“-Canım, bir daha ya gelirsin, ya gelemezsin. Peygamberimiz’in öptüğü bu taşı, bir kerecik de sen öpmelisin mutlaka... En azından bir dokun.” tarzı vesveselerle dolduruşa gelerek, kendilerini o hengâmede buluyorlar bir şekilde…
Bazı kardeşlerimiz, her türlü ezilme riskiyle yüz yüze gelmenin yanısıra yaralanarak abdesti bozulmakta, cemaate yetişememekte, incinmesine rağmen o anaforda sürüklenerek maksadına bile erişemeden dış halkalarda buluvermekte kendini… Peki ne uğruna? Sünneti yerine getirmek (!) mi bu?! “Def’-i mefâsid, celb-i menâfîden evlâdır.”[1] kâidesine uymadan, Rasûlullah Efendimiz’in bile kalabalıkta terk ettiği bu ziyareti yapma uğruna, ne çamlar devrilmekte maalesef…
Hac ve Umre Rehberi kitaplarında yazan, “İzdihamlı durumlarda, Hacer-i Esved’i uzaktan selâmlama ile yetinilmelidir.” cümlesi, tekrar tekrar sindirilerek okunmalıdır. Çünkü izdihamlı olmayan bir tek vakit dilimi gördüm ben şimdiye kadar; o da ikindi namazı için cemaate durulmadan az önce… Gözlerinize bile inanamayacağınız şekilde oluşan bir sıra ile, insana ve müslümana yakışır bir ziyaret söz konusu olabilmekte… Böylece organize edildiğinde o insan selinin nasıl kontrol altına alınabildiğini de müşahede etme imkânı buldu herkes…
Sadece beyefendilere mahsus olan bu uygulama esnasında, sıra beklerken, bir tavaf süresi kadar zamanın geçmesi muhtemel tabiî... Artık kişi kendisi karar verecek; tavaf mı yapmalı, sonunda ziyaret edemeden sürenin bitmesi ihtimaline rağmen sıra mı beklemeli diye…
Bu, rüya gibi, sırayla, efendice ziyaret görüntüsü, çok kısa sürmekte maalesef ve acı gerçekler, insânî ve İslâmî olmayan uygulama, az önce hiç sıraya girilmemiş gibi devam edip gitmekte, çözümsüzmüş gibi… İmam efendi soluna selâm verir vermez başlayıp, diğer vakit namazı için saf düzeni alınıncaya kadar hiç bitmeyen bir izdiham…
Bu noktada kişinin kendi kendine şu sorulara cevap araması, hakkı teslim ederek, akl-ı selîmle düşünmesi yerinde olacaktır:
1- Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bütün tembihlerine rağmen, Hacer-i Esved’i öpmeye kalkışmayı ne ile îzah edebilirim?
2- Kâbe’den bile kıymetli olan insanın incitilmemesi bu kadar mühim bir farzken, kimseyi incitmeden, kul hakkına girmeden öpme imkânım var mı?
3- Kendi hukukumu da koruma sorumluluğum bulunduğu için, incinmeden bu ziyaret, günümüz şartlarında mümkün mü?
4- Kadın-erkek ihtilâtı, nâmahrem olanların birbirine dokunması haram kılınmışken, âdeta pres vaziyetindeki kalabalığa girerek, terk edilmesi tavsiye edilen bir ziyaret uğruna kaç nâmahreme dokunacağım?
Bu noktada en yaygın yanlışlardan biri de hanımların kendini muhafazasına dikkat çekip, erkeklerin aynı muhafazaya bir nevî lüzum görmemesidir. Hattâ, o kalabalığa girme gafletinde bulunmuş hanımlara mecbûren dokunurken:
“-Ne yapayım, kadın başına girmeseymiş o da!” gibi bir açıklamaya kalkışılmaktadır.
Hâlbuki, kadının nâmahrem birine dokunması haram olduğu gibi, erkeğin nâmahreme dokunması da haramdır. Elbette elden gelen bütün tedbirler alındıktan sonra, bizim dışımızda gelişen, olağanüstü durumlardaki istisnâî zarûretleri kastetmiyorum. Ama göz göre göre buna râzı olmak, erkek-kadın bütün müslümanlar için büyük bir hatadır.
Hâsılı, Hacer-i Esved’i öpme izdihamına girmek, bile-isteye bu haramları işlemeyi göze almak mânâsına gelir. Bu uğurda başları, boyunları açılan hanım kardeşlerimizin hâli de ayrıca içler acısı maalesef…
Yıl 2020 ve hâl-i pür melâlimiz ne yazık ki bu şekilde… Bu yazı vesîlesiyle İslâm ülkelerinin liderleri ile görüşüp, teklif sunabilecek mevkide olan devlet büyüklerimize seslenmek istiyorum:
Bu meselenin çözümü için teklifler sunulmalı, en güzel çözüm teklifi kabul edilmeli, gelecek nesillerimize bir sadaka-i câriye bırakılmalı… Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Sünnet-i Seniyyesi’yle, dinimizin mesajı, misyonu ve rûhuyla alâkası olmayan bu uygulama ve görüntüler, tarihe karışıp unutulmalı inşâallah… Nesillerimiz, olan biteni tarih kitaplarından okuyup:
“-Allah Allah, ne câhillikler, barbarlıklar yaşanmış?! Bütün bunlar Hacer-i Esved’i öpme uğruna mı olmuş? Ama neden?” desinler.
Bunun için, hacca ve umreye vatandaşını gönderen bütün ülkelerden, devlet adına görevlendirilmiş en üst düzey din adamlarının (bizdeki Diyanet İşleri Başkanı ve ondan sorumlu devlet bakanı gibi) katılacağı, sadece hac ve umre meselelerinin masaya yatırıldığı özel bir toplantı olabilir. Burada alınacak ortak kararlarla da, her ülkede hacca ve umreye gidecek kişiler, zorunlu bir eğitime tâbî tutulabilir. Bu eğitime bizzat katılım sağlanarak, eğitim neticesinde yapılacak yazılı ve sözlü imtihanla, bir şuur ve hassasiyet oluşturulabilir. Okuma-yazma bilmeyenler için, görme engellilerin sınavlarında istihdam edilen yardımcı yazıcılar uygulamasından yararlanılabilir.
Günümüzdeki eğitimler ihtiyârî olduğundan gerekli katılım sağlanamamakta ve süre açısından yetersiz kalmakta maalesef... Nereye ve niçin gidildiği, “Rabbimizin râzı olacağı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatıyla gösterdiği gibi bir ibadet ve ziyaret nasıl olmalı?” konusunda yeterli süre verilerek hazırlanmış kaliteli bir eğitimden başarıyla geçmek, zorunlu olmalı.
Gidilecek her umrede eğitimin tekrarlanması külfetli ve lüzumsuz hâle gelebileceğinden; alınacak belgenin beş ya da on yıl geçerliliği olabilir. Ama formalite îcâbı olmadan, bu uğurda seve seve hizmet edecek, tebliği ve üslûbu başarılı gönül erleriyle güzel mesafeler katedilebilir diye düşünüyorum.
Nasıl ki her alanda verimin artırılması için, hizmet içi eğitim seminerlerinde, sahasında mâhir, iknâ kabiliyeti yüksek konuşmacıların davet edilmesine îtina gösterildiğinde, bu memnuniyet artıyor ve beklenen fark ve şuur seviyesi daha iyi sağlanıyorsa; bu îtinaya ve böyle ciddi hamlelere, İslâm dünyasının da ihtiyacı var.
Mesele, tabiî ki sadece Hacer-i Esved ziyaretinin insanca ve İslâm’ın zarâfetine yakışır şekilde düzenlenmesinden ibaret değil! Esas hayalimiz ve idealimiz, belki de ömründe bir kez o topraklara gidecek olan müslümanların, bu yolculuğunu mîlâda dönüştürüp, bu vesîleyle daha faziletli, diğergâm, zarif bir toplumun iç dinamiklerini oluşturma yolunda bir seferberliğin ilmeklerini dokumak…
Bu hayalin gerçekleşmesi için ille de devlet büyüklerinin harekete geçmesi beklenmemeli elbette... Bu konuda, Kur’ân ve Sünnet kültürüne ve tebliğ metoduna vâkıf bütün kardeşlerimizin ellerinden geleni yapmaları, toplumda güzel ahlâkın tesisi yönünde güzel bir adım olacaktır.
Rabbimiz, rızâsına aykırı bütün hâl ve davranışlardan cümlemizi muhafaza eylesin. Âmîn! (Devam edecek…)
[1] “Fesat çıkaran ve zarara yol açan bir şeyi/işi engellemek, hayırlı veya faydalı olanı işlemekten daha önemli ve önceliklidir.” (Mecelle, 30. madde)
YORUMLAR