Hucurât Sûresi 2 ve 3. âyetlerden yola çıkarak, bazı hatırlatmalarda bulunduktan sonra, “Ravza Ziyareti” konumuzda kaldığımız yere dönelim.
O zamana dek hayalini kurduğumuz, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i ziyaret ve Ravza’da iki rekât namaz kılmak için sıra bize geldiğinde; elimizden gelen bütün gayretimizi en latîf ve zarîf bir şekilde sarf etme hususunda teyakkuzumuzu artırmalıyız. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kıymetli ziyaretçilerini incitmemeye, geride Ravza ziyareti için sıra bekleyen kardeşlerimizin hakkına girmemeye çalışmalıyız. Duâlarımızı orada oturarak değil; namaz kılacağımız müsait bir yere varana dek ve namazdan sonraki çıkış esnasında yürürken de yapabiliriz. Açılıp kapanan şemsiyelerin bulunduğu yerde beklerken, uzun uzun duâ edebileceğimizden bahsetmiştik.
Ravza’da olduğumuza işaret eden yeşil halılarla döşenmiş müstesnâ yerde ise namazı ve duâyı gereğinden fazla uzatmak; bekleyen kardeşlerimizin hakkına girmek olacaktır. Namaz ve duâ için yeterli süreyi aşan her bir kişinin, belki de bazı kardeşlerimize -bekledikleri hâlde- sıranın gelmemesinde payı olacaktır. (Cemaatle namaz vakti yaklaşınca, erkekler için mekân boşaltılacağı için süre esnetilememektedir.)
Medîne’de kalınan sürenin bazen bir-iki günden ibaret olduğunu, hanımların mescide girmek için müsait oldukları zamanın da kısıtlı olabileceğini göz önünde bulundurursak; kendisine sıra gelmeyen kardeşlerimiz için, bu durumun bazen Ravza’da namaz kılamadan Medîne’den ayrılma mânâsına gelebileceği daha iyi anlaşılacaktır.
Secdeye kapanıp uzun uzun duâ etmek, namazı iki rekâtla bitirmeyip uzatmak, Ravza’nın müsait bulduğu farklı köşelerinde tekrar tekrar namaza durmak; bekleyenlerin hakkının düşünülmemesi anlamına gelecektir. Yazı dizimizin başından beri zaman zaman değindiğimiz gibi; kendimiz için istediğimizi din kardeşimiz için de isteme hassasiyetini hiçbir vakit elden bırakmamalıyız.
Pandemiden sonra internet randevusu ile, mesafeyle ziyaret uygulamasına geçilmiş, fakat bu, ne kadar süreceği henüz meçhul olan, hem de ziyaret ihtimalini daha da düşüren bir durum elbette... Hâsılı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile konuşmak, şefaat taleplerimizi sunmak için sakince oturacağımız bir yer ummak; vazifelilerin ikazlarına aldırmamak yanlış olacaktır.
“Ey îman edenler! Size «Meclislerde yer açın!» denilince yer açın ki, Allah da size genişlik versin. Size «Kalkın!» denilince de kalkın ki, Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Mücâdele, 11) âyetini hatırlamak da kendimize çeki düzen vermemizi kolaylaştıracaktır, inşâallah.
Etrafımız ne kadar büyük bir kalabalıkla çevrili olursa olsun, mümkün olduğunca Asr-ı Saâdet iklimini teneffüs etmeye, çevremize aradan asırları kaldırarak göz gezdirmeye, kâinâtın gözbebeğini hayattayken ziyaret ettiğimizi hayal etmeye çalışabiliriz. Mekândaki sirâyet özelliğini iliklerimize dek hissedeceğimiz en özel yerlerdeyiz işte… (Devam edecek)
YORUMLAR