Allah Teâlâ’nın râzı olacağı amelleri yerine getirmek; nehyettiklerinden sakınmak mânâsına gelen “ibadet”; aynı zamanda sosyal hayatı tanzim eden en önemli vazifelerden biridir.
“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım!..” (ez-Zâriyât, 56) âyet-i kerîmesinde, insan ve cinlerin yaratılış sebebi olarak gösterilen ibadet, “özel ve genel ibadetler” olarak iki kategoride incelenebilir:
1-Namaz, oruç, hac ve zekât gibi belirli zaman ve mekâna hasredilen ibadetlere, “Özel İbadet” ismi verilebilir.
2-Belirli söz ve şekillerin dışında, Allâh’ın rızâsını kazanmak amacıyla yapılan her türlü güzel hâl ve hareket, doğru söz ve davranış ise, “Genel İbadet” olarak adlandırılabilir. Dînî literatürde buna “sâlih amel”, “hayır-hasenât”, “sadaka-i câriye” isimleri de verilmiştir.
Nitekim; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “Muhakkak ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, Îman, 41) buyurmuş; her söz ve davranışın niyetle irtibatına dikkat çekerek yolda eziyet veren taşı kenara çekmekten, tebessüm etmeye kadar bütün güzel hareketlerin ibadet olarak değerlendirileceğini bildirmiştir.
İbadetlerden Murad Olunan
Günümüze kadar vahyolunan bütün ilâhî dinler, “Rabbe itaati, teslîmiyeti, vahdâniyeti” emretmesinin yanında, insanın tâlimini, kemâl bulmasını ve sosyal hayatı tanzim etmeyi hedeflemiştir. Bu minvalde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Din, güzel ahlâktır.”
“Kıyamet gününde mizanda en ağır gelen amel, güzel ahlâktır.” (Tirmizî, Birr, 62/ 2002) buyurmuştur.
İslâm’ın ilk yıllarında müşriklerin işkencesinden Habeşistan’a sığınan müslümanlara, Habeşistan kralı Necaşi:
“-Kavminizle aranızın açılmasına sebep olan bu din nedir?” diye sorduğunda Câfer bin Ebî Talib, İslâm Dîni’ni şöyle özetlemiştir:
“-Ey hükümdar, biz câhil bir millettik. Putlara tapar, leş yer, her türlü kötülüğü yapardık. Akrabalarımızla münasebetlerimizi keser, komşularımıza eziyet ederdik. Kuvvetli olanlarımız, güçsüz olanlarımızı ezerdi. Yüce Allah, bize içimizden, soyunu, doğruluğunu, emînliğini, iffet ve nezâhetini bilip tanıdığımız bir peygamber gönderinceye kadar, durumumuz bu idi. O Peygamber, bizi Allâh’a, Allâh’ın birliğine inanmaya, O’na ibadet etmeye dâvet etti. Doğru sözlü olmayı, emânetleri yerine getirmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Her türlü ahlâksızlıktan bizi nehyetti…” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 202-203; V, 290-291; Heysemî, VI, 25-27)
Câfer bin Ebî Tâlib -radıyallâhu anh-’ın zikrettiğimiz şekilde bildirdiği gibi, İslâm Dini’nin esâsı; “Tevhid, ibâdet ve güzel ahlâkı inşâ”dır. Nitekim ibadetlerin asıl maksadı Allâh’ın rızâsını tahsil olmakla birlikte, diğer taraftan da, insanda ve toplum hayatında, dayanışma, yardımlaşma, adâlet ve huzuru hâkim kılmaktır.
Namaz ibadeti, kişiyi fuhşiyâttan ve çirkin davranışlardan uzak tutmayı; oruç ibadeti, sabırsızlık ve bencillikten korumayı; hac ibadeti de, insanları kibir ve ırkçılıktan uzaklaştırarak eşitlik, hakkâniyet ve kul hakkını gözetmeyi temin etemektedir.
İyi bir müslüman olmak için, her şeyden önce iyi bir insan olmak gerekir. Bu da insânî özellikleri artırmakla; iyilik, güzellik, yardımlaşmak, sevgi ve merhametle muâmele etmek, doğrulardan olmak, hak ve hukuka riâyet etmek, eşine, işine, çocuklarına karşı en güzel muâmeleyi göstermekle elde edilebilir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Sizin en hayırlınız, ehline en iyi davrananınızdır.” buyurmaktadır. (İbn-i Mâce, Nikâh, 50)
Takvâ sahipleri olanlar ise, Allah Teâlâ’nın pek çok husûsî medhine mazhar olmuş insanlardır. Kur’ân-ı Kerîm, takvâ sahiplerinin özelliklerini anlatırken şöyle buyurmuştur:
“O takvâ sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için infâk ederler; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrân, 134)
Toplumun Temelinde Sâliha Kadın
Sözleri kadîm tarihin tecrübelerinden oluşarak gelen atalarımız, “Yuvayı dişi kuş yapar.” derken, evin, dolayısıyla da toplumun îmarını kadına/anneye emânet etmişlerdir. Bütün bir toplumun terbiyecisi olan kadın, ev hâricindeki pek çok konudan muaf tutularak “kavvâm” olan, yani evi nezâret ve muhafaza eden, işlerin mes’ûliyetini üzerine alıp iyi idare eden erkeğin korumasına verilmiştir. Takdir edilmelidir ki, toplumun mimarlığı, büyük sorumluluk isteyen zor ve meşakkatli bir iştir. Bu sebeple, Allah Teâlâ, onları bu büyük sorumluluk içerisinde farklı bir konuma yerleştirmiş, pek çok yönden mükâfatlandırmıştır. Bunlardan biri de kadının ev içerisinde sevgiyle yapmış olduğu her türlü iş ve hizmetin, ibadet olarak sayılmasıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Sizden birinizin kendi evinde yapacağı bir iş, mücahidlerin yaptığı cihad sevabını kazandırır.” buyurmaktadır. (Kenzü’l-Ummâl, 45146)
Bu konuyla ilgili olarak ashab-ı kirâmdan Esmâ -radıyallâhu anhâ- ile Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in konuşması önemlidir. Bir gün Esmâ -radıyallâhu anhâ-, Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“-Yâ Rasûlallah!.. Anam-babam Sana fedâ olsun. Allah, Seni bütün erkeklere ve kadınlara Peygamber olarak göndermiştir. Biz kadınlar, Sana ve Rabbimize îmân ettik. Lâkin biz, evlere kapanıp kalıyoruz, beylerimize hizmet edip çocuk yetiştiriyoruz. Siz ise Cuma namazları kılmak, câmilere ve cemaate gitmek, hastaları ziyaret etmek, cenâze namazı kılmak, hac üstüne hac yapmak, daha da önemlisi Allah yolunda muhârebe ve cihâd etmek gibi faziletlerle bizden üstün oluyorsunuz. Ancak siz, hac, umre ve kâfirlerle mücâhede etmek üzere evinizden çıktığınız vakitlerde, biz, sizin mallarınızı korur, iplik eğirip elbiselerinizi dokur ve çocuklarınızı besleriz. O hâlde bizler de hayır ve sevaplı işlerin ecirlerinde sizlere ortak oluyor muyuz?” diye sorar.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Esmâ -radıyallâhu anhâ-’dan bu sözlerini dinledikten sonra, yanlarında bulunan ashâbına dönerek:
“-Siz hiç din işlerinde soru soran bir kadından, bundan daha güzel sözler işittiniz mi?!” buyurdu. Onlar da:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü!.. Biz bir kadından böyle güzel ifadeler beklemezdik!” deyince Rasûl-i Ekrem, tekrar ona hitap ederek:
“-Ey Hatun! Diyeceklerimi belle ve senin gibi diğer kadınlara da anlat: Hanımların kocası ile iyi geçinip kocasının hoşnutluğunu kazanması, o faziletlerin hepsine eşit olur.” buyurdu. (Beyhakî, Şuabü’l-Îman, VI, 421; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 19)
Farklı sorumluluklarla birbirlerini tamamlayan kadın ve erkeğin yapmış olduğu iş ve ibadetler de farklı farklıdır. Burada mühim olan; “niyet ve ihlâs”tır. Şurası da unutulmamalıdır ki; kadın ve erkeğin sorumlulukları, binanın tuğlaları gibi birbirini tamamlar. Biri olmadan diğerinin ehemmiyeti, zayıf kalmaktadır. O hâlde Allâh’ın nasip ettiği cinsiyetlerimizi inkâr veya bozup değiştirmeye çalışma yerine, o cinsiyet ve fıtratımıza yerleştirilmiş olan kabiliyet, imkân ve özellikleri keşfedip geliştirmeye gayret göstermeliyiz. Bu da bizim imtihanımızdır.
YORUMLAR