Merhûm Üstad Mûsâ Topbaş Efendi’nin örnek hayatından ve güzel ahlâkından bahsetmeye başladığımız bu serî yazıda, bu ay “kulluk hassasiyeti” hakkındaki söz ve hatıralardan bir kısmını nakledelim:
Mûsa Efendi Hazretleri’nin hayatındaki anahtar kelimelerden biri de hiç şüphesiz ki, “tâzim” idi. Ulaştığı mârifet-i ilâhiyyenin neticesi olarak Cenâb-ı Hakk’a karşı son derece tâzim ve huşû içinde idi.
“-İbadet, insanı cennete götürür. Tâzimle yapılan ibâdet ise, insanı Allâh’a götürür.” Buyurur, ibadetin feyz ve bereketini çoğu zaman tâzime bağlardı.
Kul olmanın büyük hazzını ve zevkini yaşar ve bunu, sonsuz bir şükür duygusu içerisinde şöyle ifade ederdi:
“-Cenâb-ı Hak bizi, elhamdülillâh, kendine kul yapmış, Habîb-i Edîbi’ne ümmet yapmış, bizi bu güzel ve âlî yola sevk etmiş. Bundan büyük bir saâdet mevzuubahis olamaz. Tekrar elhamdülillâh…”
İbadetleri sadece Allah için ve şevkle edâ etmek gerektiğini şöyle ifade buyururdu:
“Bir insan, kul olarak kendini her hususta Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine itaate verirse, çok yüksek mertebelere nâil olur. Ancak bizler mertebe âşığı da olmayacağız. Cenâb-ı Hak, bize neyi emretti ise, seve seve yapacağız. Cenâb-ı Hak, neyi yasak etti ise, seve seve ondan da kaçınacağız. Cenâb-ı Hakk’a kulluğa devam edeceğiz. Devam ettikçe Rabbimiz nice güzel hâlleri bizlere ihsân eder. Böylece Rabbimizin izniyle kendimizi kurtarmış oluruz.”
Mûsâ Efendi -rahmetullâhi aleyh- namaz için güzelce cübbesini giyer, bembeyaz takkesini takar, en güzel kokularından sürer, yakınında bulunanlara da ikrâm eder, daha sonra da huşû içinde ezânı beklerdi. Seccâdenin olabildiğince düzgün serilmesine dikkat ederdi. Gözü ve gönlü meşgul edecek dağınıklığa izin vermezdi.
Onun ezana tâzimi de bir başkaydı. Sünnet’te tavsiye edildiği üzere, ezana icâbet eder, onu huzurla dinler ve sonunda huşû içinde ezan duâsını yapardı.
Namaz, tâdil-i erkâna riâyetle edâ edildikten sonra, âdeta sıcak bir günde soğuk bir su içmişcesine, mübârek dudaklarından ruhları okşayan bir letâfette, “elhamdülillah” sözü duyulurdu.
Namaza gösterdiği bu tâzim ve hassasiyetleri, diğer ibadetlerinde de aynen müşâhede edilirdi. Ramazan-ı şerîfte, bilhassa Haremeyn’de açtığı iftar sofralarına gösterdiği îtina ve ehemmiyet, haccı îfâ ederken daldığı derin tefekkür hâli, Server-i Âlem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i ziyaret ederken büründüğü edeb ve hürmet, Allâh’ın Kelâmı’yla olan ülfet ve dostluğu, sadaka ve zekât verirken hissettiği sonsuz minnet, nezâket ve emânet duyguları, hep onun Cenâb-ı Hakk’a olan tâziminden ileri geliyordu. (Bkz: Osman Nûri Topbaş, Altın Silsile, sh: 564-565)
Muhterem Üstâd, sevenlerini şöyle ikaz ederdi:
“Şunu iyice bilmelidir ki, kulluğun nihayeti olmadığı gibi, seyr u sülûkün de sonu yoktur. «Benim işim tamam oldu.» diyenler yarı yolda kalmışlar, kendi noksanları görenler ise yol almışlardır. Sâlik, «Efendim, ben muhabbete geldim. Mânevî tahsîlim tamamlandı.» diyerek kendini kâfî görürse hatâ etmiş olur.” (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, I, 43; V, 79)
Rabbimiz, bizlere de emir ve yasaklarına böyle derin bir tâzim, huşû, ihlâs ve hürmetle itaat etmeyi nasip etsin. Bu taat ve ibadetlerin bereket, feyz ve rahmetini üzerimize sağanak sağanak yağdırsın. Âmin.
YORUMLAR