Kâinâtın Efendisi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in omuzlarında taşıdığı maddî-mânevî yükü hayal etmemizin bile, kapasitemizi aşan bir durum olduğu muhakkak… Hâl böyle iken; hayatında sergilediği zaman yönetimi, her hâlinde olduğu gibi zirve bir nümûne. Komutan, devlet lideri ve peygamber olmasına rağmen; günlük hayatını âilesi, çevresi ve Rabbiyle baş başa olduğu zamanlar şeklinde üçe ayırması, ümmetinden birinin yoğunluğunu mazeret olarak göstermesini engelleyen, tüm çağlara hitap eden ve iyi okunması gereken bir mesaj…
En yakınlarımıza verdiğimiz önem ve dolayısıyla günlük hayatımız içerisinde ayırdığımız süre açısından mevzuyu mercek altına alıp biraz inceleyelim:
Âilemizle ve âilemiz dışındaki bütün sorumluluklarımızla, ilgi alanlarımızla geçirdiğimiz zaman dilimi ne kadar âdil acaba? Genellikle bütün günlerini maîşet temini ya da çalışma hayatı sebebiyle ayrı geçiren eşler, bir araya geldiklerinde, bu kıymetli dakikaları nasıl değerlendirmekteler?
Zaman, elimizden aslâ geri gelmeyecek şekilde, kıymetli mücevherler misâli dökülüp giderken; dünya telâşı, iş ve hizmet yoğunluğu arasında temel sorumluluğumuz olan “âile hayatı”nın can çekiştiği gözden kaçabilmekte… “Hayat-memât meselesi” olmayan pek çok mesaj, mail, telefon görüşmesi vs., âileye has olması arzu edilen vaktin tadını zedeleyen; küçük görülüp önemsenmeyerek yekûn teşkil eden parazitler maalesef… Sanal ortamlardaki laf kalabalığının hengâmesine kapılarak can yoldaşına iki çift kelâm etmeye vakit bulamayanlar (!) hızla çoğalmakta… Bir fincan kahveyi birlikte, (telefona el sürmeden, bir iş takip etmeden) huzurla yudumlamak bile lüks olmaya başladı çoktandır…
Eve gelir gelmez, bütün gün en çok özlediği, merak ettiği şey, ülke ve dünya haberleri vesâireymişçesine hemen gazeteye ya da internet ortamına hararetle dalanlar peki? Bütün gün görüşemedikleri en kıymetli varlıklarının, belki iple çektiği o kavuşma ânının heyecan ve hevesini kursaklarında bırakmakta; öncelikli ve özel olmayı herhangi bir şekilde hissedemeyen sevdiklerine usûlen bir hâl-hatır sormayı bile erteleyebilmekte; hattâ unutabilmekteler…
Ülke gündemini yakalayacağım derken, âile fertlerinin gönüllerinden gözlerine, yüzlerine akseden izler fark edilmeden bir sonraki gün başlayıp bitmekte kimi zaman… Dünyanın bir köşesindeki deprem ya da kargaşada olup bitenlere merak kesilirken, burnunun dibindeki yakınlarının ruh dünyasındaki deprem ve kargaşadan habersiz kalmak da hâkezâ… Arkadaşlarla yoğun muhabbetler paylaşılırken, “hayat arkadaşı” ile iletişim, beylik cümleler seviyesinde kalabilmekte pek çok kez…
Sosyal medyada ya da whatsapp grupları ve benzerlerindeki paylaşımların yanında, yuvamızdaki gerçek hayat paylaşımlarımız silikleşti mi ne? Âilecek bir arada olunan nâdir zamanlarda (yemek, kahvaltı, akşam, vb.) bile; fertlerin çoğu zaman dış dünya ile iletişim hâlinde olması, prensip ve hassasiyetlerin yitirildiği bir toplumun oluşmasını desteklemekte... Bir diziye, bir habere odaklanmaya kıyasla, eşlerin ve âile fertlerinin, birbirlerinin hayat filmindeki rollerini müşâhede etmesi, “devede kulak” mesâbesinde ne yazık ki… Arabayı çoğunlukla son hızla sürercesine; vücut mekanizmasının enerjisini iş vb. dış hayatında dengesizce kullanıp, âilemizle ilgilenecek takatin kalmaması da sıkça düşülen yanlışlardan bir diğeri…
“-Peki, ne yapacağız?” dediğinizi duyar gibiyim.
Âilemizle birlikte olduğumuz zamanlarda kendimizi dış dünyadan bütünüyle soyutlayacak mıyız meselâ? Tabiî ki hayır. Sadece her şeye kararında ve önem sırasına lâyık bir muâmeleyi hayata geçirmek, eşimizin ve âilemizin bizim için ne kadar özel olduğunu onlara hissettirmek, zamanımızın idaresine titizlik göstermek zorundayız. Bunun için yapılabileceklere ilham olması için, bazı tedbirleri sıralayalım, dilerseniz:
Öncelikle, iş hayatının uzantılarının, dış çevrenin ve her tür medyanın, âile muhabbetimizin ve sohbetimizin tam ortasına limon sıkmasına müsaade etmemeliyiz. Mühim bir iş görüşmesi esnasında telefonumuzun sesini kıstığımız gibi; eşimizle, çoluk çocuğumuzla, bütün yoğunluğumuzdan (!) arta kalan zamanda kurduğumuz köprüleri ikide bir yıkan dış uyarıcılara bir “dur” demesini bilmeliyiz. İnanın, kendisi ile randevu alınarak görüşülen üst düzey bir kişiden çok daha fazla alâka ve hürmeti; canımızdan kıymetli âilemiz, eşimiz hak etmekte…
Piknik, yürüyüş vb. gibi birlikteliklerimizin kalitesini artırmalı, sevdiklerimizin hayat yolculuğundaki sürekli değişimini keşfetmek için bu faaliyetleri fırsat bilmeliyiz.
İşimize, hizmete ve benzerlerine olan iştiyâkımızın sınırlarını gözden geçirmeli, âile saadetimize gölge düşürecek ifratlara kapı aralamamalı, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i model almalıyız.
İş hayatımızda ya da çevremizde gösterdiğimiz sabır, tahammül, nezâket, güleryüz, jest ve zerâfetin en azından benzerini âilemizin hak ettiğini hatırdan çıkarmamalıyız. Âilemizle ilgili problemlerden iş hayatımızın zarar görmemesi için çaba sarf ettiğimiz kadar, bedenen evimizde, ama zihnen iş âleminde olmamaya da gayret etmeliyiz.
Ev işleri ve çocuklarla meşguliyetin, hanımlar için büyük bir zaman dilimine tekabül ettiğini biliyoruz. Hâl böyle iken; beyefendilerin hanımları ile iletişimin en güzel bir şekilde sürmesini sağlamak yolunda mâhir olması elzemdir. Bunun için fırsat kollamak ya da oluşturmak, muhtemel kopuklukları önleyecektir.
Diğer taraftan özellikle ev hanımlarının, beylerinin evde olduğu süre içerisinde, başka zamanlara pekâlâ erteleyebilecekleri ev ve mutfak işlerini yapmaya dalmaması da, bir arada geçirilebilecek zamanın buharlaşmasını engelleyecektir.
Çalışma hayatının süresine ilâveten, mesâî saatleri ve günleri dışındaki iş toplantısı ve yemeği gibi faaliyetlerin de dozunun iyi ayarlanması; bu tip aktivitelerin zarûrî mi, yoksa formalite îcabı mı olduğunun farkının gözetilmesi, “evlilik” sorumluluğunun şuurunda olmanın tabiî gereğidir. Aksi takdirde, bekâr gibi yalnız, birbirinden uzak evlilerin artması kaçınılmaz olacaktır.
Haber vs. izleme ya da gazete, kitap okuma gibi faaliyetleri zaman zaman eşler bir arada yaparsa; bu birliktelik, onlara aynı noktaya dikkat kesilip fikir teâtisi ve muhabbet imkânı üretecektir.
İşimiz îcabı ya da çevremizde gerçekleşen bir mülâkâtı hayal edelim şimdi de… Bize merâmını ya da işle ilgili bir durumu anlatırken, muhatabımıza nasıl davranırız? Elimizde açık bir gazeteye bakarak ya da telefon vb. ile ilgilenerek dinlediğimizi; hattâ büyük bir rahatlıkla:
“-Sen anlat, ben seni dinliyorum!” dediğimizi düşünsenize…
Ne kadar incitici ve yakışıksız değil mi? Peki, yazı dizimizin başlarında kısaca değindiğimiz üzere, “nasılsa her zaman elimin altında” sahiplenmesi ve rahatlığı ile eşimizle konuşmalarımız ne minval üzere seyrediyor dersiniz? Elâleme bin bir dil döker, eğilip bükülürken, kastettiği mânâyı iyi anlamak için baştan ayağa dikkat kesilirken; hayattaki en yakınımıza mümkün olan en kısa ve bazen kaba cümlelerle mi konuşuyoruz yoksa?
“-Evet, ne var?”,
“-Şimdi sırası mı?”,
“-Sadede gel!” misâli baştan savarak, erteleyerek, kırıp kırmadığımıza neredeyse dikkat etmeden, çoğu zaman göz teması kurmadan, îtinasız konuşmak revâ mıdır? Belki de kötü yaptığımız ya da yapamadığımız o konuşma, hayatımızın son konuşmasıydı; bunun da idrâkindeyiz bir yandan… Ya da idrâkinde miyiz?
“Göz temâsı” demişken, meselenin bir başka hazin yönüne de değinmekte fayda var. Rabbimizin sınırlarını çizdiği, hattâ yasakladığı nâmahreme bakış, kastettiğim konu... İş îcabı ve çeşitli sebeplerle, nâmahremle kurulan diyalogta, bakışlar yere indirilecek yerde muhataba çevrilebiliyor çoğu zaman… Nezâket, espri, güleryüzde herhangi bir eksiğe rastlamak zor… Bu durumun tersine, sıra eşine gelince, sanki eşi helâli değil de nâmahremmişçesine, gözler bakmaya lüzum görmeyerek, asık bir suratla ya da isteksiz tavırlarla konuşulabiliyor… Sebep?
“Çünkü yorgunum!”, “Çünkü bugün canım sıkkın!” vs…
Peki, o can sıkıntısı ve yorgunluk, neden yabancıyla konuşulurken bir kenara itilebiliyor da; elden gelenin en güzeli yapılmaya çalışılıyor? Çünkü orada nefis ve şeytanın desteği, diğer tarafta ise hayrı engellemesi söz konusu…
Kişinin eşinden ve çoluk çocuğundan, haklarını edâ edememekten dolayı kaçacağı güne doğru (Bkz: Abese, 34-36) anbean yaklaşırken; başımızı ellerimizin arasına alıp düşünmeliyiz bir an önce…
Hayatımızda öncelikli olmayı hak edenlere haklarını teslim etme hususunda ne kadar dikkatli olursak, zerrelerin tesir ettiği o hassas terazinin önünde o kadar yüz akı ve gönül huzuru içinde olacağımız âşikâr, Allâh’ın izniyle…
Rabbimiz, ömür sermayemizi en iyi şekilde değerlendirmeyi, üzerimizde hakkı olan bütün yakınlarımızın lehimizde şâhitlik edip râzı olduğu bir kul olmayı cümlemize nasip eylesin. Âmin.
YORUMLAR