Boşanma Sebepleri Ve Çözüm Yolları -13- Kıskançlık

Yakın arkadaşım, bir hatırasını şöyle anlatmıştı bana:

“-Evimiz, eşimin çalıştığı okuldan görüldüğü için; kapıya, pencereye, bahçeye okul saatlerinde çıkmamı istemezdi. Bir gün, eşim yine okuldayken, bir yardımcı hanımla birlikte evi temizledik. O hanım da, halı silkelemek, cam silmek gibi işleri yaparken benim başörtümü kullanmıştı. Meğer eşim de uzaktan bütün bu işleri benim yaptığımı sanmış; için için sinirlenip durmuş bütün gün… Akşam eve geldiğinde, ben günün yorgunluğuyla takdir beklerken, o bütün uyarılarına rağmen gün boyu dışarılarda iş yaptığımı zannettiğinden, hışımla üstüme gelmesin mi? İşin aslını anlatana kadar akla karayı seçtim…”

Kıskançlık, fıtratımızda var olan bir duygu… Modern (!) dünyada ilkel karşılanarak, sık sık mizah ve eleştiri konusu yapılsa da, asıl normal olmayan, dozunda kıskançlığın yokluğu ya da dumûra uğraması…

Bu yüzden eşini kıskanmayan kişinin yediği lokmalarda bir problem olabileceğini söyler büyükler… Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a göre;

“Az miktarda kıskançlık, evlilikte tutkal tesiri yapar, eşler arası bağı güçlendirir.”

Prof. Dr. Sefâ Saygılı ise, bu konuda şöyle der:

“İdeal evliliklerin temelinde, dozunda kıskançlık ve eşin sadâkatine güven duygusu bulunur.”

 Kıskançlıklar, sevgi ve ilgi eksikliğiyle beslenir; satır aralarında bir ihtiyaç ifadesini haykırır çoğu zaman… Bu haykırışı güvensizlik olarak algılayıp; anlayışsız ve sert muâmelelerle karşılık vermek; kıskanan tarafın içine kapanmasına, duygularını ifade etmekte zorlanmasına ya da stresinin artmasına yol açabilir. Ufak-tefek sorulara orantısız tepkiler vermek, agresif davranışlarla soğukluklara yol açmak; güzel ahlâklı bir müslümana yakışmaz. Bilakis, sorulara belki de gerek bırakmayacak şekilde, eşinden ayrı geçen zamanlarda yaptıkları hakkında ne kadar şeffaf olunur; yaşadıklarını ne kadar rahat paylaşırsa, iletişim normal şartlarda daha sağlıklı olacaktır.

Kıskanılan taraf, sevildiğini iliklerine kadar hissedip; eşine anlayışla, güler yüzle ve sakince karşılık verebildiği ölçüde, problemin büyümemesi için en mühim adımı atmış olacaktır. Mukavemetli ve derya gönüllü olunabildiği müddetçe; evliliğin tuzu-biberi mesabesinde olan bu çalkantılar, biraz tebessümle ve sıcak bir ilgiyle sükûnete erecektir. Elbette ki, her zaman bu kadar güllük gülistanlık olmaz; dozu aşmış, uzman yardımı, hatta tedavi gerektiren durumlar da olabilir. Normali aşan bu durumlarda yapılacakları da zaten mütehassısları bilirler.

Bizim mercek altına almaya çalıştığımız kıskançlık; her evlilikte olabilecek, normal sayılıp hoş görülecek türden… Mühim olan bu kıskançlığın büyütülmemesi ve bunun için tedbirler alınması… Yoksa kıskançlık, her hâliyle yasaklanmış bir duygu değildir. Nitekim “Mü’minlerin Anneleri”nin bile yaşadığı tabiî bir durumdur bu… Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mükemmel incelik, zarâfet ve âdil muamelesine rağmen çeşitli kıskançlık duygularının ortaya çıkmış olması, Ümmet-i Muhammed için de kaçınılmaz bir vâkıa oluşunu ispatlamaktadır. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Muhakkak ki yüce Allah, bazı kıskançlıkları sever, bazı kıskançlıklara da buğzeder. Sevdiği kıskançlık, kocanın bir şüphe neticesinde hanımını kıskanmasıdır. Sevmediği kıskançlık ise ortada herhangi bir şüphe ve leke olmadığı hâlde kocanın âilesini kıskanmasıdır.” buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, Cihad, 114/2659; Nesâî, Zekât, 66)

Bu hadîs-i şerîf, günümüzdeki Avrupaî yaklaşım tarzıyla, fertleri eşlerini kıskanmaktan dolayı âdeta utanacak hâle getirmeye çalışan medya baskısının da fıtrata aykırı oluşuna ışık tutmaktadır.

* * *

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kâbına varılamayacak derecede mükemmel bir âile reisi olmasına rağmen, özellikle bazı eşleri tarafından çok kıskanılmış; bu durumlarda sergilediği hoşgörü ve sabrıyla da “üsve-i hasene” olmuştur.

Bunlardan sadece üç tanesinden bahsedelim:

Bir gün Safiye -radıyallâhu anhâ- validemiz, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- annemizin evinde iken bir tabak yemek gönderir. Güzel yemek yapması ile bilinen Safiye Annemizi, Âişe Annemiz kıskanır ve bu duygunun tesiriyle hizmetçinin eline vurarak yemeği yere döker, tabak parça parça olur. Âişe Annemiz, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ay yüzünde öfke bulutlarının kabarmakta olduğunu görünce, yaptığına çok pişman olur, utanır. Heyecanlı bir sesle:

“-Bugün bana fena bir söz söylemesinden Allâh’ın Rasûlü’ne sığınırım.” diyerek Efendimiz’e özür beyan eder.

Kâinatın Efendisi hiçbir şey söylemeden yerinden kalkar; tabağın kırıklarını ve yere dökülen yemekleri toplamaya başlar. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, tekrar boyun büker ve yaptığı hatayı nasıl bağışlatabileceğini sorar. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hizmetçiye kırdığı tabağın aynını vererek göndermesini söyler.

Bu hâdisede, kıskançlıkla ilgili eşler arası iletişimde önemli ipuçları yer almaktadır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, böyle bir hâdise karşısında dahî zarif ve nâzik bir şekilde, sadece davranışın yanlışlığını belirten bir yüz ifadesiyle cevap vermiştir. Eşine, kaba ve suçlayan sözlerle hesap sormamış; kırılan tabak parçalarını toplamak sûretiyle belki de kıskanç davranışı sessizce protesto etmiştir. Öte yandan Âişe Annemiz, kendindeki kıskançlığı ve ânî tepkiyi fark edip çabuk toparlanmıştır. Efendisiyle arasındaki saygı bağının çözülmesini istemediğinden, o daha bir söz söylemeden, kırıcı bir cümle kullanabileceği korkusuyla özür beyan etmiştir.

Yine Âişe -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gece yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde) hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir diye içime kıskançlık düştü. Geri gelince hâlimi anladı ve:

“-Kıskandın mı yoksa?” buyurdu. Ben de:

“-Evet! Benim gibi biri, Senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?” dedim.

Aleyhissalâtü vesselâm:

“-Sana yine şeytanın gelmiş olmalı!..” buyurdu. Ben:

“-Benim şeytanım mı var?” dedim.

“-Şeytanı olmayan kimse yoktur.” buyurdu.

“-Senin de var mı?” dedim.

“-Evet, ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da o müslüman oldu.” buyurdu. (Müslim, Münâfikûn,70)

Yine Âişe -radıyallâhu anhâ-’dan rivâyete göre, o şöyle demiştir:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cahş’ın kızı Zeyneb’in yanına varır ve orada bal şerbeti içerdi. Ben ve Hafsa, bir gün sözleştik. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hangimizin yanına gelirse:

“-Meğâfir mi yedin? Sende meğâfir kokuyor diyelim!” dedik. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birimizin yanına geldi. Ona:

“-Sende meğâfir kokuyor, yoksa meğâfir mi yedin?” dedik.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“-Hayır, Cahş’ın kızı Zeyneb’in yanında bal şerbeti içmiştim.”

“-Belki arılar, bal yaparken o meğâfir otundan toplamışlardır.” dedik.

“-(Madem böyle kötü bir koku oluyor) ben de bir daha bal şerbeti içmeyeceğim!” dedi.

Bunun üzerine: «Ey Peygamber! Eşlerinden herhangi birini memnun etmek için neden Allah’ın helâl kıldığı bir şeyi kendine haram kılıyorsun…» (diye başlayıp devam eden Tahrim Sûresi’nin 1-4.) âyetleri nâzil oldu.” (Müslim, Talâk, 3; Ebû Dâvûd, Talâk, 37)

* * *

Nûru, bizzat kaynağından alan Hâne-i Saâdet’te bunlar yaşanıyorsa, bütün İslâm âilelerinin de, muhabbet nişânesi olan kıskançlıklara hoşgörü ile yaklaşmaya hazır olmaları gerekir. Tabiî ki bu duygunun dozunun kaçmaması, büyümemesi için tedbirler de alınmalıdır. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

1-İş ve meşguliyetler bahane gösterilerek, eşle paylaşılan kaliteli zamanların azalmasına müsaade edilmemeli; bu konuda öncelik, her zaman eşten yana olmalı, iş ve ev dengesini iyi muhafaza etmelidir.

2-“İş îcabı” gibi sebeplerle karşı cinse gösterilen nezâket, hoş sohbet, tolerans, helâlinden esirgenerek ilgi açlığına ve sevgi depolarında ibre düşüşlerine mahal vermemelidir.

3-İhtilât ortamının taşıdığı tehlikelere, “İslâm’ı yaşamanın, kor ateşi elde tutmaktan daha zor olduğu” fitne çağının baş döndürücü hâllerine karşılık, uyanık, dik ve tavizsiz bir duruş sergilenmelidir. Töhmet altında kalacak ortamlarda bulunmaktan şiddetle sakınılmalıdır.

4-Kıskançlık ateşini en çok körükleyen tutumların başında gelen “kıyaslamalar”ın her türlüsünden uzak durulmalıdır. Zira genel bir kıyaslama ile “elâlemin hanımları ya da beyleri” diye başlayan yaklaşımlar bile çok inciticidir. Hele de belli bir şahısla, şaka ile dahî olsa kıyaslamak, satır aralarında çok nâhoş ifadeleri gizleyebilir. Meselâ “Filanca kadar romantik, becerikli, nâzik vs. olamadın!” gibi bir cümle, karşı tarafta telâfisi zor, büyük bir tahribata yol açabilir. Hatta erkek, hanımını annesiyle; kadın da beyini, babasıyla asla kıyaslamamalıdır. Her insan farklı, özel bir âlemdir. Evlilikte mutluluk ise, eşini olduğu gibi kabullenmek, her hâliyle sevmekten geçer.

Bu yüzden kıskanılan kişi, “Acaba eşimi bu duyguya sevk edecek ne yaptım, hangi açıdan ihmal ettim?” diyerek kendini hesaba çekmeli; kıskanan taraf da duygularını ve tepkilerini gözden geçirmelidir.

Kriz zamanında değil, bilakis tamamen sâkin bir ortamda bu durum güzel bir iletişimle ele alınıp; sorgulamadan, yargılamadan durum tespitinde bulunulmalıdır. Kıskanan kişi, eşinden beklentilerini açık bir şekilde ifade etmeli; kıskanılan taraf da bunu önemsediğini kendine çeki düzen vererek her fırsatta ifade etmeye çalışmalıdır. (Devam edecek)

PAYLAŞ:                

Didar Meltem Erdem

Didar Meltem Erdem

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle