Çanakkale’de yedi düvele karşı yiğitçe çarpışan şanlı ordumuz, sadece kahramanlık ve cesâret destânı değil, aynı zamanda bir de fazîlet destânı yazmıştır. Zira onlar, gönüllerindeki engin îman nûru sâyesinde Cenâb-ı Hakk’ın yardımına mazhar olmuş ve:
“Ey îman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebât edin ve Allâh’ı çok anın ki başarıya ulaşasınız.” (el-Enfâl, 45) âyet-i kerîmesinin canlı bir misâli olarak tarihe nakşolmuşlardır. Nitekim savaşta gâlip gelmek, sayıya değil, haklı olmaya, doğruluğa, îman ve mâneviyâta bağlıdır. Bu sebeple zafer tâcı, ekseriyetle kemmiyetten ziyâde keyfiyet sâhibi orduların başına konmuştur.
Türk nesillerine îman idealinin bir tâlimgâhı olan Çanakkale’de kahraman ordumuz:
“Allah mü’minlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O hâlde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (et-Tevbe, 111) âyet-i celîlesinin muhtevasına bürünmüşlerdir. Böylece ezelde Cenâb-ı Hak ile yapmış oldukları ahde sadâkat göstermiş ve bu üstün vefâlarını, Allah yolunda canlarını seve seve vermek sûretiyle tescil ettirmişlerdir.
Şu hâdiseler de, harp meydanında korkusuzca savaşıp toprağın sînesine şehâdet terennümleriyle baş koyan vefâkâr şehitlerimizin, hanımlarının da nasıl vefâlı bir gönle sahip olduğunu göstermesi bakımından ne kadar dikkat çekicidir:
Şemsi Nine, küçük yaşta evlenmiş, kısa bir müddet evli kaldıktan sonra beyini yedek subay olarak askere göndermiş bir hanımdı. Beyini Çanakkale’ye uğurladıktan sonra vefât edinceye kadar bir kez olsun adımını evden dışarı atmadı.
Bu hususu merak eden bir hanım, kendisine:
“–Şemsi nine! Bugüne kadar niçin hiç sokağa çıkmadın?” diye merakla sordu. Aldığı cevap, bütün güzelliğiyle vefâkâr bir gönlün hâlet-i rûhîyesini ifâde etmekteydi:
“–Nasıl çıkarım evlâdım! Beyim Çanakkale’ye giderken, dış kapının arkasında ellerimi tuttu, gözlerimin içine bakarak «Sevgili Hanımım! Gençsin, güzelsin, gözüm arkada kalmasın. Ne olur söz ver bana! Ben gelinceye kadar sokağa çıkma.» dedi. Ben nasıl sokağa çıkabilirim.”
Yine bu hususta Balıkesir’de hiç evlenmemiş ve “Yedi Bekârlar” ismiyle anılmakta olan hanımlar da câlib-i dikkat bir misaldir. Nitekim bu hanımlardan birisi olan berber Hayri Bey’in halası, bir gün vefât eder. Cenâzesinde birkaç akrabanın dışında kimse yoktur. Kılınan cenâze namazından sonra mevtâyı takip eden topluluk kabristana gelir ve kendisi için açılan mezara büyük bir îtina ile yerleştirilir. Tam üzeri kapatılacakken, oradaki bir yakını şöyle bir hatırlatmada bulunur:
“–Aman unutmayalım, vasiyeti vardı!”
Biraz sonra, bir kese dolusu diş ile birkaç torba saç getirilir ve mevtânın üzerine konulur. Sonra da defin işlemi tamamlanır.
Cenâze merâsiminde bulunanlardan birisi merakla sorar:
“–Bunlar da neyin nesi? Niçin mezara konuluyor?”
Bu işin esrârına vâkıf olan bir kimse ise, onun bu merakını şu cevapla giderir:
“–Halamızın nişanlısı, nikâhtan hemen sonra daha düğün yapılmadan Çanakkale’ye gitmiş. Bir daha da dönmemiş. Gençliğinde çok güzeldi halamız. Çok isteyenler oldu. Lâkin o, nişanlısının hâtırasını kirletmemek için kimselerle evlenmedi. Bâkire öldü.
Mezara konulan diş ve saçlara gelince:
«–Yarın mahşer gününde, Huzûr-i İlâhî’de beyim ile karşılaşırsam; “Bu ağızdan, senin adından başka erkeğin adı çıkmadı.” diyebilmek için ağzından dökülen bütün dişlerini biriktirmiş.» Yine «–Huzûr-i İlâhîde ona; “Başıma, saçıma yaban eli değmedi.» diyebilmek için tarağına takılan bütün saçlarını toplamış. Saçlarım şâhid olsun diye torbaya koymuş. Onların da kendisi ile beraber gömülmesini vasiyet etmişti. Bizler de bu vasiyetini yerine getirdik.”
Vefâkârlık, peygamberlere, velîlere ve fazîlet sâhibi kimselere âit bir vasıf olarak beşerî hayâtı en yüce bir seviyede taçlandıran mânevî bir sıfattır. Bu itibarla bazı müfessirler İslâm’ı; kalb ile tasdîk ve dil ile ikrarla beraber bütün kazâ ve kaderinde Allah Teâlâ’ya teslîmiyet ve vefâ olarak târif etmişlerdir.
Unutulmamalıdır ki, insanı insan yapan en önemli özelliklerden biri vefâ duygusudur. Bu duygu, sevilen veya sevilmesi gereken kimselere verilen değerin bir ölçüsüdür. Vefâ duygusuna sahip olmayanlar, sadece kendini, zevkini ve menfaatini düşünen bencil kimselerdir.
Hazret-i Âişe c Peygamber Efendimiz’in vefâ hassâsiyetini şöyle nakletmektedir:
Bir keresinde Rasûlullah r’e ziyâret maksadıyla yaşlı bir kadın gelmişti. Aralarında çok sıcak ve samimî bir sohbet geçti. Yaşlı kadın ayrıldıktan sonra:
“–Yâ Rasûlâllah! Bu kadına çok alâka gösterdiniz! Kim olduğunu merak ettim?” diye sordum. Buyurdular ki:
“–Hatice c hayatta iken bize gelip giderdi. (Biliniz ki:) «Vefâkârlık îmandandır.»” (Hâkim, I, 62/40. Ayrıca bkz. Buhârî, Edeb, 23)
İnsan, her şeyden evvel, Rabbine karşı vefâkâr olmalıdır. Bu ise, ancak ve ancak O’nun emirlerine riâyetle gerçekleşir.
Allâh’a karşı vefâdan sonra en ulvî ve en gerekli vefâ, Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi Hazret-i Peygamber r’e gösterilendir. Bu vefâ; «ümmetî, ümmetî» diyerek Cenâb-ı Hakk’a tazarrû ve niyazlarında öncelikle ümmeti için talepte bulunan Peygamber r’e duyulan şükran hislerinin bir ifâdesidir. Peygamber’e sevgi ve muhabbette derinleşmekle başlayacak olan bu vefâ, O’nun Sünnet-i Seniyye’si etrafında pervâne olabilmekle mümkündür.
Her mü’min, din büyüklerine, yani Hak dostlarına karşı da vefâ hissiyle dolu olmak mecbûriyetindedir. Zira Allah ve Rasûlü’nün getirdiği emir ve nehiyleri, güzel ahlâkı ve iki cihânımızı aydınlatan ulvî kandilleri bizlere taşıyan Hak dostlarıdır.
Vefâ gösterilmesi gerekenler, sadece bu saydıklarımızdan ibâret değildir. Bilhassa dostlara ve din kardeşlerine vefâyı da gönle yerleştirmek gerekir. Diğer taraftan, ecdâda vefâ, dirilerimize ve ölülerimize vefâ, vatana vefâ ve toplumdaki bütün emânetlere vefâ, sağlam karakter ve şahsiyetin vasıflarındandır.
Cenâb-ı Hak, cümlemizi kendisine, Rasûl’üne, ana-babaya, akrabâya, bütün ehl-i îmâna, vatan ve millete ve diğer emânetlere karşı vefâkâr olan kullarından eylesin! İki cihânda da rızâ-yı şerîfi iklîminde yaşatsın!
Âmîn...
YORUMLAR