Hacca giden kardeşlerim,
Büyük, mübarek ve mukaddes bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Yolculuğa başlamadan önce hazırlıklarınızı tamamlayın, yol azıklarınızı denkleştirin. En büyük azığınız, yiyecekler değil, “takvâ”dır.
Bu takvânın îcabı, böyle temiz ve mukaddes yolculuğa başlamadan “kul hakları”dan kurtulmaktır. Mükellef olduğumuz zamandan beri üzerimizde hakkı olan herkesle görüşüp helâlleşmeye çalışmalı, özellikle aramızda kırgınlık, dargınlık ve küslük olan kimselerle görüşmeliyiz. Bilmeliyiz ki, makbul bir hac neticesinde kişi, “annesinden doğduğu gibi” tertemiz olur, günahlarından temizlenir; fakat kul hakları hâriç… O yüzden Rabbimizin dâvetine icabet etmeden önce mânevî yüklerimizden kurtulmalı, en azından onları olabildiğince hafifletmeliyiz.
Bu yolculuğa çıkarken dikkat edilecek diğer bir husus da “helâl kazanç” ile bu yolculuğa çıkmaktır. Haramdan kazanılan paralarla, başkasının alın teri kalmış ya da zekâtı ödenmediği için muhtaçların payı ile kirlenmiş parayla “makbul hac” olmaz!..
Bu yolculuğa gidenler, Allâh’ın “seçilmiş misafirleri” ve “ümmetin temsilcileri”dir. Onlar, oraya sadece ticaret ve seyahat için gitmezler. Elbette alışveriş câizdir, hac döneminde ve umrede de insan ihtiyacı olan şeyleri alacak, helâl yoldan ticaretle meşgul olacaktır. Ama birinci niyet, bu olmamalıdır.
Hacca giden, Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın asırlar öncesindeki dâvetine icabet etmiş demektir. Orada Allâh’ın beyti Kâbe’yi ziyaret eder; Makam-ı İbrahim’de namaz kılar. Tavaf eder, Safa ve Merve tepeleri arasında sa’y eder. Her bir ibadetin, her bir vazifenin insana hatırlattığı hâdiseleri yâd eder. Her birinin rûhâniyetinden istifade eder.
Orası, Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- ile Hazret-i İsmâil -aleyhisselâm-’ın mekânı, Hacer Validemizin makamıdır. Orası, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in doğup büyüdüğü, nübüvvet şerefine mazhar olduğu, tebessüm ettiği, hüzne gark olduğu, ayak bastığı mekânlardır. İslâm’ın ilk filizlendiği yerler, Kur’ân-ı Kerîm’in insanlığa ilk nurlarını göndermeye başladığı mekânlardır. Her bir taşında bir hâtıra, bir gözyaşı, bir alın teri vardır.
Orada her türlü, günahtan, çirkinlikten, kavga ve gürültüden uzak durmalıdır. Orada insanları incitmekten, onları hor görmekten, küçümsemek ve hakaret etmekten vazgeçmelidir. Orası, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan itibaren gelip geçmiş bütün insanlığın mânevî merkezi, yeryüzünün buluşma noktasıdır. Oraya her kültürden, her yaş ve seviyeden insan gelir. Bizim vazifemiz, kendimizi onlarla kıyaslamak değil, Allâh’a en güzel kul olma hususunda onlarla yarışmaktır.
Orada dilini, elini, gözünü tutan kurtulmuştur. Orada affeden, hoş gören, kendi ibadetiyle ve günahlarıyla meşgul olan kurtulmuştur. Ezilse de ezmeyen, üzülse de üzmeyen, incinse de incitmeyen kurtulmuştur.
Tekbir ve telbiye getirerek Allâh’a teslim olan, Zemzem ile ferahladığı gibi, ruhunu da arıtan kurtulmuştur. Kur’ân-ı Kerîm ve tesbihlerle meşgul olan, salavât ve duâlarla dilini ve gönlünü meşgul eden kurtulmuştur. Şeytanı eliyle taşladığı gibi, gönlünden de kovan; fitne ve vesveselere yakasını kaptırmayan kurtulmuştur. Oradan îmanını kuvvetlendirerek gelen, ibadetinin lezzetine varan, günahlarını ve kötü alışkanlıklarını geride bırakarak hayatında temiz sayfa açabilen kurtulmuştur.
Rabbimiz, sizlere makbul ve mebrur haclar nasip etsin. O mübarek beldelere ve o beldeleri şereflendiren mübarek kimselere bizden selâm götürün. Bizi de duâlarınızda unutmayın.
YORUMLAR