Günün yoğunluğu, insanların zihinlerini ve kalplerini de yoğun kılmakta... Dünyanın bitip tükenmeyen meşguliyetleri insanların beyinlerini, rûhlarını sarıp sarmalarken bedenler de bu yoğunluğa yorgun düşmekte!.. Herkese göre günlük koşturmalar farklı yükler getirmekte… Sabahtan akşama çocuğundan yaşlısına hayatın temposuna ayak uydurmaya çalışan insanlar, gün biterken harap ve bîtab bir şekilde evlerine dönmekteler. Bu yorucu tempo, insanın enerjisini ve sabrını tüketirken geride stres, gerginlik, çabuk kızıp öfkelenme bırakmakta… Böyle bir bedenî yorgunluk, iyi bir istirahatle bitiyor, ya kirlenen zihinler, bozulan rûhlar, kanayan kalpler? Onlar nasıl huzûra kavuşacak?
Fizikî yorgunluklar gecenin istirahat kılınmasıyla rahatlığa, sükûna kavuşurken ertesi güne zinde bir vücut ile başlanabilirken günahla dolu kalpler ve kirli zihinler nasıl sükûna erişebilir?
İnsan, ancak rûhuyla insandır. Ruh yoksa bedenin ne değeri olabilir? Cismi gözde kılan, onun aslına, rûhuna yüklediğimiz değerlerdir. Bugünün insanı, bedenindeki en ince teferruata kadar hassas düşünürken rûhunu görmezden geliyor, neredeyse onu yok mesâbesine indiriyor, bu yüzden hiçbir zaman gerçek mutluluğu tadamıyor.
İnsanlar maddiyâta gösterdiği ilgi ve alâkayı, mâneviyâta göstermediği müddetçe iflâh olamazlar. Bedenini beslediği, süslediği kadar rûhuna zaman ayırmayan, onun dertleriyle ilgilenmeyen insanların ruhları pörsür, kalpleri eskir. Rûhu diriltecek en önemli iksir, Allâh’a ve âhirete imandır. Bunun ardından sâlih ameller ve güzel ahlâk, ruhu teskin eder, süsler, paklar, huzura kavuşturur.
Rûhun doğru beslenmesinin şartlarından biri de beyindeki zihin kirliliğinden arındırılmasıdır. Bizler her gün zihnimizi âdeta bir çöplük gibi kullanıyoruz. Önemli-önemsiz her türlü bilgiyi görüyor, depoluyor ve bunun üzerinde zihnimizi ve gönlümüzü yoruyoruz. Nasıl mı? Meselâ her sabah evden işe gidene kadar çevremizde gördüklerimize bir alıcı gözle bakalım: Dükkânlar, tabelalar, insanlar, reklâm panoları… Yarım saat içinde zihnimize ne kadar çok lüzumsuz bilgi pompalamış oluyoruz. Bunu radyo ve televizyonlarla, gazete ve dergilerle çoğalttığınız zaman her an zihnimize bir şeylerin hücum ettiğini, bizi, kendisiyle ilgilenmeye/düşünmeye mecbur ettiğini fark ederiz. Gerçekten aynı şeyleri, defalarca zihnimize adeta vura vura kazımaya çalışan reklâmları/reklâmcıları ne kadar beynimizin dışında tutabiliyoruz?! Evimizde, misafirlikte veya işyerimizde dünyaya ve âhirete faydası olmayan lakırdılarla ne kadar çok vakit öldürüyor ve gönlümüzü karartıyoruz? Bunları düşünürken bile zihnimiz ne kadar yoruldu değil mi?!
Oysa o zihni, böyle gereksiz bilgilerle yormak yerine onu dinlendirecek ve huzura erdirecek şeylere yönelmeliyiz. Kur’ân-ı Kerîm’de haber verildiğine göre, insanın rûhunu mutmain kılacak yegâne derman “zikir”, yani Allâh’ı hatırlamak…
Eğer biz, zihnimizi ve gönlümüzü, şuurlu bir şekilde hayırlarla doldurmazsak günlük telâşeler içinde o, akşama kadar zaten bir şeylerle dolacak!.. Hem hayırla, hem de biraz şerle dolsun, ne olacak diyebilir miyiz? Yazık değil mi, kalp cevherine… Yediklerimizi bile en temizinden seçiyoruz ve “Arasına biraz pislik bulaşsa bir şey olmaz!” deyip bir damla bile olsa necaset bulaşmış bir yemeğe devam edemiyoruz. Kalbimiz, midemizden daha mı önemsiz?! Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna “kalb-i selîm” götürmemiz istenmişken, tozlu, kirli, paslı bir kalp ile gidersek mahcub olmaz mıyız?
Temiz olanı kim sevmez ki? Bunun için kalbi lüzumsuz kalabalıklardan arındırıp tertemiz hâle getirmek gerekir. Peki, bu nasıl olacak? Cenâb-ı Hak; “Kalpler, ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra’d, 28) buyurarak bu sorumuzun cevabını bizzat vermiş.
Hayırlara, iyilik ve güzelliklere açılmış, günah ve kirlere kapanmış selîm kalplere sahip olmamız dilek ve niyâzıyla…
YORUMLAR