Bir Tel Dolap Dolusu Hatıra

Yüzüne işlenmiş çizgileri izlediğimi fark etmiş olacak ki, aynı çizgilerin fazlası olan ak süte bulanmış ellerini bana doğru uzattı. O muazzam çizgilerle motif motif hayatın yollarını anlatan yüzünde, bir çift anlamlı göz bana bakıyordu. Sessizce gülümsedim. Oturduğum yerden kalkıp ona doğru giden küçük mesafeyi aşarken aklım aceleyle onunla ilgili birkaç fikir üretmişti. Yanına oturdum, ellerimi avuçlarının arasına aldı. Avuçlarının içi taze duâ kokuyordu.

“-Kızım, tel dolap arıyorum. Nereden bulurum, biliyor musun?”

“-Son zamanlarda tel dolap moda oldu. Herkes evine alıyor, ama ben bilmiyorum teyzeciğim.”

“-Sübhânallah, moda mı oldu?” diye sorarken teyze, cümlenin mânâsından önce sesindeki taaccüp ve kınamayı okudum. Bir an yanında oturduğumu unutmuşcasına tekrar uzaklara daldı. Bu esrarlı düşünce molası, içimde tutamadığım bir merak duygusu uyandırmıştı:

“-Moda diye almayacaksan ne yapacaksın ki tel dolabı teyze? Artık buzdolapları var.”

“-Var kızım, var... Buzdolabı da, televizyon da, fırın da, süpürge de hayatı kolaylaştıran her şey var, ama sevdiklerimiz yok!. Bizim eskiden bir ham soframız, bir tel dolabımız olurdu. Akşama kadar herkes çalışır yorulur, akşam olunca o sofranın etrafında toplanır, dolabımızda ne varsa mutlulukla yerdik. Ha, dolabımızda öyle her şey olmazdı. Bir şeye ihtiyacımız olunca kardeş yerine koyduğumuz komşumuza gider, ondan isterdik. Evimizde muhabbet, mahallemizde muhabbet vardı. İnsanların birbirine ihtiyaçları vardı. Âh, âh şimdi öyle mi? Bir tel dolap alıp, eski mutluluklarımı içinde bulmak istedim.”

 Yaşlı teyze, yavaşça yerinden kalkıp içine daldığı efkârıyla beraber yeşillikler arasında gözden kayboldu. Gayr-i irâdî oturduğum yerden:

“-Ümmet olma, cemaatleşme...” dedim, câmiye bakarak...

İnsan maddeyle irtibatını kuvvetlendirip, birbirinden koptukça, farkında olmadan ihtiyaç üretme hastalığına yakalanmıştı. İhtiyacımız olmayan birçok şeyi, ihtiyacımız varmış zannederek hayatımıza dâhil edip, onları satın alma mücadelesi ile hayatı yetiştiremezken, asıl ihtiyacımız olan değerlerden vazgeçmiştik. Kalbimde teyzenin kısa konuşması ile bir tefekkür derinliği ve açtığı bir şuur yarası sızlıyordu. Şimdi evlerimizde, insanlardan, sevdiklerimizden çok eşyalar oturuyordu. Oysa dînimiz; “Evlerinizde yalnız oturmayın!” deyip evlenmeye teşvik ederken, neredeyse namazı cemaat ile kılmayı emredecek noktadayken; komşu hakkından, akraba hakkından bahsedip yolculuğu tek başına yapmamamızı tavsiye ederken, ölmek üzere olan bir sahabî efendimize son amel olarak sohbet meclislerinde bulunması gerektiğini söylemişken, bize her adımda cemaatleşmeyi öğretmemiş miydi?

 Hem dünyada, hem âhirette insana saâdeti temin edecek olan İslâm, insana insanla beraber “el ele, el-Hakk’a” ulaşmayı nasihat ediyor. Bir insan kendisini ne kadar geliştirmiş olursa olsun, bir toplulukla irşad ipine tutunup, bağlarını kuvvetli tutmadıkça, mânevî dinamikleri kullanılamaz hâle gelecektir.

 Son zamanlarda toplumda bulunan eskiye iştiyak, yine onu ıslah olmaz bir alışveriş hastalığı ile değerinin belki on, belki yirmi katı üzerine satılan, eskiden annelerimizin kullanmayıp attıkları emaye, tel dolap ve yer sofralarını almaya itiyor. Umuyorlar ki; o tel dolabın içinde kaybedilen muhabbetler bulunacak! Umuyorlar ki, o emayelerin içinde yine muhabbet dolu yemekler pişecek!.. Umuyorlar ki, yeniden o yer sofralarına oturursak, âile fertleri yemek masasının altına telefon saklayamaz, sofrada birlik olur. Filhakîka her şeyden önce kalbimize yeniden sevmeyi öğretmeliyiz. Annemize, yavrumuza, akrabamıza, komşumuza, insana ve davranışlarına tasavvufî nazarla dokunup, hasret çektiğimiz değerlere kavuşabilmek için karıncanın niyetini yüklenmeliyiz.

 Şimdi oturduğum yerde, önümden geçen insanların aklını okumaya meyilli bir tecessüsle, arayışlarımızı, hüzünlerimizi, râzı olduklarımızı, aldırmazlıklarımızı tahlil etmeye çalışıyorum. Nihayetinde görüyorum ki; kalabalıklar arasında din kardeşine bir tebessümü çok görmek, belki de en büyük meselemiz... Belki selâm vermenin faziletini, ehemmiyetini kavrayamamış olmamız... Belki de ferdîleşmenin bir fayda sağlayacağının Batı’dan gelen bir yalan olduğunu görmeyerek, bunun bize zarar getireceğini anlamamak… Belki de ihtiyacımız olan, bir tel dolap dolusu yaşanmış hâtırayla bezenmek...

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle