Bir “Var-Yok” Tefekkürü

Herkes kendince bir var olma mücadelesi veriyor. Sebepleri, maksatları, niyetleri değişse de bu mücadele neredeyse hiç bitmiyor. Müsbette de menfîde de devam etmekte olan bu hâl, kıyâmete kadar da sürecek gibi görünüyor. Tabi, herkesin kendi kıyâmetine kadar… “Bir varmış, bir yokmuş…” diye başlayan masallar misâli, ömür sona erince, aslında, kim varmış, kim yokmuş o dem ortaya çıkıyor.

E peki, biz nasıl bileceğiz kimin hakikaten var, kimin de hakikaten yok olduğunu? İlâhî!.. Bize ne başkasından! Herkesin kendi varlık problemlerinin çözümünü sorup öğrenmesi gerekmiyor mu, geçip giden şu kısacık devrandan?

O hâlde soralım: “Nedir varlık?”

Lügatlerde şöyle diyor: Kâinatta ya da düşüncede yer alma durumu. Mal, mülk, para, zenginlik, servet. Önemli, faydalı, kıymetli şey. İyi bir hayat sürecek kadar geliri yerinde olma hâli. Toplu güç. Gelip geçici olmayan, kalıcı olan şey.

Bir de şunu soralım: “Nedir yokluk?”

Lügatlerde şöyle söylüyor: Yok olma, bulunmama durumu. Yoksulluk, fakirlik. Adem. Gerçek husûsiyetlerinin ve durumlarının ortadan kaldırılması neticesi bir şeyin var olmayışı, hiçlik.

Sadece sözlükteki tarifleriyle bile birbirini yok eden iki kavram; varlık ve yokluk… Var-yok arası bir vaziyet, her birimizinki… Yok olmak için var olmuşuz, besbelli. Kimi elli seneliğine var, kimi beş yüz… Kalış süresi değişse de gidecek olmakla, yani geçici olmakla alâkalı hakikati değişmiyor yaratılmışların…

Güzel işler var. Güzel işlerin bir vasıflı katılımla dâhil olanları, bir de katılıyormuş gibi yapanları var. Bir “Güzelmiş!” deyip hakkını verenleri, bir de “Güzelmiş!” deyip geçenleri var. Bir kadir kıymet bilip teşekkür edenleri, bir de hasetle dedikodu edenleri var. Var oğlu var, yani...

Diğer yandan, kötü işler var. Kötü işlerin bir vasıflı yolla ve samimiyetle îtiraz edenleri, bir de karşıymış gibi duranları var. Bir “Kötüymüş!” deyip reddedenleri, bir de “Kötüymüş!” deyip içine düşenleri var. Bir kendisinden Hakk’a sığınanları, bir de kendisini koruyamayıp zarardan zarara uğrayanları var.

Hâsılı, bu dünyada iyi de kötü de, çirkin de güzel de var. Peki ya, yok olan ne? Her var, bir yokun delili; her yok da bir varın ispatı iken, bu var-yok meselesi ne?

Mesele, hangi gâyeyle, ne uğurda, ne şekilde var ve hangi yolda, ne adına, ne vesîle ile yok olduğumuz!.. O hâlde hadi, şimdi “Bismillah!” deyip, Allâh’ın kaç sene ömür biçtiğini bilmediğim uzuvlarımı kullanarak, kaç gönülde varlık gösterebileceğine ve kaç sene hizmet edeceğine dâir hiçbir bilgiye sahip olmadığım bir metin yazayım ki, şu da meçhûl: Acaba, başladığım şu yazıyı tamamlayabilecek kadar, var olacak mıyım?

Bunu ancak zaman gösterecek… O hâlde işime bakayım:

Hani şu, gece olup da uykuya daldığımızda, aslında var gibi görünürken yokuzdur ya buralarda… Hani rûhumuz rüyâlar âleminde gezinirken, bedenimiz yatakta kâh kıpırdanır, kâh durur ya... İşte var olmakla yok olmak arası böyle bir şey. İncecik…

Hani daha dün telefonda konuştuğun birinin, bugün vefat haberi gelir de:

“-Daha dün dertleşmiştik!” derken, hakikatin yüzüne vurulmuş olmasının verdiği şaşkınlıkla dolu bir keder hisseder insan… Yakıcı…

Hani, daha birkaç sene evvel akıllı-fikirli biriyken, birkaç sene sonra, göz göre göre aklını kaybeder; unutmaya, kendi adını ve adresini bile hatırlamamaya başlar da beyin… Bunu en yakınlarında seyrederken, kendi sonunu merak eder de endişe duyar insan. Kocaman…

Hani geçirdiği kazada kolunu kaybedip, yıllardır kendisine âit zannettiği bir varlığın yok oluvermesinin getirdiği tuhaf uyanıklık ve o uyanıklığın getirdiği devâsâ yorgunlukla, kalan boşluğa bakarken, şaşkınlık duyar insan. Dehşetli…

Hani her şey çok iyi giderken, birden bire kriz çıkıp dengeler altüst olunca, varlık adını verdiği malı-mülkü yitirir de zengin… Attan düşüp eşeğe bindiği, belki de yaya yürümek zorunda kaldığı yeni günlerde, alıştığından ayrı düşenlere has bir panik yaşar. Ezici…

Bedenin, nefesin, aklın, kolun, malın, mülkün, her an, varken yok olabileceği şu dünyada, misâl o kadar çok ki... Hem, “Acep…” demeli, “Şu namazı kıldım ya, Hak katında var oldu mu ki? Şu sadakayı verdim ya, Hak nezdinde kabul gördü mü ki? Şu saçı taradım ya, yarın dökülüp gider mi ki? Şu sırtımı yasladım ya, yarın tutulur mu ki? Şu soluğu verip verip aldım ya, acep yarın tükenir mi ki? Sesim var, cismim var, derdim var, devâm var, hayâllerim, hayatım var ya, acep nicesine olan bana da olmaz mı ki? Toprağın üstünde gezen vücudum, yarın toprağın altına girmez mi ki?”

Var-yok arası bir hayatta, şu dünyadaki varlığımız hiç yok olmayacakmış gibi dünya için, her an yok olacakmış gibi de âhiret için çalışmak dengesine ulaştık mı ki?

Varlığını suyun içinde eritip yoklara karışan şeker, acep yok mu ki? “Buradayım işte! Ben de varım!” dercesine pilavdan çıkan taş, var da neye yarar ki? Tat katmak için yok olmak mı, diş kırmak için var olmak mı iyi?

Hani diyorum, uzun zamandır görüşmediğin biri aradığında, “Hangi dağda kurt öldü! Sen beni arar mıydın? Aklına gelir miydim!?” diye sitemle var olmak mı, yoksa, kendi kendine, o kadarını da yapmadığını hatırlayıp mahcûbiyette yok olmak mı güzeli?

“-Gölge etme, başka ihsân istemem!” dedirtecek bir varlık mı, “Her yerde sen, her şeyde sen!” dedirtecek yokluk mu daha sevgili?

Uyanıklıkla, izzetle, tâat ve hürriyetle yokluğa ermek varken, gafletle, zilletle, isyanla ve nefse esâretle var olmayı, kim, neden ister ki?

Kulakları varken işitmesi yok olanlar, gözleri varken görmesi yok olanlar, kalbi varken hissetmesi yok olanlar… Hâsılı, var gibi görünürken, aslında yok hükmünde olanlar da ayrıca ibret değil mi?

Secdelerde baş var da gönül yok ise, kıyamlarda kalıp ayaktayken inanç yerlerde sürünmekteyse; yani varmış gibi görünürken yoksan ve var olman gereken yerlerde hakkıyla bulunmuyorsan, ne demeli ki?

İşte, yazının sonu geldi ve ben hâlâ varım. O hâlde, yoklara karışmadan evvel, birkaç tavsiyede daha bulunayım: Ya var ol, ya yok ol kardeşim! Lâkin varlığın hakkını vererek var; yokluğun haddini bilerek yok ol. İlle bir şey olunacaksa, olduğunun hakkını veren ol. Ne olacaksan ol, Allah için ol. İyi düşün: Zaten şu dünyadaki varlığımızın yokluğa dönüşmesine kaç kaldı? Hem, yok olmadan hakiki varlığa kavuşan var mı?

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle