Yazımızın ilk üç bölümünde, “Boşanmayı önlemek için en uygun zamanın evlilik öncesi olduğu”na değinmeye çalıştık. Sıra boşanma sebeplerini maddelemeye gelmişken, öncelikle bazı hususları hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bu sebeplerin her biri, tek başına boşanmaya götürmeyebilir. Sebepler, genelde üst üste geldiğinde ya da tek bir sebebin sonuçları önemsenmeden hayatiyeti sürdürüldüğü durumlarda, “bardağı taşıran son damla” diye tâbir edilen herhangi bir olay ile geri dönüşü bazen imkânsız süreçlere girilebilir. Bu yüzden o “incir çekirdeğini doldurmayan sebep”lerin arka planları iyi tahlil edilmelidir.
“Boşanma sebepleri” diye adlandırdığımız her bir maddeyle, aynı zamanda yuvalarda huzuru azaltacak, yuvanın sağlıklı ve mutlu bir şekilde yürümesini engelleyecek, âile müessesesinin çatırdamasına vesile olacak durumları tasvir etmeye çalışacağız. Bir yapıda çatlaklar olduğu zaman, o yapının muhtemel depremlerde yıkılmaması için güçlendirilmesi gerekir. Bunun için bazen binanın yeniden yapılması bile radikal tedbirler dâhilindedir. Nikâh, yuvanın temelidir; bu temel yerinde oldukça, yuvanın güçlendirilmesinden kolay kolay ümit kesilmemelidir. (Kaldı ki, nikâh tazelemek de mümkündür.) Hayata yeniden başlamaya; geçmişteki kırgınlık, acemîlik ve hataların üzerine bir şal örterek beyaz bir sayfa açmaya; âile huzuru ve mutluluğu için yapabileceğinin en iyisini yapmaya her zaman yılmadan çaba gösterilmelidir.
Teklif ettiğimiz çözüm yolları, insanların bakış açıları ve tecrübeleri sayısınca çoğaltılıp zenginleştirilebilir. Bu tavsiyeler üzerinde mütâlâada bulunulurken, hayatın imtihan boyutu aslâ hatırdan çıkarılmamalıdır. Boşanma, elbette Cenâb-ı Hakk’ın sevmediği bir helâldir; ama “helâl”dir. Yani taraflardan biri veya her ikisi elden gelen bütün çarelere başvurduğu hâlde bazen ayrılık kaçınılmaz olur.
Evlilik, cehennem hayatına dönmüşse, fizîkî ya da psikolojik yıpranma had safhaya ulaşmışsa, yine de “kan kusup kızılcık şerbeti içtim deme”ye devam etmek; kişinin madden ve mânen zararına olabilir. Sabredemediği hâlde “Elâlem ne der?!” vs. gibi sebeplerle aynı evde iki yabancı gibi yaşama, mutluymuş gibi görüntü verip sürekli ızdırap çekme, ibadet neşesini, hayat enerjisini yitirme, kendinden tâkatinin fevkinde dayanıklılık bekleme noktalarına gelinmemelidir. Bu yüzden “Ulu’l-Azm” peygamber, Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, oğlu Hazret-i İsmail -aleyhisselâm-’a gelininin hâl ve tavrını, sağlıklı âile yapısına aykırı gördüğünde; “eşiğini değiştirmesi”ni, yani boşanmasını tavsiye etmiştir.
Asr-ı Saadet’te ise, Peygamber hanımı olmanın zirve fedakârlıklarına katlanmak ya da güzellikle salıverilmek arasında seçim yapmaları istenmiştir, mübârek annelerimizden… (Bkz: el-Ahzab, 28)
Hâsılı, yuvaların huzur ve mutlulukla devamıdır temennî edilen… Yoksa sevgi ve saygının yitirildiği, hayat arkadaşlığı ve âile olma hususiyetlerinin kaybedildiği ortamların çözümsüzce sürdürülmesi değil…
Bu kısa hatırlatmaların ardından, boşanma sebepleri ve çözüm önerilerini sıralamaya başlayalım, inşâallah…
1-Geçimsizlik
Boşanma sebeplerinin başında, sayısı yıldan yıla artan ve 1994 yılı itibariyle sayısı 26119 olan “şiddetli geçimsizlik” yer almaktadır. (Bkz. TC. Başbakanlık Âile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Boşanma Nedenleri Araştırması)
Bu madde, pek çok sebebin, belki de azar azar birleşmesinden meydana gelen bir sonuçtur aslında... Ama özet olarak dile getirilen bu sonuç, elbette ki birinci madde olarak ele alınmalıdır. Çünkü âilede huzurun temel şartı, “iyi geçinme” esasına dayanmaktadır. Bu noktada hemen aklımıza gelen, Rabbimizin sayfalar dolusu hacimde tefsir edilmeye çalışılan iki kelimelik buyruğudur öncelikle…
“Ve Âşirûhünne bi’l-ma’rûf/Hanımlarınızla iyi geçinin.” (en-Nisâ,19)
Ve aynı konuda bir başka âyet-i kerîme:
“Eğer iyi geçinir ve Allah’tan korkarsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (en-Nisa,128)
Belki de çerçeveletilip duvara asılsa yeri olan, hep zihinlerde ve göz önünde bulundurulması gereken bu buyruk, âilede güzel geçim uğruna yapılacak her meşrû çabanın, Allah rızâsını kazanma yolunda mühim bir adım olduğuna işaret etmektedir. Evin reisinin temel prensibi “iyi geçim” olunca, meşrû isteklerinde ona itaatle yükümlü hanım da, normal şartlar altında bu iyi geçimi, güzel mukabelede bulunarak pekiştirmekten zevk duyacaktır.
Normal şartlardan kastım, fıtratın yanlış örnek, eğitim ve çevre etkileşimleri ve benzerleri ile bozulmadığı, nefsin ve şeytanın aldatmalarına uyulmadığı; hâsılı İslam hanımefendisinden beklenen tabiî durumlardır. Zaten âyette erkeklere hitap edilmiş olsa da, hanımlardan da aynı tutumun beklendiği (başka pek çok âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere) âşikârdır. Bunlardan biri de Nisâ Sûresi’nin 34. âyet-i kerimesidir:
“Allah Teâlâ’nın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması ve bunların ötekilerine mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar, itaatkârdır. Allâh’ın kendilerini korumasına karşılık, onlar da kocalarının haklarına saygı gösterirler ve namuslarını korurlar.”
“Üç kişilik bir grupta bile birinin liderlik etmesi” prensibini gözeten dinimiz, âile kurumunun düzeni ve huzuru için de, karşılıklı sevgi ve saygı esasına dayanarak, erkeği, âilenin düzenini sağlamakla yükümlü tutmuştur. Buna karşılık kadına da erkekten farklı duygular, mânevî özellik ve incelikler vermiştir. (Tafsîlât için bkz. :Riyâzu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, c: 2, sh: 339)
Erkeğin, âile reisliğini icrâ ederken, “en hayırlı aile reisi” Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in izinde yürümesi, onu yanlış tutumlardan muhafaza edecektir. Bu konuda temel prensipleri özetleyen bir hadîs-i şerifte:
“Mü’minlerin îman bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Hayırlınız, hanımlarına karşı hayırlı olanlardır.” buyurularak mühim bir rota çizilmiştir. (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 229; Tirmizî, Radâ, 11; Ebû Dâvud, Sünnet, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 50)
İslâm’ı yaşamayı; namaz, oruç, zekât ve benzerlerini şeklî olarak yerine getirmekten ibaret sanıp, bu ibadetlerle kazanılması hedeflenen ahlâk güzelliğini arka plâna atanlar, dîni gerçek mânada kavrayamamışlardır. Bu yüzden de âile reisliğini kötüye kullanmakta beis görmeyenler ya da kocasına itaati zillet olarak düşünenler, gerçek ve hayırlı mü’minin niteliklerinin farkında olmayanlardır.
“Mü’min, başkalarıyla iyi geçinir, kendisiyle iyi geçinilir. İyi geçinmeyen ve kendisiyle iyi geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” (Taberâni) meâlindeki hadîs-i şerîfiyle mü’min olmanın bir şartının da “iyi geçim” olduğunu belirten Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, meselenin yürek hoplatan son noktasını koymuştur. Kendisinde hayır olmadıktan sonra, kişinin sahip olduğu vasıf ve nimetlerin ne kıymeti olabilir ki?
“Ve ahsinû: İhsan sahibi olun, yaptıklarınızı en iyi şekilde yapın!” (el-Bakara, 195) âyetiyle Rabbimizin her şeyin en iyisinin yapılmasını istediğini buyurması, müslüman âiledeki geçimin, merkezinde İslâm olmayan âilelere en iyi örnek olması gerektiğinin de göstergesidir. Zerre miktarı hayır ve şerrin karşılığının görüleceğine îman edenlere, hiçbir iyiliği küçümsememek yakışır elbette… (Devam Edecek)
YORUMLAR