Boş Bardak İle İkram Olmaz!

 

Allah dostları, ışığını Asr-ı Saâdet’ten alarak gönül dünyamızı aydınlatan kandiller gibidir âdeta...

Kimisi onlara yakınlıkla imtihan olmuş, “Kurb-i sultan, âteş-i sûzândır: Sultana yakınlık, yakıcı bir ateştir.” demiş.

Kimisi onlara hasret kalmış, “Arayı arayı bulsam izini, izinin tozuna sürsem yüzümü!” diyerek firak ateşiyle yanmış...

Allah katında hangisi makbuldür bilemiyoruz, ama gönül, onlardan hiç uzak kalmak istemiyor. Gönül, aynı gök kubbenin altında olmak, onların dizinin dibinde nefesleri ile feyizlenmek, kurbiyyeti maddeten ve mânen yaşamak; dünyada da ukbâda da onlarla beraber olmak istiyor. Rabbim yoklukları ile imtihan etmesin, yakınlarındayken de kadr u kıymetlerini bilenlerden eylesin cümlemizi…

Allah dostlarının yakınında olup o feyizli kandilin ışığından istifade edememek, ne hazin bir bahtsızlıktır!.. Bundan dolayı nice erenlerin dilinden düşmeyen “Yanımdaki Yemen’de, Yemen’deki yanımda.” sözü bu hususta büyük bir ihtardır.

Bu ayki röportajımız ise, “Yemen’deki yanımdadır.” ifadesini te’yid eden bir hidayet öyküsü... Venezuela’da etrafında bir tane müslüman olmayan Meryem Kardeşimizin internet ortamından araştırarak İslâm’ı tanıması ve Osman Nûri Topbaş Hocamız’ın İspanyolca’ya çevrilmiş eserlerinin tesirinde kalarak müslüman olmasının hikayesidir. Burada ezan sesleri altında ve Allah dostlarına maddeten yakınlığa rağmen İslâm nîmetinden uzak kalanlara güzel bir ibret... Buyurun hepimiz nasibimiz ve gayretimiz nisbetinde ibret alıp istifade etmeye çalışalım, inşâallah...

 

Kıymetli Meryem Kardeşimiz, öncelikle hidayet yolculuğunuz mübarek olsun. Bize kendinizden bahseder misiniz?

Venezuela’nın başkenti Karakas’ta dünyaya geldim. Otuz iki yaşındayım. Venezuela Central Üniversitesi’nde tarih okudum. Sonrasında Bolivariano Tarih Müzesi’nde çalıştım. Daha sonra kısa bir süre lise öğrencilerine tarih öğretmenliği yaptım. Yirmi altı yaşımda müslüman oldum.

Ülkemizin çoğunluğu katolik hıristiyandır. Ailem de hıristiyandı, ama çok fazla dindar değillerdi. Ben ailemin aksine, dîne biraz daha meraklıydım. Vaftiz oldum. Dokuz-on yaşlarımda ilk komünyonumu[1] yaptım. Düzenli olarak Pazar günleri kiliseye giderdim. Buna rağmen kendimi mânevî açıdan hıristiyanlığa bağlı hissedemiyordum. Bir Tanrı’nın varlığından hiç şüpheye düşmüyordum, ama hıristiyanlık ile Tanrı arasındaki bağı kuramıyordum ve bunu içimde de hissedemiyordum. Mutmain değildim yani…

Bu yüzden yirmi dört yaşlarımdayken bazı dînî arayışlar içine girdim. İlk önce Doğu felsefesine yöneldim ve içimdeki mânevî boşluğu doldurmak için meditasyon yapmaya başladım. Budizm’e merak saldım ve araştırmalar yaptım; meditasyon, yoga ile ilgili bütün öğretilerin dersini aldım. Fakat bir türlü içimdeki boşluğa cevap bulamıyordum. Budizm, din gibi değil zaten… İnsana irâde eğitimi vermeyi hedefliyor. Ben de duygularımı kontrol etmeyi ve kendimi geliştirme adımlarını öğrendim. Daha sonra aylık ücretleri artınca bıraktım. Burada da aradığımı bulamadım. Çünkü benim aradığım, Tanrı ile bir bağ kurmaktı.

Budizm’de kişiye sadece “İnsan olmak yeterli!” duygusu aşılanıyor. Orada bir Tanrı yok ya da bir Tanrı’ya ihtiyaç duymuyorlar diyebilirim.

 

İçinizdeki boşluğu doldurmak, hakikî Tanrı ile bağ kurmak için din arayışına girmişsiniz. Peki, neden Budizm’den başladınız? Bizim ülkemizde de Budizm ismi verilmeden meditasyon, yoga vs. öğretiler pek revaçta… Burada bolca reklâmı yapılıyor. Sizde de reklâmı çok yapılıyor da bunun için mi Budizm’e yöneldiniz?

Evet, bizde de reklâmı çok yapılıyor. Bu yüzden Budizm, Venezuela’da son yıllarda bir hayli popüler... Ben de sâkinlik, huzur ve uyum içinde bir hayat istiyordum. Belki bu yüzden bana câzip gelmiş olabilir.

Budizm, en üst basamak öğretilerine kadar yükselmeme rağmen içimdeki boşluğu doldurmadı. Çünkü ben bir Tanrı’ya inanıyordum. Bu her şeyi yaratan bir Tanrı idi ve ben ona duâ edip ondan yardım istiyordum. Budizm’de duâ edeceğin, sığınacağın bir Tanrı yok! Zaten onlar da bir din olduklarının iddiası içinde değiller. Budizm’i, hayat felsefesini anlama yolculuğu olarak görüyorlar. Yoga da ibadet olmaktan çıkmış, sportif bir faaliyete dönmüş durumda... Bir din olarak oraya yönelenler, orada bir İlâh, bir ibadet ve bir inanç sistemi bulamazlar. Boşuna oralarda vakit kaybetmesinler, derim.

 

Peki, İslâm’la yolunuz nasıl kesişti?

Sosyal medyada bir dil öğrenme portalında, bir Türk genç ile tanıştım. Bu genç bana sohbet esnâsında bir dîne inanıp inanmadığımı sordu. Ben de Katolik olduğumu söyledim. O da kendisinin müslüman olduğunu söyledi.

Ben Doğu dinlerini merak ettiğimi söyleyince, bana İspanyolca Kur’ân meâlinden bazı sûrelerin meâlini göndermeye başladı. Ben de merak edip okumaya başladım. Hristiyanlık’la bazı benzer noktalar gördüm. Kur’ân meâlini okudukça, içimdeki sorulara cevaplar bulmaya başladım. Daha sonra internetten Kur’ân’ın İspanyolca meâlini buldum ve okudum. Daha sonra yine internetten orijinal Arapça Kur’ân okunan bir siteye ulaştım. İlk defa Kur’ân dinlemeye başladım. Çok garip bir şekilde hissetmeye başladım. Gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Kur’ân’dan çok farklı bir enerji alıyordum. Bütün vücudumda o Kur’ân’ı hissediyordum. Bu hissi, kelimelerle anlatmam mümkün değil! Artık meâl okumadan, Kur’ân dinlemeden bir gün bile geçiremez oldum.

İslâm’ı öğrenmek istiyordum. Bana Kur’ân meâlini gönderen Türk arkadaşıma bir yazışmamız esnasında bu fikrimi söyledim. O da sosyal medyada çok yanlış ve eksik bilgilerin olduğunu, İslâm’ı en doğru bir şekilde öğrenebileceğim bir siteye yönlendireceğini söyledi ve beni Osman Nûri Topbaş Hocanın video ve kitaplarının İspanyolcasının çevirisinin olduğu bir web sayfasına yönlendirdi. Orada birçok dile çevrilmiş İslâm hakkında kitaplar ve Osman Hoca’nın videoları vardı.

Ben oradaki İspanyolcaya çevrilmiş kitapları okumaya başladım ve çok ilgimi çekti. İnternet sitesinde yüklü olan Mevlânâ Celâleddin Rûmî Hazretleri ile ilgili olan kitabını okudum. Başka kitaplarından da biraz okudum, ama en çok bana tesir eden, rûhumu İslâm’a sürükleyen “Ney’in Hikâyesi” idi.

Onu okurken yıllardır aradığım Tanrı ile kendi aramdaki bağı hissettim. Aradığım soruların cevâbı, bir düğümün çözülmesi gibi açılıyordu. İnternet üzerinden beni bu siteye yönlendiren arkadaşım ile de sık sık okuduğum bölümler hakkında konuşuyor ve fikir alışverişinde bulunuyorduk. Her okuduğum satır, beni müslüman olmaya doğru götürüyordu. İçimde bunu hissediyordum. Artık işlediğim bütün günahları geride bırakmaya hazırdım. Müslüman olmakla ilgili zihnimde ve kalbimde hiç şüphe kalmamıştı. Ama çevremden çekiniyordum. Çünkü etrafımda hiç müslüman olan kimse yoktu.

Bu hususta bana rehber olması için internetten yeni müslüman olan kimselerin hidayet öykülerini arayıp okumaya başladım. Yeni müslüman olan kimseler neler yapıyordu? Çevresi nasıl tepki vermiş, onlar tesettüre nasıl girmişlerdi?

Bu yaşanmış hikayeler, nasıl hareket etmem gerektiği hususunda bana bir hayli yardımcı oldu. (İnşâallah benim burada size anlattığım hikâyem de başkalarının hidâyet yolculuğunda onlara yardımcı olur.) Müslüman olmadan evvel, yavaş yavaş giyim-kuşamımı değiştirmeye başladım. Uzun, bol kıyafetler tercih ediyordum. Müzede çalıştığım için ânî bir değişiklikle değil de zamana yayarak değişiyordum.

 

Müslüman olmaya karar verdiren son damla neydi?

Aslında kesin karar verdiğim son nokta, Kur’ân’ı dinlediğim zamandı diyebilirim. Kendi kendime Kur’ân meâlini okudukça bu karar iyice pekişti.

Osman Nûri Hoca’nın kitaplarını okuduğum zaman:

“-Evet, benim aradığım hayat işte bu!” dedim.

Kur’ân meâli okurken en çok etkilendiğim hususlar şunlardı:

Bir hesap gününün olması ve her insanın sadece kendi günahından mes’ûl olacağını öğrenmek beni çok mutlu etti. Çünkü yapılan iyi veya kötü hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağı inancı, insana çok güzel bir güven duygusu veriyor. Çünkü biz Hıristiyanlık’ta bunun tam zıddını öğrenmiştik. İncil’de, “Hazret-i Îsâ’nın insanların günahları yüzünden işkence görüp çarmıha gerildiği” söyleniyordu. Bu da insana hem mantıksız geliyordu, hem de rahatsız edici bir adâletsizlik hissettiriyordu.

 

Peygamber Efendimiz hakkında neler okudunuz ve ne hissettiniz?

Önceden sadece ismini duymuştum. Hayatını okumaya başlayınca ahlâkına hayran kaldım. Kur’ân meâli okurken Peygamberimiz’e şöyle sesleniliyordu:

(Ey Rasûl’üm!) Muhakkak ki Sen de öleceksin, onlar da ölecekler!” (ez-Zümer, 30)

 Yani sen de insansın, onlar da insan…

“Bir tane Tanrı var! Sen sadece örnek olmak ve İslâm’ı öğretmek için geldin!” demek istiyordu. Bu, çok güzel bir his… Tabi, sizler Hıristiyanlık’tan gelmediğiniz için bunun mânâsını anlayamayabilirsiniz.

Yine Kur’ân’da bir insanın her ânını düzenleyeceği ve yaşayabileceği çok güzel emirler konmuş. Meselâ mîras, evlenme, boşanma gibi birçok hususta... Hıristiyanlığın bazı mezheplerinde boşanma kesinlikle yasaktır. Diğer mezheplerde ise bu pek hoş görülmez. Bu hiç yaşanabilir değil! Hâlbuki İslâm’da böyle değil. Evlenmek, boşanmak, her hususta ince ince yaşanabilirlik var. Yani Kur’ân, sadece sözden ibaret değil… Ve bu yaşanabilir mükemmel din, bize bunları yaparsanız karşılığında Cennet mükâfâtı vaad ediyor. Sadece bir kesime değil, yaşayan herkese Cennet var.

 

Âilenize müslüman olmak istediğinizi ne zaman söylediniz?

Ben İslâm için hazırdım. Ama aileme nasıl söyleyecektim? Nasıl tepki vereceklerdi? Bunları düşündükçe korkuyordum. Bunları beni İslâm’la tanıştıran arkadaşıma da anlattım. O bana:

“-Sen müslüman olmak için hazır mısın?” dedi. Ben de:

“-Evet, hazırım.” dedim.

“-Sen hazırsan müslüman ol! Diğer meseleler yavaş yavaş olacak. Şimdiden bunların sıkıntısını çekme!” dedi.

Daha sonra Karakas şehrinde bir câmiye gidip imamla görüştüm. Müslüman olmak istediğimi söyledim. O da bana İspanyolca bir Kur’ân-ı Kerîm ile İslâm’ı anlatan kitap verdi. Daha sonra:

“-Bir kişi sadece kendi kararı ile müslüman olur. Başkasının zoru ile müslüman olunmaz. Bu, senin akıl ve kalbinle, kendi kendine verdiğin bir karar mı?” diye sordu.

Ben de:

“-Evet, bu kendi kararım.” dedim. İslâm’ı bir süredir araştırdığımı, bu araştırma neticesinde müslüman olmaya karar verdiğimi, yapmam gereken namaz, oruç ve tesettür gibi hususları yapmaya gücüm yettiği kadar gayret edeceğimi söyledim.

Ben câmiye gitmeden önce, zaten arkadaşımın yardımı ile şehâdet getirmiştim. O an kalbim o kadar hızlı çarpmıştı ki, anlatamam. Sonra câmide bir kez daha şehâdet getirmiş oldum. (Devam edecek)

 

[1] Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın havârileri ile yediği son akşam yemeğinin anıldığı âyin.

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle