10) Lâkayt Tavırlar
Tanışma, nişanlılık gibi kılın kırk yarıldığı dönem geçip de; aynı yuvayı paylaşmaya başlayan eşlerin, kendilerini içinde buldukları en mühim hâllerden biridir lâkaytlık… Oysa eşimiz, hayatımızdaki en yakınımız olmanın yanında, en özel kişidir bizim için ve hep öyle kalmalıdır. (Şahsî vazife ve sorumluluk açısından ebeveynimiz bu sıralamanın hâricindedir.)
Peki, bu “özel oluş”u eşimize ne kadar hissettirebiliyoruz; ya da bu uğurda yapabileceğimiz şeyler üzerinde ne ölçüde fikir üretmeye çalışıyoruz acaba?
Eşimiz, “helâl”imiz olan tek varlığımız olması hasebiyle, samimiyet ve yakınlık açısından birincidir hayatımızda... Bu samimiyet ve yakınlık, yıllar geçtikçe artan bir lâkayt tutuma götürüyorsa kişiyi, bir ters orantı ve gaflet söz konusu demektir. Sahip olunan kıyafetlerin en güzel ve özelleri, hep hemcinslerin arasında ya da dış ortamlarda giyiliyor ve evde pejmürde dolaşılıyorsa, ciddî bir yanlış sergileniyor demektir. (Bu noktada nâmahreme karşı süslenme konusuna hiç girmiyorum; çünkü o tamamen ayrı bir mevzu…)
Bir misafir geleceği zaman gösterilen telâş ve îtinânın en âlâsını eşler hak etmekte şüphesiz… Kadın, eşi için fıtratı gereği giyinip süslenirken, erkek de temiz ve bakımlı olmaya gayret göstermelidir. Aksi takdirde iş yerlerinde, dışarıda bir şekilde muhatap olunan bakımlı ve şık kişilerden sonra, evde pejmürde bir eşle karşılaşmak; şeytanın vesveselerine kapı aralama ihtimalini güçlendirmektedir. Tabiî ki, evin türlü türlü hâli içinde, hastalık, yoğunluk olabilir zaman zaman... Ama istisnalar kaideyi bozmamalı; eşler birbirlerinin göz zevkine hitap edecek, ona özel olduğunu hissettirecek şekilde itinalı giyinmelidirler. Efendimiz -sallâlâhu aleyhi ve sellem- de bu hususta:
“Allah güzeldir, güzelliği sever.” buyurmaktadır. (Müslim, Îman, 147)
Ayrıca Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh- da:
“Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize elde ettiğimizin en iyisini giymemizi ve bulabildiğimiz en hoş kokuları sürmemizi emrederdi.” diyerek Allah Rasûlü’nün tatbikâtını anlatmıştır. (Buhârî, Târihü’l-Kebîr, I, 382 )
Yukarıda zikrettiğimiz hususlara ilâve olarak, en güzel sofra takımlarını sadece misafir geldikçe çıkarmak yerine, zaman zaman eşimiz için de kullanmanın yerinde olacağını söyleyebiliriz. Ayrıca, rahatlatıcı, stres giderici bitkisel yağ ve kokulardan da evin havasını değiştirmek için faydalanabiliriz müsait zamanlarda…
Bütün bunlar, ışıl ışıl gülücükler saçan, huzur dağıtan bir yüzün aksesuarları elbette... Eşimize özel olduğunu hissettirecek temel unsur ise; hâlimiz, konuşurken seçtiğimiz kelimeler ve tarzımızdır. Bunların lâkayt olmasını, diğer her şeyin mükemmel oluşu telâfi edemez. Karı-kocanın birbiri ve âilesi için taşıdığı önemi bilmeye hakkı ve ihtiyacı vardır her zaman...
“Et-Tekrâru ahsen velev kâne yüz seksen: Tekrar güzeldir, yüz seksen kere bile olsa!” demiş büyüklerimiz…
“-Biliyordur işte, kırk kere mi söyleyeceğiz?” dememeli; yaptığı fedakârlık ve çabaları takdir ettiğimizi, ona zaman zaman belirtmeliyiz. “Mârifet, iltifata tâbîdir. Müşterisiz metâ zâyidir.” atasözü kulağımıza küpe olmalıdır. Yakın arkadaşlarımıza bile:
“-İyi ki varsın!” deme ihtiyacı hissederken; eşimizi bundan mahrum etmek, hangi mantıkla îzah edilebilir ki?
Aslında uğruna canını fedâ edebileceği eşi için; ter kokusundan arınmak, dişlerini fırçalayıp saçlarına çeki düzen vermek gibi en basit şahsî bakımları bile ihmal etmek, bir çift güzel söz ve bakışı esirgemek; başta müslüman karakterine ters düşmektedir. Bir durup düşünürsek; eşlerimizin protokolden sayılan şahıslara karşı gösterilen nezâket, zarâfet, alâka ve îtinadan daha fazlasını hak ettiklerini fark edebiliriz. Hâsılı, sürekli beraber bulunuşumuz bu hakkı zedelememeli; yakınlıklar lâkaytlığa yol açmamalıdır.
Bu bahse son vermeden önce sizlerle paylaşmak istediğim kısa bir mektup var. Bu mektubu, “âile koçu” ve yazar Münir Arıkan, eşi Sema hanımdan almış. Gece yarılarında biten yorgun bir işgününün ardından eve geldiğinde masanın üzerinde bulduğu mektup şöyledir:
“Bir tanem,
Teşekkürler, yavrularımıza şerefli, haysiyetli, saygıya ve sevgiye değer bir baba olduğun için…
Bana olan muhteşem aşkını, sevgini, muhabbetini herkese îlân edecek kadar beni çok sevdiğin için…
Bizi her zaman düşündüğün için!
Teşekkürler, uykusuz gecelerin için, döktüğün terler için, sonuna kadar harcadığın o kısık ve yorgun sesinle geldiğin geceler için…
Herkesi düşündüğün ve herkese kâinâttaki her şeyi düşünmeyi öğrettiğin için, insanları uykudan uyandırdığın ve yapmaları gereken çok şey olduğunu hatırlattığın için... Hepimizin ufkunu açtığın ve örnek bir insan olduğun için…
Bütün kıymetli çabaların için sonsuz teşekkürler…
Sevgili eşim, SENİNLE GURUR DUYUYORUM…” (Münir Arıkan, Âile Zekâsı, s: 350)
Yazar, o kadar duygulanır ki; bu mektubun mezar taşına yazılmasını vasiyet eder.
Ne diyelim, Rabbimiz “el-Vedûd” ism-i şerîfi hürmetine bütün İslâm âilelerine köklü muhabbetler nasip etsin. Âmin.
11) Misilleme Tarzı Davranışların Kısır Döngüsü
Âile hayatının güzelliğinin, latîf havasının üzerine kara bulut gibi gölgesi düşen bir başka husus da; eşlerden birinin yaptığı yanlışa, diğerinin başka ya da benzer bir yanlışla misillemede bulunma ihtiyacı duymasıdır.
Nefs, elbette ki altta kalmayı istemez. Ama nefs terbiyesi yolunda merhale kat etmek isteyen kişilere yakışan, bu kısır döngüyü başlatan taraf olmamaya çalışmaktır. Rabbimiz kalbimizde, îman eden herhangi bir mü’mine karşı, kin ve soğukluk bulunmaması için kendisine niyazda bulunmamızı isterken, çok mühim bir mesaj vermektedir:
“…Kalplerimizde îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma!..” (el-Haşr, 10) âyetiyle, “Bu, uğruna duâ edilmesi gereken bir fazilettir; böyle olmak için çaba göstermelisiniz.” îkazını başka bir şekilde ifade etmektedir.
“Eşim bakımsız; öyleyse ben niye onun için kendime çeki düzen vereyim?”, “Eşim asık yüzlü; o hâlde ben de güler yüzlü olmak zorunda değilim!”, “Eşim kaba davranıyor; bu durumda nezâketi hak etmiyor.” tarzı düşünceler, yanlış hareketler sayısınca çoğaltılabilir.
Yanlış yapan eşe misillemede bulunan kişi, hem Rabbi katında mes’ul konuma düşer; hem de beğenmeyip eleştirdiği davranışları bizzat kendisi yaparak, düşünceleriyle çelişmiş olur. Bunun da ötesinde, yanlışın devam edip gitmesini körüklemek, teşvik etmek rolünü üstlenerek, eşinin yanlışı tamamen haksız olsa bile, sonraki yanlışları için mazereti olmasına da zemin hazırlamış olur. “Tencere dibin kara, seninki benden kara!” benzeri, şeytanın el ovuşturarak cirit attığı bir ortamı birlikte inşa edecek hâle gelebilirler Allah muhafaza buyursun!
Rabbimizin bu tip durumlar için emrettiği yaklaşım tarzı, yine esas devayı sunuyor bizlere:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan iyilikle defet. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost olmuştur.” (Fussilet, 34)
Böylece nefsin ilk tepkisi olan “misilleme”nin, kesinlikle çare olamayacağını göstermiş; bilakis çarenin, kötü davranışa karşı iyi davranışla mukabelede bulunarak, hem karşıdakini utandırıp kendi yanlışını fark etmesine fırsat vermeye; hem de benzer bir yanlışa düşerek kulluk bilincini zedelemekten kaçınmaya dâvet etmiştir. Tabiî her faziletli davranış gibi, bunun da nefisle dâimî bir mücâdele istediğini hatırdan çıkarmamak gerekir.
Kâmil îman sahibi yıldız sahabî Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- Efendimiz, nefsiyle mücadeleyi kazanarak, bu fazileti kendine hayat tarzı edinenlerden… Bu yüzden Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun bu farkının bilinmesi için kendisine defalarca sorar:
“-Sana kötülük yapana ne yaparsın?” diye… Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ise her seferinde:
“-İyilik yaparım yâ Rasûlâllah!..” cevabını verir.
Kötü bir muâmeleye mâruz kalan kişi, nasıl davranacağını denemekte olan Rabbini unutmadığı nisbette bu zorlu mücadelede başarılı olabilir.
Bu konuyu incelerken, Psikolojik Danışman Mehtap Kayaoğlu’nun bazı tespitlerini sizlerle paylaşmak istiyorum:
“İlişki ve evlilik, «almak»la değil, «vermek»le ilgilidir. Evimize, evliliğimize ve ilişkimize vereceğimiz bir şeyler olduğu müddetçe yaşanır güzel günler… Almak mı dediniz? Evet, iyi ilişkide alacağımız şeyler de vardır elbette. Vereceğini bilerek yaşayanlar için, alıcı olmak işin sürprizidir. Evliliğin baştan hesap edilmeyen keyfidir. Hani soruyorsunuz ya, «Bugünün evlilikleri niye hemen bitiyor?» diye. Şimdikiler «Alacağım.» diye evleniyor. «Hep ben, hep ben…» diyor. Geçmiş zaman insanları ve günümüzün iyi ilişkilerinde mutlu olan herkes bilir: Evlilik, almakla değil, vermekle ilgili bir ilişkidir. Verebilecek kapasitesi olan kişiler evlenmelidir. Bencil ve hep kendini düşünen kişiler, evlilikte mutsuz eder eşini…”
Velhâsıl, evliliğe adım atan kişi, “ben” değil, “biz” diyerek bakmalıdır hayata… Bu yüzden bir yanlışa misilleme yaparak ateşe körükle gitmeden önce, bunun âile saâdetine vereceği zararı, amel defterine düşüreceği lekeyi iyi hesap etmek, Allâh’a tevekkül ederek, zaman ilacının da desteğiyle sabretmek yakışır müslümana…
12) Nankörlük:
Kur’ân’da birkaç yerde, insanın “nankörlük” vasfına dikkat çekilir. (İbrahim, 34; el-Hacc, 66; el-Âdiyat, 6) Ayrıca kadınların nankörlüğü hakkındaki şu hadîs-i şerîf de meselenin âileyle ilgili yönüne dikkat çekmektedir:
“İbn-i Abbas’tan rivayet edildiğine göre, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
«Bana Cehennem gösterildi. Cehennemliklerin çoğunluğunun kadınlar olduğunu gördüm. Zira onlar inkâr edenlerdir.»
Peygamber Efendimiz’e soruldu:
«-Allah’ı mı inkâr ederler?»
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
«-Kocalarının hakkını inkâr ederler, iyiliği inkâr ederler. Onlardan birine uzun zaman iyilikte bulunsan; sonra senden sevmediği bir şey görse, hemen “Zaten senden hiçbir iyilik görmedim.” der.»” (Buhârî, Îman, 21)
Gerçekten hazin bir vâkıayı tasvir etmiştir, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-… Genel olarak insan ilişkilerinde de düşülen en büyük hatalardan biridir bu: Bir hata yüzünden geçmişte yaşanan güzellikleri görmezden gelivermek, âdeta yok saymak!.. Pek çok iyi davranışın ardından bir hata yaptığımızda Rabbimizden böyle bir muâmele görsek ne korkunç olurdu, değil mi? Tabiat olarak biz, bir hata yaptığımızda görmezden gelinmesini tercih eder, büyütülmemesini bekler; bu beklentimiz gerçekleşirse de karşımızdakinin hoşgörü ve büyüklüğü karşısında rahatlar, seviniriz. Böylece tekrar beyaz bir sayfa açmaya daha çok güç buluruz kendimizde… Ama hatayı yapan sevdiğimiz olunca, nefs devreye girer; kendimiz için arzu ettiğimiz muâmeleyi icrâda zorlanırız.
Hadîs-i şerîfte hanımların uyarıldığı nokta, erkekler için de bir îkaz mahiyetinde şüphesiz… Yani bu tip bir nankörlük, Cehennem ehlinin sıfatlarından olduğuna göre, beyler de aynı hataya düşmekten sakınmalılar. Evliliğin “mezara kadar” bir birliktelik olması arzu edildiğine göre kişi, eşinin bütün yaptıklarını bir bütün olarak algılayıp değerlendirmeyi ihmal etmemelidir. Yaşanmış pek çok güzellik varken hataları, her şeyi mahveden bir vasıfta telâkkî etmemelidir. Aksi takdirde insafla bağdaşmayan bir tutum sergilenmiş olur. “İnsan beşerdir, şaşar.” atasözünü hatırdan çıkarmadan, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in engin hoşgörüsünden izler yansıtılmalıdır hayat çizgisine…
* * *
Rabbimiz, cümlemizi râzı olmayacağı fiil ve hâllerden muhâfaza buyursun. Âilelerimize, İslâm’ın huzur, sekînet, muhabbet ve bereketini indirsin. Kalplerimizi ülfet ve merhametle birbirine yaklaştırsın. Aramızdaki husûmet, firkat ve nankörlükleri kaldırsın. Bizi, rızâsını kazanmaya vesîle olacak eşler ve âile fertleri hâline getirsin. Âmin…
YORUMLAR