Hayvanlarını otlatmış, çıkıp gelmektedir, bir elinde asâsı... Çocuklar haber verirler Üveys’e kendisini iki kişinin aradığını. Buluşur Üveys, o iki kişi ile… Birisi Hazret-i Ali diğeri Hazret-i Ömer… Ellerinde de bir hırka…
* * *
Medine sokaklarında bir dost kokusu duyar Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-… Kendisini hasret ile görmeye gelen, ama göremeden dönen Üveys’in kokusunu. Yakup -aleyhisselâm-’ın oğlunun gömleğinin kokusunu kilometrelerce uzaktan aldığı gibi alıvermiştir. Dostların kokuları öylesine sarar semâyı. Dostların birbirlerinin kokusunu hissetmemesi, olacak iş değildir. Güzel insanlar güzel kokar, melekler onların kokularını dostlarına ulaştırırlar. Allah için seven dostlara…
Üveys… Sırlarla dolu Üveys, kendindeki esrarın farkında değildir. Kokusunun Allah Rasulü’nü mest ettiğinin de… Duâ ister, cennetle müjdelenen iki büyük sahabî Karenli çoban Üveys’den… Söylerler Üveys’e, Üveys’te olup da kendisinin fark etmediği sırrını. Derler:
“-Allah Rasulü buyurdu ki; «Üveys’in duâsını Allah kabul eder, O’ndan duâ isteyin!..»” (Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 223-225)
Cennetle müjdelenen iki sahabî, Üveys’ten duâ istemekte… Şaşırır Üveys … Sırtına kocaman bir yük almış gibi beli bükülür. Bu sır, tehlikeli bir sırdır. Keşke bilmese idi kendindeki bu sırrı…
Artık onu kim görse duâ istemektedir. Herkes Hazret-i Ali ile Hazret-i Ömer mi ki sadece âhirete dair istekte bulunsun?! Dünyalık isterler Üveys’ten:
“-Duâ et, ürünümüz iyi olsun!”,
“-Duâ et, kızımız-oğlumuz evlensin!”,
“-Duâ et, hayvanların sütü bol olsun.”
Kabul olunan bir ağızla yapılmış duâ ile kendilerini garantilemek isteyen insanlar yüzünden, Üveys, bir gece terk eder Karen köyünü... Duânın kabul olması da büyük bir yüktür çünkü. Tembelin, hırslının, hasetçinin duâsına âmin demek de çok büyük vebal…
Hırka Üveys’in sırtında… Dost kokusu Üveys’in burnunda değil kalbinde, ruhundadır. Göremediği Sevgili’sinin kokusu ile gezer dağı taşı. Anası da vefat etmiştir. Kim tutabilir ki artık Üveys’i Karen köyünde. Bilinmeden yaşamayı sever o. Gözden ırak olmak, ama Allâh’a yakın olmak derdi vardır onun... Anlamıştır ki Allah Rasûlü’ne sahâbî olmasına izin verilmeyecektir. Çünkü dünya gözü ile Allah Rasûlü’nü görüp inanmış kimseler ancak sahâbî olabilirler. Üveys, tâbiûn halkasından biri olarak kalacaktır dâima. Mânâ âlemindeki görüş keskinliği ne kadar çok olsa da dünya birlikteliği nasip olmamıştır koca Üveys’e, koca âşığa…
Yoksul Üveys, çobanlık yaparak âmâ anasına bakan Üveys… Gözü yoktur parada pulda. Bu dünyada geçer akçe olan paranın-pulun geçmeyeceği yerler için gerekli sermayenin derdindedir. Necip Fazıl merhumun dediği gibi:
“Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!
Mezarda geçer akçe neyse onu biriktir!”
Dünya malının derdi onda yoktur. Sosyal güvencem olsun, bir evim olsun gibi dünyaya dair endişeler taşımaz Üveys… O, tâbir câizse, tek tüfek yaşar. Dünyayı sevmez, dünyadan hazzetmez. O dünyayı sevmeyince, kalbinden dünyanın cîfesi çekilip gidince gönlü ayna oluvermiştir Cenâb-ı Hakk’a... Onun gönlü, tek bir aşkın ve tek bir sermayenin derdindedir. Muhabbetullâh’ın, Allâh’ın onu sevmesi ve ondan râzı olmasının derdi... Dünyalık derdi olmayanın gönlüne muhabbetullah salına salına gelir. Öyle bir yerleşir ki gönlün baş köşesine, kimseler çıkaramaz onu yerinden…
Dünya endişesi olmayan Üveys’e, Rahmanî kapılar açılır yavaş yavaş, hâlinden memnundur Üveys…
Âmâ ananın bakımı pek de kolay değildir. Gönülleri sırça gibidir, evlada muhtaç olan anaların… Üveys, çok konuşan birisi değildir. Hâlini hatırını sorar anasına. Onu dinler can kulağı ile… Dinler, arada da iki kelam söyler, yine susar. Dinler, dinler… Susup dinlemesini bilene, sadece hayır söyleyip ağzından hod kelam çıkmayana açılır yine Rahman’ın sır kapıları… Üveys anlamadan geçmektedir, ince ince dehlizlerden…
Çocuklar konuşurlar Üveys’i muhatap alıp da… Köylü ile pek sohbet etmez Üveys… İşini iyi yapar. Onun çobanlık yaptığı hayvanlarda süt verimlidir. Hayvanlar huzurludur, sağlıklıdır. Köylüler, Üveys’i bu sebeple severler. Hayvanların dilinden iyi anlayıp, onlara merhametli olduğu için… İnsanların dilinden de anlar Üveys, ama doğrusu insanlar zor varlıklardır, nankördürler. Her şey iyi iken iyidirler de işler bir kez yolunda gitmesin, minnet üstüne minnet eder, verdikleri beş kuruşu başa kakarlar. Üveys iyidir dağların başında hayvanlarla, kuşlarla, otlarla... Gıybet bilmeyen, dedikodu etmeyen Üveys’e açılır sırlar, Üveys hiçbir şey hissetmeden…
Bir dilim ekmek için Rabbine binlerce teşekkür eder Üveys kanaatkârdır, şükür ehlidir. Yarın ne yiyeceğim derdinde hiç olmaz Üveys… Çalışıyordur ya, Allah onu aç koymaz; bunu bilir, buna îman eder Üveys. Kanaatkârlık da açar ona Rahmânî kapıları, Üveys hiçbir şey hissetmeden…
Dost ile hemhâl olan Üveys’e, dost yeni haberler gönderir. Yemen’in bir ucunda Karen köyünde Hazret-i İbrahim’in Kâbe’yi inşa ettikten sonra Ebû Kubeys tepesine çıkıp dört tarafa seslenip insanları Kâbe’ye ibâdete çağırması gibi… Rüzgâr, nasıl insanların kulağına Hazret-i İbrahim’in muştusunu götürmüşse, çoban Üveys’e de dağ başında hayvanlarını güderken rüzgâr fısıldamıştır; Allah Rasulü’nün peygamberliğini… Medîne’de bir güneşin doğduğunu…
Dağ başlarında dağların Rahmânî havası ile gece gökyüzünde yıldızlar ile konuşan, gündüz çayır, çimen ot ile yoldaş olan Üveys, insanlardan değil, kâinâtın diğer varlıklarından kuşundan, börtü böceğinden aşkı öğrenmiştir. En Yüce olan’a, Biricik Yaratan’a, Rab olan’a aşkı… Puta tapmayan Üveys, hemen îman etmiştir; kimse duymadan bilmeden Allah Rasulü’nün peygamberliğine… Kelime-i şehâdet getirmiştir, ilham olunduğu kadarı ile. Üveys’in yüce dostu Cenâb-ı Hak, sevdiği Rasûlü’nü yüce gönüllü, temiz yürekli, gönlü îman dolu Üveys’e sevdirmiştir mânâ âleminde…
Yanar tutuşur Üveys, Rasûlullah’ın aşkı ile. Allah Rasûlü, torunlarını büyük bir sevgi ile öpüp okşayıp severken Cebrail’in verdiği haberle Allah’tan çok kimsenin sevilmeyeceğine olan îmanı tekrar tazelenircesine öğrenir ya hani, iki torununun da şehit edileceğini… Üveys’te her ne kadar anasından aldığı izinle görmeye gelse de biricik sevgilisi Allah Rasûlü’nü; göremez. Görmek için bekleyemez bile… İzin verildiği kadar görecektir, kaderi zorlamaz, boynunu büker ve son nefesini verene dek de hasret gider Allah Rasûlü’ne… En çok Allah sevilecek, Allah kadar kimse sevilmeyecek!.. Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dahî, Allah izin verdiği için ve O’nun izin verdiği nisbette sevilecek. Ama her şeyden önce Cenâb-ı Hak… Sevgide O’na kimse eş tutulamaz zira. Aksi şirk olur, büyük zulüm olur, büyük haksızlık olur.
Bu nasıl bir imtihandır ki, her geçen gün Allah Rasûlü’ne duyduğu aşk artmakta, ama ayakları bağlı, bir adım bile atamamakta?! Annesi, bir mânî gibi görünse de gerçek engel, daha büyük yerdendir. Hasret ile yanmanın mertebesinin, sevdiğini görerek yanmaktan daha büyük olduğu öğretilmektedir Üveys’e, Rab olan Allâh’ın terbiyesi ile…
Sevgisi dayanılmaz olduğu zamanlarda gözyaşı yetişir Üveys’e… Âşıkların gözyaşı ki, eritir dağı-taşı, demiri… Hırka yetişir imdâdına… Rasûlullâh’ın hırkası…
* * *
2009 yılında Fâtih Müftülüğü’ne bağlı Kur’ân kurslarını teftiş görevi verilmişti bize. İki arkadaş, Fâtih Müftülüğü’ne bağlı bütün kursları incelemiş, gerekli bilgileri derlemiştik. Beni en çok Hırka-i Şerîf Kur’ân Kursu etkilemişti. Diğer kurslardan daha zengin değillerdi. İmkânları da diğerlerinden çok farklı değildi. Ama orada hâfızlık yapan çocuklarda bir farklılık, bir başkalık vardı. Son derece sâkindiler, takvâlı idiler. Hâfızlık güzel gidiyordu ve çocuklar çok huzurlu idiler. Hâlbuki hepsi gurbetten gelmiş, sıla hasreti çeken çocuklardı. O zaman hocalarına sormuştum:
“-Bu hâlin hikmeti ne ola?” diye…
“-Hocam, hikmeti, hemen yanımızdaki Hırka-i Şerif’te arayın!..” dedi, kursun müdürü… Gönlüm doldu doldu, coştu. Hikmet, bir Peygamber’in hırkasına komşuluk etmekte idi demek…
Üveys’e, bu derece büyük peygamber sevgisi, dünyayı terk etmesinden gelmişti. Gönlü ayna olmuştu, dostun gönlüne... Kendisini göremese de…
Çünkü dünya hayatını sevmek ve dünyanın süslerini sevmek ile Allâh’ın ve O’nun Rasûlü’nün sevgisi bir arada bulunmaz. Çünkü kalp, iki parçaya bölünmez!..
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in zevceleri, savaşlarda kazanılan ganimetleri üzerlerinde görmek, biraz daha pahalı ve gösterişli giyinmek isterler. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, eşlerinin kalbine dünya sevgisinin girmesi sebebiyle âhiret gayretinin azalabileceği endişesi içinde isteklerini reddeder. Bu esnada Peygamber Efendimiz’e yol gösterici âyetler nâzil olur:
“Ey Peygamber! Zevcelerine şöyle söyle: «Eğer dünya refah ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allâh’ı, Rasûlü’nü ve âhiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfât hazırlamıştır.»” (el-Ahzâb, 28-29)
Peygamber eşi olduğu hâlde, dünya hayatını ve dünya süsünü istemenin Peygamber Efendimiz’den ayrılma sebebi olacağı böylece net bir şekilde ortaya konulmuştur. Ortada bir gerçek varsa, o da dünya sevgisi ile Allah ve Rasûlü’nün muhabbetinin, âhiret endişesinin bir arada bulunmayacağıdır.
Kanaatsiz, teşekkürsüz insana, gelecek endişesi ile dopdolu insana, Peygamber sevgisi nasıl gelir?! Mevlânâ’nın Mesnevîsi’nde bir öküz hikâyesi vardır. Öküz, sabahtan akşama kadar çayırlarda çimenlerde karnını doyurup semirir, gece olduğu zaman ise ağlayıp inleyerek:
“-Ya yarın hiç yiyecek bulamazsam, aç kalır ölür gidersem, benim hâlim ne olacak?” diye kederden zayıflarmış.
Öküzün bu hâli yıllarca sürmüş. Her gün ot bulmuş, ama gönlündeki gelecek endişesi hiç bitmemiş.
İşte bu endişe, bugün bizim mâneviyâtımızı mahvetti. O sebepten olsa gerek ki; dünya endişesi ve sevgisi o kadar fazla ki bizlerde, Rasûlullah muhabbeti, hangi ara girecek gönlümüze?!
Tevbe Sûresi’nin 24. âyet-i kerîmesinde şöyle buyruluyor:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.”
Hemen hepimizin evinde en az bir hafta yetecek yiyecek var. “Elimizde ayran tasımız var, lâkin neden böreğim yok!” sıkıntısı içindeyiz. Bu derece endişelerle dolu olursak, gönlümüze mâneviyatın neşesi nasıl gelebilir?! Kederlerimizi dağlar kadar büyütüp, mutluluklarımızı hiç görmüyoruz. Olumsuza odaklanmak, gelecek endişesini damarlarımızda, hücrelerimizde hissetmek, Allah Rasûlü’nün muhabbetine gönüllerimizde yer bırakmamakta…
Velhâsıl-ı kelâm; biz Üveys olalım, bulunur bize de bir hırka…
Fatma Hâle Liman Sağım
YORUMLAR