Hayatın gürültüsü karşısında sessiz kalmış, yoğunluğuna durup bakakalmış, kalabalıklar içinde ıssız dolaşmış bir yürek onunki…
Her şey menfî iken etrafında, o inatla bunları müspete çevirmek için uğraşmış. Sığındığı Rabbine:
“Rabbim, üzerime sabır yağdır ve canımı Müslüman olarak al!..” diye yakarmayı gönlüne sindirmiş ve bu rûhu, amellerine taşıyan bir anne olmuş toplumda... “Toplumu âbâd etmeye kendimden başlamalıyım.” diyen bir mü’mine olmaya uğraşmış.
On dokuz yaşında yapmış olduğu evliliğinin yedinci ayında -mertebesinin yükselmesi için olacak ki- imtihanlar peşpeşe sıralanmaya başlamış hayatında... Önce beyini askere göndermiş taze gelinken… Beş ay sonra bebeği olunca, Azerbaycan kanunlarına göre, bebeği var diye geri göndermişler asker babayı… Tam beyinin geldiğine sevinecekken, adamcağızın uyuşturucu alışkanlığı ile savaşır olmuş bîçâre anne…
Ama kocası olacak şaşkın adam, bakkala ekmek borcunu ödemek için evden götürdüğü güldanlığı dahî satıp parasını yine uyuşturucuya yatırmış.
Derken ikinci çocukları dünyaya gelmiş. Lâkin baba, bu haberi cezaevinde öğrenmiş. Kadıncağız, beyinin yakalanıp hapse atıldığına sevinir olmuş âdeta… Bakkala olan borçlarını, geceleri fındık içi temizleyip ödemeye çalışmış. Kilosunu otuz kuruştan daha az paraya temizleyerek…
Vefakâr kadın, iki çocuğuyla, iki ayda bir beyini ziyarete gidiyormuş. Beyi gittiklerinde ne dese iyi:
“-Evi satın; o parayla rüşvet verin de beni buradan kurtarın…”
Kayınvâlidesi akıllıymış ki, evi sattırmamış hayırsız evlâdı için; “İki çocuğun var, kızım onlara bak, büyüt!.. Asıl onların paraya ihtiyacı var…” deyip.
Küçük kız, her eve dönüşlerinde çatallardan tren yolu yapıyormuş, babama gidiyorum diye... Ve yüreksiz baba, dört yıl hapiste, iki yıl da hapishânenin hastahânesinde kaldıktan sonra çıkmış.
Akıllanmış mı? Ne gezer!
Kadıncağızın çilesini katlamak için çıkmış sanki, o dört duvar arasından… Hâlâ uyuşturucu kullanan, hâlâ sigara içen biri olmak için yemin etmişçesine, hayatının son demlerini de yataklarda sürünerek geçirmiş.
“-Kocam kurtulsun diye başlamıştım namaza…” diyor hatun kişi... “Bilmiyordum çektiklerime sabretseydim, sevap olarak geri döneceğini…” diye ekliyor sözlerine.
İki kızını, Kur’ân yoluna adamış şimdilerde. Kızlar, babalarının doğum gününde Kur’ân-ı Kerîm hediye etmişler ona...
Baba:
“-İyileşince ben de namaz kılacağım.” demiş bu mübarek hediyeyi alınca, sevinerek… Lâkin bu, onun “son doğum günü” ve bir dahaki senenin ilk “ölüm yıldönümü” olmuş…
Ekliyor güzel yürekli anne, gözleri dolarak:
“-Ne gariptir ki, çocuklar, babalarının mezarı başında gözyaşı bile dökmediler.”
Bizler, dünyaya gelmeden Rahmân’a bir söz verdik, elest bezminde... Lâkin dünyaya gelince unutturulduk. Rabbim, bu sözü dâima hatırlayanlardan ve ahsen-i takvîm yolunda olanlardan eylesin bizleri…
Eksi sonsuzla artı sonsuz arasında gidip gelen nefislerimizi, müsbet yönde çalıştırmayı nasip buyursun; gördüklerimizden ve yaşadıklarımızdan ibret alarak...
YORUMLAR