun yapacaksın!
Arz-ı Hâl: (Gencin toyluğuna tebessüm ederek:) Haklıymışsın Pîr ü Pâk. Evvel anlayamamıştım, körpecik ruh der iken...
Pîr ü Pâk: Dağların yükünü kaldıran Arz-ı Hâl’im! Gördün mü bak! Bu delikanlı tebessüm ettirdi seni… Günah yükü hiçbir şeye benzemez, bilirim. Ama belki bu körpecik, sözlerinden şifâ bulur da, hüznünü giderecek bir tesellî olur. Arz-ı endâm edenler arasından geçip, arz-ı hâle yol bulanlardan olur. Belki bir zulme kalkan, bir mazluma rahmet olur.
Arz-ı Hâl: Sen Pîr ü Pâk’sın. Sözün de aynı akışın gibi, tatlı tatlı okşar rûhumu... Dostluğun devâ olur yarama.
Genç Adam: Beni o kadar da sâfî akıl sanma, Pîr ü Pâk… Durup dinleyene hakikat âşikâr olur, demiştin ya! Ben de hakikat yolcusu olmak istiyorum. Canım Arz-ı Hâl! Hikmet sofrandan ikramlar ver bana… Hislerimi, dimağımı açtım. Durup dinlemeye hazırım.
Toprak Arz-ı Hâl, gencin bu isteği üzerine öyle manzaralar getirir ki gözlerinin önüne... Topraktan çıkan çeşit çeşit lezzetler, türlü nebat, sebze ve meyveler sergisine döner her yer… Bu renk, koku ve lezzet cümbüşünün arasında genç mest ü hayran olur.
Genç Adam: Dallardan sarkan meyveler, topraktan fışkırırcasına çıkan bu sebze, nebât! Hepsini böyle bir arada görünce içim coştu. Hayran kaldım, senin kudretine! Ey kara toprak! Senin karalığın göz yanılmasından başka bir şey değilmiş. Meğer ne usta eller çalışırmış derûnunda. Nasıl bir hayat iksiri var ki sende, her birinden ayrı bir şifâ, ayrı bir lezzet, ayrı bir koku çıkar. Nasıl bir mârifet ki sendeki, en seçkin lezzet ustalarına taş çıkartır hünerin…
Arz-ı Hâl: Sus, ey gâfil sus! Sen, hiçbir şeye mâlik değilken hüner satanı gördün mü hiç? Kalbini aç da bende gizli olan asıl hüner sahibini gör!
Genç Adam: Kimdir o hüner sahibi!
Arz-ı Hâl: Toprak mülkünün sahibi! Tanımıyor musun?
Genç Adam: Hayır! Ama anlatırsan, tanıdığım biriyse eğer, belki hatırlarım. (Devam edecek)
Ayşegül BALTA
aisegul_zobi@hotmail.com
YORUMLAR