Bir okuyucumdan internet üzerinden şöyle bir mektup geldi:
“Selâmün Aleyküm. Ben Konya’dan Ayşe Müge. Şebnem Dergisi’nde yazılarınızı beğenerek takip ediyorum. Aklımı ve hayatımı kurcalayan bir konuda sizden fikir almak istiyorum, müsaadenizle… Ben 23 yaşındayım ve 2013’te Türkçe Öğretmenliği bölümünden mezun oldum. Tesettürlü bir şekilde mezun oldum çok şükür, ama devlet okulunda çalışmıyorum. Üniversiteye girerken düşüncelerim şimdikinden daha farklıydı ve dînî hassasiyetim çok yüksek değildi: «Atanırım, çalışırım, paramı kazanırım!» derdim. Ama şu an farklı düşünüyorum ve son sene KPSS’ye hazırlanmayı bıraktım, fikirlerim değiştiği için... Farkındalık kazandım, bir arkadaşım vesilesiyle. Karma ortamda çalışmanın doğru olmadığını gördüm, ama bir yandan da çocukları düşünüyorum ve şu an kararsızım. Şu an özel bir gençlik merkezinde ders veriyorum ve burası dînî hassasiyeti olan bir yer ve sadece kız çocuklarla ilgileniyoruz çok şükür… Ama dernek kapsamında olduğu için, harçlığım çıkacak kadar kazanıyorum. Çevremdeki insanlar bana psikolojik baskı yapıyor; «Senin gibi edepli, tesettürlü öğretmenlere ihtiyacı var öğrencilerin!» diyorlar. Ama ortam uygun değil, staj yaparken bizzat gördüm. Kadının çalışması konusunda çok araştırma yaptım. Bazı hocalara da danıştım. «Doğru düşünüyorsun.» dediler, ama ben kararsızlık yaşıyorum. Acaba bu sene sınava hazırlansam mı diye... İnsanların ısrarları kafamı karıştırıyor. Atanmak istememe gerekçemi duyunca şaşkınlık duyuyorlar. «Sen edepli olduktan sonra ortamın ne önemi var?» diye… Ama nefis var yani arada… Bunu düşünmüyorlar. Ben sizden de fikir almak istedim, özellikle Osman Nûri Topbaş Hocamızın bu konuda bana ne söyleyeceğini de merak ediyorum; nasıl ulaşabilirim ya da onların bu konudaki görüşleri nedir? Sizin bu konuda bilginiz varsa, bana yardımcı olursanız çok sevinirim. Allah râzı olsun şimdiden…”
Aslında bu mektup, belki tek kişiden geldi; ama birçok insan bu gelgitleri yaşıyor iç dünyasında…
Son zamanlarda devlet, bünyesindeki eğitimci ihtiyacı karşılamak için sürekli öğretmen alımı yapıyor. Mâlum, kızlarımız da binbir başörtüsü mücadelesi içinde okullarını bitirdi. Bazıları:
“-Boşuna mı okuduk, çalışıp paramızı kazanmalıyız?!” düşüncesi içindeler ya da yukarıdaki mektubumuzda geçtiği üzere:
“-Hayır!.. Ortam, hanımların çalışması için uygun değil! Kadın ve erkek ihtilâtı var, bu da haramdır!” diye çalışmaktan çekiniyorlar. Peki, hangisi doğru, ne yapılmalı?
İhtilat
“İhtilat” birkaç şeyin birbirine karışması, erkek ve kadınların beraber oturup aynı ortamlarda haşır-neşir olmaları demektir. Dînimiz, birbirine yabancı olan kadın ve erkeğin ölçüsüz bir şekilde oturup kalkmalarını veya çalışmalarını uygun bulmamıştır. Bırakın oturmayı-kalkmayı, cemaatle namaz kılmak çok önemli ve sevap bir ibadet olduğu hâlde, sırf kadın ve erkek ihtilâtını (fitneyi) önlemek için bazı zamanlar hanımların evde namaz kılmaları bile teşvik edilmiştir.
Bu hususta Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Kadınların en hayırlı mescidleri, evlerinin köşesidir.” buyurmuştur. (Ahmed bin Hanbel, VI, 297)
Hazret-i Âişe, Emevîler döneminde kadın ve erkeklerin namaz giriş ve çıkışlarında birbirine karıştığını görünce şöyle demiştir:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kadınların böyle yaptığını görseydi, tıpkı İsrâiloğulları kadınlarının mescidden men edildiği gibi, onları mescidlerden alıkoyardı.” (Buhârî, Ezân, 163)
Mescid-i Nebevî’de de kadınlara mahsus özel bir kapı vardı. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- kendi döneminde erkeklerin bu kapıdan girmelerini yasaklamıştır.
Peygamber Efendimiz selâm verince bir miktar yerinde oturur, kadınlar mescidden ayrılıp gittikten sonra kalkardı. Erkek cemaat de Peygamber Efendimiz’den sonra kalkardı. (Bkz: Buhârî, Ezân, 162)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün mescidden çıkarken erkek ve kadınların yolda birbirlerine karıştığını görünce, kadınlara seslenerek:
“-Çekilin, yolun ortasından gitmeye hakkınız yoktur, yolun kenarlarında yürüyün!” buyurdu. Bunun üzerine kadınlar duvara bitişik yürümeye başladılar; öyle ki elbiseleri duvara takılıyordu. (Ebû Dâvud, Edeb, 179)
* * *
Görüldüğü üzere dînimiz, ibadet hâllerindeki ihtilâtı bile uygun görmemiştir. Ve “harama sebebiyet verecek yolların kapatılması” (sedd-i zerâî) gereğince de ihtilâtı yasaklamıştır.
Kadının Çalışması
Mâlumunuzdur ki, İslâm’da çalışıp maîşet elde etmek ve ihtiyaçları gidermek, erkeğin vazifesidir. Yani kadının çalışıp para kazanma gibi bir mes’ûliyet ve mecburiyeti yoktur. Ama istisnâlar mutlaka vardır: “Eşi olmayan, babası veya ona bakacak bir erkek akrabası olmayan ya da olduğu hâlde kendisine bakmayan hanımlar da var, onlar ne yapacak?” denirse;
İslâm, hanımların çalışmasını yasaklamamıştır. Çalışabilir elbette… Ancak hangi ortamlarda? Fıtratına uygun, kadın-erkek ihtilâtının olmadığı çalışma sahaları tercih edilmelidir. Evet, bugün birçok okulun öğretmenler odası, kadın-erkek karışık ve her gün aynı ortamda çalışmanın verdiği bir samimiyet ve bazen de lâubâlîlik olabiliyor. Diğer taraftan mesele sadece öğretmenler odası değil!.. Hanım öğretmenlerin, büluğ çağını aşmış erkek öğrencilere derse girmesi de uygun değildir.
Bayan öğretmen arkadaşlarımız, özel kız liselerini veya Kız İmam Hatip’lerini tercih edebilir; yine imkân nisbetinde erkek öğretmenlerle bayan öğretmenlerin odaları ayrılabilir.
Bu yazımı okuyanlar, bana, belki:
“-Hazret-i Âişe Annemiz’e erkek sahabîler gelir, sorular sorardı.” diyeceklerdir.
Hazret-i Âişe Annemiz, erkek sahabîlerle perde arkasından konuşur ve onların sorularına cevap verirdi. Tesettür âyetinin gelmesinden sonra, annelerimizin hepsi de sadece tesettüre girmekle kalmamış, yüzlerine peçe de örtmüşlerdir. Aynı zamanda onlar, kendisine soru soran kimselerin mânen “annesi” hükmündeydi ve fıkhen hiçbir şekilde evlenme imkânları yoktu. Buna rağmen onlarla konuşurken de oturmalarına, kalkmalarına dikkat etmişler; câhil veya art niyetli insanların aklına kötü düşüncelerin gelmesine fırsat vermemişlerdi.
Biz siyer kitaplarından Hazret-i Hatice Annemiz’in ticaret yaptığını da öğreniyoruz. Evet, Hazret-i Hatice Annemiz, Peygamber Efendimiz’le evlenmeden evvel ticaretle meşguldü. Peygamberimiz’le evlendikten sonra ise, malının bütün tasarruf ve yönetme hakkını Peygamber Efendimize devrederek evine çekilmiş, bir müddet sonra da yeğeni Hâkim ve hizmetçileri ile malını işletmiştir. Ayrıca Hatice Annemiz’in zamanında henüz tesettür âyeti de, ihtilât yasağı da gelmemiştir.
Fakat bu, kadının hiçbir zaman çalışmayacağı mânâsına gelmez. İslam, ihtiyaç zamanlarında kadınların erkeklerle bir arada bulunmasına ve çalışmasına da izin vermiştir. Nedir bu mecburiyet durumları? Meselâ savaşlarda, kadınlar, erkeklerle beraber cihad meydanına gitmiş, bazen orada hemşirelik yapmış, bazen de eline kılıç, ok-yay alarak savaşa katılmıştır. Muavviz’in kızı Rubayyi’ der ki:
“Biz Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte savaşa çıkardık ve askere hizmet edip onlara su içirir, yaralıları tedavi edip şehitleri Medîne’ye taşırdık.” (Bkz: Buhârî, Cihâd, 68)
Bugün Geldiğimiz Nokta
Bugün başörtüsü meselesi çözülmüş olabilir, ama tesettür meselesi başladı. Bazen içimden:
“-Keşke hiç çözülmeseydi!” demekten kendimi alamıyorum.
Çünkü sadece başörtüsü takmakla iş bitmiyor, tesettürümüz ne âlemde?! Tesettür; örtmek, gizlemek demektir. Maalesef bugün “tesettürlü hanım” dediğimiz hanımların kaçının tesettürü onu örtüp haram bakışlardan gizliyor?!
Başörtüsü mücadelesi, tesettür zaafa uğrasın diye yapılmadı. Başörtüsü, tesettürü tamamlayan, onun varlığını tescil eden bir semboldür. Tesettür yoksa, başörtüsü de yok olmaya mahkûmdur. Bunun için tesettür mücadelesinin başladığı ilk yıllara bakalım; o zamanlarda tesettürü tamamlayan başörtüsü nasıldı? Bunu zihnimizde canlandıramıyorsak ya da o devirleri yaşamamış yeni nesillerden isek; “Minyeli Abdullah”, “Danimarkalı Gelin”, ve “Yalnız Değilsiniz” gibi filmlerde genç kızların başörtülerine bir kere daha bakalım. İşte oradaki başörtüsü ve tesettür için mücadele verildi. Bir de bugün sokaklarımızda, okullarımızda, iş yerlerimizdeki başörtüsü ve kıyafetlerimize bakalım. Nereden nereye savrulmuşuz?! Mesele bir “günah keçisi” arayıp suçu ona yıkmak değil!.. Hepimiz kendimizi sorgulamalıyız; hangi hayat tarzı ve kıyafet, İslâm’a daha uygun?!
Bir seminer vesîlesi ile bir Kız İmam Hatip Lisesi’ne davet edildim. Seminerin akabinde kitap imzalatmak için sırada bekleyen kızların hocalarına saygısızlık ettiğini görünce o kızları uyardım.
“-Hocalarınıza saygı gösterirseniz, ilmin lezzetini alırsınız.” dedim. Kızlardan biri yanımızdan uzaklaşıp giden hocasının arkasından bakıp:
“-Bu hocaya mı saygı göstereceğiz?! Kendisi bile anlattıklarından uzak yaşıyor.” dedi.
Diğer öğrenci de:
“-Şişşt, o din hocası, çarpılırsın alimallah!..” diyerek espriyle uyardı.
Hocahanımın arkasından baktım. Din hocası olduğunu da bilmiyordum. Tunikten daha kısa, gömlekten biraz daha uzun, dar, beyaz forması; önü tamamen açık, altında da dar demenin bile dar kalacağı bir pantolon... Ve talebelerinin gözünde ne sözü tesirli, ne de hâli… Acıklı bir manzara… Unutmayalım, “İnsanlar, şahsiyet ve karaktere meftun olurlar!” Şahsiyet ve karakterin en önemli işareti de, söylediğimiz sözle yaşantımızın uyum içinde olmasıdır.
Birçok arkadaşım, öğretmen olarak atandı. Belki geri dönme imkânları da olmayabilir. Lütfen başınıza taktığınız başörtüyü emreden Rabbimizin bu emrine lâyık bir tesettür içinde olalım. Formalarınız uzun ve bol olsun. Giyiminizle, hâlinizle sözünüz bir bütünlük arz etsin. Okullarda başörtünüzle sigara içmeyin. Erkek öğretmen ve öğrencilerle gereksiz sohbet ve muhabbetlerin içine girmeden, mümkün olduğunca ihtilâttan sakınma emrine riâyet ederek gayret gösterelim. Hangi branşta olursanız olun, unutmayın ki, başınızda başörtünüz olduğu müddetçe evvelâ hâlinizle bir “din hocası” hükmündesiniz.
Tesettürünüzle, okuldaki namaz hassasiyetinizle öğrencilere örnek olursanız, talebeleriniz size meftûn olacaktır.
En son olarak mektubu yazan Ayşe Müge Kardeşime de bir çift sözüm var: Ayşe Kardeşim, doğru yol üzerindesin!.. Unutma, bugün unutulmayan, hâlâ dualarımızda olan:
“-Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir; hangisine tutunursanız kurtuluşa erersiniz!” müjdesine nail olan sahâbîleri “sahâbe” yapan özelliklerden biri de İslâm’ın emirleri hususunda mallarından, vatanlarından, canlarından, kısacası nefse tatlı olan her şeyden tereddüt etmeden vazgeçip Allah rızâsını tercih etmeleriydi. Sen de bu tercihinle asrın Âişe’si ve Fâtıma’sı olma yolunda adım atmış oluyorsun! Kul, Allah rızâsı için bir kapıyı kapatırsa, Allah da o kul için, bundan daha hayırlı on kapıyı açar. Bu tür tercihler de bizim cihâdımız sayılır; cihâd ve gayretin mübârek olsun!
YORUMLAR