“Evlilik öncesi devre”yi, gençler çoğunlukla âileleri ile birlikte geçirmektedirler. Kimi zaman uzun süreli yatılı eğitimlerden de geçen gençlerin yetiştirilmesi, öncelikle âilelerinin, ardından da eğitimcilerin sorumluluğundadır. Bu yüzden genç kız ve erkeklerin İslâm’a, millî kültür ve an’anelerimize aykırı medya taarruzlarıyla onurlu bir şekilde mücadele edebilecek donanımda yetiştirilmesi elzemdir. Hâl böyleyken bazen ebeveynler, evlâtları için yanlış örnek teşkil etmekte; bazen de eğitimciler, gencin arkadaş çevresi ya da tesiri altında olduğu medya, verilen emekleri alt üst edebilmektedir, maalesef…
Ebeveyn ve eğitimcilerin hâl dili, elbette çok önemli ve tesirli bir faktördür. Yapmadığımız, yapamadığımız şeyleri söylememizin çocuk ve gençler üzerinde bir tesiri olmayacağı âşikârdır. Hiçbir yuva dört dörtlük ve problemsiz olamayacağına göre, mühim olan o problemlere karşı sergilenen yaklaşım tarzıdır. Yuva kuracak gençlerin yetiştiği âileler, onlar açısından ilk ve en detaylı gözlem yerleridir. Bu yüzden gençlerin evliliğe soğuk bakmasına ya da yanlış bilgilenmesine yol açacak hâl ve tavırların segilenmemesine îtina gösterilmelidir. Anne-baba, tartışmalarını ulu orta yapmamalı, çocuk ve gençlerin rûhunda açılacak yaralara sebebiyet vermemelidir. Edep ve nezâket prensiplerini gözeterek, evlâtlarının kendilerini âdeta bir çift kamerayla takip etmekte olduğunu her zaman hesaba katmalıdırlar.
Genç erkek ve kızların çocukluktan itibaren yetiştiriliş tarzları, kuracakları yuva için en mühim yapı taşlarıdır. Câhiliye devri kalıntılarının hâlâ yer yer yaşatıldığı günümüzde, erkek çocuklara ev işlerinin aslâ yaptırılmaması, âdeta kul-köle olunması, kız çocuklarından bir şekilde üstün tutulması, ona yapılacak büyük kötülüktür, vebâldir. Devlet başkanlığı, komutanlık ve tebliğ vs. gibi olağanüstü mesâisine ve hanımlarının şefkat ve hürmetle üzerine titremelerine rağmen, ev işlerine yardım eden, evini süpüren, sökük diken Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in “üsve-i hasene” hâline karşılık, bu tutum nasıl uygun bir modelmiş gibi görülebilir?
Hayatın her türlü cilvesine hazırlıklı olarak, hanımının muhtemel rahatsızlıklarında evi çekip çevirebilecek, yardım etmeyi becerebilecek şekilde yetiştirilmeli, erkek çocuklar da… Eşinin kendisine Allâh’ın emâneti olduğu, yükünün Allah rızâsı gözetilerek hafifletilmesinin de bir ibadet sayılacağı kavratılmalıdır.
“Kim dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı bir mü’minden giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderir. Kim zorda kalana kolaylık sağlarsa, Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık sağlar. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da dünya ve âhirette onun ayıbını örter. Kul, kardeşinin yardımında oldukça Allah da kulunun yardımındadır.” (Müslim, Zikr, 38; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17) hadîs-i şerîfi ile belirtilen faziletli davranışların, destek ve müsâmahanın, öncelikle eşe karşı gösterilmesi gerektiği evlatlarımıza hatırlatılmalıdır.
“Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir” (Deylemî, Müsned 2, 324) beyânına göre, evin efendisinin tevâzû ile hizmeti de onu taçlandıracaktır. Bu noktada merhum Mehmed Âkif Ersoy’un şu mısralarını birlikte yâd edelim:
“Sen duâ et ki, “şeriat” demiyor evde karın!
Yoksa, boynunda bugün zorca gezerdin yuların!
Karı iş görmeyecek, varsa …… bakmayacak
Çamaşır, tahta, yemek nerde, ateş yakmayacak
Bunların hepsini yapmak sana ait “şer’an”
Çocuk emzirmeye hatta, olacak bir süt anan
“Boşarım, evlenirim!” bahsini artık kapa da,
Hak ne verdiyse yiyip hoş geçinin bir arada…” (Mehmed Âkif Ersoy, “Safahat”, Köse İmam. Geniş bilgi için bkz: Doç. Dr. Harun Öğmüş, “M. Âkif’in Şiirinde Âile”, Yüzakı Dergisi, sayı 106, 2013 Aralık)
* * *
Çalışan bir hanım arkadaşımdan, eşinin hazır olan yemeği bile ısıtmadığını ve yemediğini duymuştum. Hanımların eşleri için yapacakları her tür hizmet, Allah rızâsı için ve aradaki muhabbeti pekiştirmek, mutluluğu tesis etmek uğruna yapılmalıdır elbette… Ama beylerin de jest olarak zaman zaman işlerin ucundan tutması, hele de eşinin -ev ekonomisine katkısı, topluma hizmeti vs. için- çalışmasını istiyorsa, bunun ortaya çıkaracağı ihtiyaçları, hayatın müşterekliği çerçevesinde gidermesi yerinde olacaktır.
Hanım çalışıyorsa; ya iş temposu evin rutin işlerine zarar vermeyecek hafiflikte olmalıdır -ki ideal olan da budur- ya da böyle değilse, evdeki işlerin paylaşımı da insaflı olmalı, ondan insanüstü güçler beklenmemelidir. Pek çok karikatür ve eleştiriye konu olan mâlum görüntüler, diğergâm müslümanların yuvalarında sergilenmemelidir. Bey ve hanım aynı saatlerde işten gelip de, birinin eline gazete alması veya tv başına geçmesine karşılık, diğerinin tek başına evin işlerine girişmesi, yıpratıcı ve tahammül sınırlarını zorlayıcı bir durumdur. İşte bütün bu tablolar hakkında, gençler önceden eğitilmeli, nasıl bir âile hayatı kurmak istediklerini düşünmelerine ortam hazırlanmalıdır. İfrat ve tefritten kaçınarak her iki tarafın îtidal ve insâfı esas alması, yapılan her tür desteğin başa kakmadan, severek ve Allah rızâsını umarak yapılması, yuvalarda huzuru artıracaktır.
İfrat demişken, bazı genç kız annelerinin evlatlarına şu türden nasihatlerde (!) bulundukları da hazin bir vâkıadır:
“-Bak kızım, kendini sakın ezdirme; öyle suyunu götürmekmiş, ceketini terliğini tutmakmış; sakın alıştırma!.. Sen onun kölesi, hizmetçisi değilsin, unutma!…”
İşte bu ve benzeri tarz tembihler, öz kültürümüze, İslâm’a aykırı, yuvaların nezâket ve huzuruna zarar verici türden telkinlerdir. Antik Roma geleneklerine dayanan, “nikâhta ayakkabı üstüne basma” da şaka yollu bile olsa bir tahakküm arzusu içermektedir. İslâm âilesi ise “tahakküm” değil, elden geleni yaparak “iyi geçinme” esâsına dayanır.
Muhabbetin emek istediğini, yazılarımızın başında belirtmiştik. Bunun için hiçbir hizmet, jest ve nezaket küçümsenmemeli, Allah rızâsı gözetilerek icrâ edilmelidir. Genç kızlarımızın ev düzeni hakkındaki eğitimleri de bu noktada büyük önem taşımaktadır. Hanımefendi adayları, inceden inceye temizlik, düzen, ev idâresi vb. hususlarda tedricî bir eğitim sürecinden geçirilmelidir. Rehberlik ederek, beraber yaparak ve zamanla kendi başına yapmasını sağlayarak el alışkanlığı kazandırılmalıdır. İmtihandan imtihana koşan, yoğun tahsil hayatı içindeki kızlarına iş yaptırmaya kıyamayan anneler, bu hâllerini merhamet gereği sanmaktadırlar. Gerçek merhametse, kızlarını kuracakları yuvadaki tempoya alıştırmak, el becerilerinin gelişmesine yardımcı olmaktır. Sadece bulaşık, temizlik gibi ev işlerinin bazılarını yaptırıp, meselâ yemek yapma tecrübesi kazandırmamak da bir eksikliktir. Bu süreçte her tür acemiliğin normal olduğu vurgulanarak yüreklendirmek, teşvik etmek, her tür yemek ve ikrâmı pratik bir şekilde yapmasını hedeflemek de annelik vazifelerinden biridir.
Çeşitli sebeplerle çalışma hayatının ve Allah rızâsı için her tür hizmet ve faaliyetin, ev düzeni yolundaysa huzurla îfâ edileceğini, âile huzurunun her şeyin başında gelmesi gerektiğini anlatmak da bu eğitimin mühim bir parçasıdır. “Ev düzeni”, “ev işleri” demişken, incik cincik mobilya, biblo ve benzerlerine hizmet etmeyi, temizlik ve düzeni, takıntı hâline getirip abartmayı, ifrat düzeyinde yemek çeşitleriyle zaman israf etmeyi kasdetmiyorum elbette… Yeri gelmişken Yahya bin Muaz Hazretleri’nin kulaklara küpe olacak cinsten olan şu sözlerini hatırlayalım:
“Ey insanlar! Görüyorum ki evleriniz Rum Kayseri’nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisrâ’nın tutumuna, servet peşinde koşmanız Kârun’un anlayışına, saltanatınız Firavun saltanatına, nefisleriniz Ebû Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe’nin gururuna, yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana; Muhammedîler nerede?!” (Bkz. Ahmet Başer, Altınoluk Dergisi, s: 319, Eylül, 2012)
Evlilik öncesi devrede son olarak ele almak istediğim, ebeveynlerin bir başka hatalı tutumu da; kızının evlilik öncesi karşı cinsle buluşup görüşmesini aslâ kabul etmezken -ki zaten böyle de olmalıdır-; oğlan için:
“-O erkektir, olabilir.” mantığıyla hareket etmeleridir.
Halbuki oğlanın buluştuğu kız da bir âilenin gözbebeği değil midir? Ya da esas bakılması gereken açıdan bakacak olursak, bu tip haram ve helâller, erkek ve kadına göre değişmekte midir? İffet, hem genç kızın ve hem de erkeğin en müstesnâ hazinesidir.
Yazımızın başında değindiğimiz âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde, kadın-erkek farkı gözetilmemiştir. Hâl böyleyken yine câhiliye tarzı bir kafa yapısıyla, erkek çocuklarını göz göre göre ateşe atmak, merhametle bağdaşabilir mi?! Bütün tembihlere rağmen arkadaş veya nefsine boyun eğen evlâtlara karşı da, yaptığının İslâm’a aykırı ve kabul edilemez olduğu vurgulanarak nasihat ve duâya devam edilmelidir. Karşı cinse ilgi duymanın fıtrat gereği olduğu; fakat bunun helâl sınırları çerçevesinde olması gerektiği güzellikle anlatılmalıdır.
Ebeveyn ve eğitimcilerin bu hususta bir başka vazifesi de gençleri zamanı gelince doğru kaynaklarla buluşturmaktır. Karşı cinsin psikolojik yapısı (fıtrî özellikleri), evlilikte haram ve helâller (ilmihâl bilgileri), ibret alınması gereken hâdiselerden örnekler, günümüzde bazı kaliteli “âile okulu” eğitimleri çerçevesinde ele alınan hususlar, gençlerin yoluna ışık tutacaktır. İlim, kadın-erkek bütün mü’minlere farz olduğuna göre “hâl ilmi” demek olan ilmihâl de hayattaki konumumuzun gerektirdiği ölçüde mutlaka bilinmelidir. Aksi takdirde ilme ulaşmanın bu kadar kolay olduğu çağımızda, câhillik bir mazeret sayılmayacak, ondan doğacak sıkıntılara da dâvetiye çıkarılmış olacaktır.
Eğitim, kitaplar dolusu hacimde bir meseledir. Biz de boşanma sebepleri ve çözüm yollarını anlatırken, her şeyin temeli demek olan eğitime değinmeden geçemedik. (Devam edecek)
YORUMLAR