Bu Dergâha En Güzeli̇ Yakışır, Unutma!

Huriye Özlem’in ardından...

Karanlıktı. Gözlerini yıldızlara çevirip, onların semâyı ziynetlendiren şuaları ile avutmaya çalışıyordu çocuk kendini... Birden şeyhin sesi ile bütün korkusu dağıldı.

“-İç âlemine dön!..” diyordu müşfik bir sesle ve devam etti sözlerine: “Yıldızların şualarından daha güçlü bir îman tutuştu ise gönlünde, kederlenme! Önce gönlünü ferahlatır bu yangının “âh”ı, sonra âhirete giden yolda son durak olan Berzâh’ı... Sen son nefesini en güzel nefese dönüştürecek yangınla besle özünü… Bütün kederleri ve endişeleri sona erdirecek saadet yurduna çevir yüzünü...”

O gün her zaman ki günlerden farksız başladı. Rutin bir koşuşturma, günlük plânlar, ölümsüzlük sırrını bulmuşçasına! Yüzyıllar sonrasının hayallerini kurduğumuz sıradan bir gündü yine… Öğretmenler odasında, hoca hanımlarla hasbihâl ederken, anaokulumuzda Kur’ân eğitimi veren arkadaşlar girdi bir ara içeri… Hepsinde özel bir hazırlık, sîmâlarında içten bir tebessüm ile... Kolay mı? Az mı? Şimdi kaç fidan Kur’ân okumaya başlamıştı onların vesîlesi ile… O günün heyecanlılarından biri de anaokulumuzun yardımcı öğretmenlerinden Huriye Özlem’di. O da en güzel kıyafetini giyinmişti. Hatta çok sevdiği diğer elbisesini de vazife arkadaşı giyinmişti. Günün sonunda arkadaşı Özlem’e:

“-Elbiseni kuru temizlemeye verdikten sonra sana veririm!” deyince, Özlem:

“-Boş ver, verme! Bir daha kim bilir ne zaman giyerim?!” diye cevap verdi.

Âhh.. Kim bilir, belki de o günün nihayetinde, cennet libâsları giyecek olmanın muştusu ile söylemişti bu sözü…

Ayrı bir heyecan vardı o gün üstünde. “Bugün içim içime sığmıyor!” diyordu. Hatta akşam yemeğinde tek lokma dahî yiyememiş, sadece bir bardak su ile kifayet etmişti. Özlem’in dünyadan son nasibi, o bir bardak su idi. Akşam, “Perşembe programı” olacaktı, ama öncesinde bütün öğrencilere, Özlem’in hazırladığı materyal çalışmaları tanıtılacaktı. Çok çalışkan ve yetenekli idi. Hatta en büyük hayali, yaptığı çalışmaları resimli bir şekilde hikâye kitabına dönüştürmekti. Bir büyük hayali daha vardı ve hep şöyle derdi:

“-Bu müessesede hizmet etmek, en büyük hayalimdi. Lâkin bir yıl daha öğrenci olmayı, sadece Osman Topbaş Efendimizin dersine kalkmak, onun nazarını alarak ders anlatmak için çok isterdim!” derdi.

O akşam özenerek hazırladığı çalışmaları, heyecanla çıkardı mescide… Heyecanla oturdu yerine ve tebessümle baktı dostlarına… Son kez!

Özlem sahneye çağırılınca büyük bir alkış koptu mescide... Onun başarısı ile mutlu olacak ne çok dost biriktirmişti. Herkesin gözü ona çevrildi, o ise oturduğu yerde bir anda yere yığıldı. Tıpkı anneciğinin yıllar önce bir anda yere yığılıp son nefesini verdiği gibi… Bütün mescid, âdeta buz kesti. Mescidde bulunan herkes tek yürek oldu, gözyaşları ile Mevla’dan şifâ talebinde bulundu, himmetler diledi ve son müdâheleler yapıldı. Lâkin takdir edilmiş vakit, o son nefesle tamam oldu.

İnanamadık, anlayamadık.. Özlem gitmiş miydi? Bir helâllik isteyemeden, bir kez daha musâhafalaşıp sarılamadan, o öksüz gözlerine son kez bakıp, Allâh’ın kelâmını hıfzetmiş gönlünden bir duâ alamadan… Ey ölüm! Eğer gücün varsa, haydi öldür firâkı!

Ölümü sevdirdi bize Özlem!. En çok gelmesi için duâ ettiğimiz hâliyle geldi ölüm sana. Hizmet yurdunda ve yine bir hizmet anında...

Ne mutlu, varlığını, bu bîhudud ummâna salanlara...

Ölüm bizi ebediyet ikliminde bir buluşmaya dek ayırmıştı. Peki, şimdi anaokulumuzdaki o küçük yüreklerin Hızır Dedesi kim olacaktı?

Anaokulunda her Salı Hızır Dede rolüne girer, çocuklara oyunlarla, hikâyelerle Allâh’ın isimlerini öğretirdi. Çocukların en sevdikleri gündü Salı… Çünkü Salı demek, Hızır Dede demekti onlar için... Bazı esmâlar için kendi hikâyesini yazar ve resmederdi. O kadar keyifle ve yüzünde her daim tebessümle yapardı ki işini, çocuklar ona:

“-Öğretmenim, senin bir işin de gülmek, çünkü sen hep gülüyorsun!” derlerdi. Deymediği, dokunmadığı hiçbir gönül kalmamıştı...

O gün Salı olmadığı halde çok istedikleri için son kez çocuklara Hızır Dede kılığında, Allâh’ın “el-Kuddüs” ismini anlatmıştın.

“-Allah temizdir ve temizlenenleri sever, toprakta temiz ve temizleyicidir!” derken, herhalde ölümün kokusunu aldığından ve O’na tertemiz çıkma hazırlığından olacak ki, bir gün önce bütün eşyalarını yıkadın; yatağını, dolabını mis gibi temizledin. Eşyalarını bir gelinin çeyizleri gibi hurçlarda düzenledin. Bize hiçbir iş bırakmadın, sen zaten bütün hazırlığını yapmıştın!

Kur’ân’a âşık bir hâfızdın. Cenâb-ı Hak da sen daha kabrine girmeden sayısız hatm-i şerîf ile ziynetlendirdi mekânını... Allah râzı olsun, vatanımızın dört bir yanındaki kurslarımızda hatimler okundu, duâlar edildi. Kurbanlar kesildi, sadakalar verildi adına…

Sen Rahman’ın yolunda zamanından, zevklerinden fedakarlıkla ihsanda bulundun, Rahman ise çok daha büyüğü ile mukabelede bulundu sana... Öyle buyurmuyor muydu merhametlilerin en merhametlisi, Rahman Sûresi’nde…

“İhsanın (iyiliğin) karşılığı, ancak ihsan değil midir?” (er-Rahman, 60)

Çok küçük yaşta annesiz kalmış, hayatını Allâh’ın kelamını hıfzederek taçlandırmış, Gülistan Kursumuzda önce talebe, sonra anaokulumuzda öğretmen ve Afgan talebelerimizin de mütalaa hocası olarak hizmette bulunmuştun.

Özü güzel, sözü güzel, yüzü her daim mütebessim, kimseyi kırmamış, yaralamamış, öksüzlüğünün mahzunluğu ve müşfikliği ile bize huzur veren, gönüllerimizde ve civraımızda hiç dolmayacak bir yere sahip olan Huriye Özlem Işıl kardeşimiz, 23 Mart 2017 tarihinde geride kalan kardeşlerinin ve anaokulundaki evlatlarının gönlünü mahzun bırakarak, Yüce Hakk’a yürüdü.

Bize ise dolabına yapıştırdığı, âdeta Sa’d bin Rebî -radıyallâhu anh-’ın Uhud’da, bütün ümmete olan vasiyeti misali, çok özel bir not bırakarak...

 “Bu dergâha en güzeli yakışır! Unutma!..”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle