Hacer-i Esved’i selâmlayacağım derken, dirseklerine kadar kolları açılanlar, tavaf ve sa’yde erkeklere dokunmayı zarûret sayıp bundan kaçınmaya çalışmayı terk edenler, çevreden duyulacak şekilde güzel koku kullananlar[1], aynı zamanda namazın farzı ve tavafın vâcibi olan setr-i avrette tavizler verenler, herhangi bir âciliyeti olmamasına rağmen, asansörlerde vs. erkeklerle sıkışık bir ortama girmekte -âdeta oralarda her şey mübah ve câizmişçesine- beis görmeyenler, vs…
Çoğunluğu bilgi eksikliğinden ya da kolaya kaçıvermekten kaynaklanan bu hâllerle karşılaştığımızda, incitmeden, nefse hitap etmeden, kimseye duyurmadan, güzellikle hatırlatmalarda bulunmayı ihmal etmemeye çalışmalıyız, elimizden geldiğince… Farkında olmadan boynu vs. açılmış kardeşlerimize de yardımcı olmak, yine biz hemcinslerinin vazifesidir.
“Her kim bir müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, (kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini) örterse, Allah Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir.” (Buhârî, Mezâlim, 3) hadîs-i şerîfi gereğince, Mescid-i Haram’da;
“-Nasılsa hanımlar kısmındayım!” diye düşünerek uzanıp dinlenen kardeşlerimizle karşılaşınca, açılan yerlerini örtmemiz yerinde olacaktır. Uyandığında eğer hâlâ oralardaysak; Mescid-i Haram’da bayanlar bölümü bile olsa, her an bir beyefendinin oradan geçme ihtimali bulunduğunu anlatabiliriz. Hanımlarını ya da anne vb. yakınlarını çağıran, arayan beyler, kadınlar için ayrılan yerlere girmekteler maalesef… Çok çeşitli kültür ve eğitim seviyeleri bir arada olduğundan, umûma açık bir alanda sürekli dikkatli olmamız îcâb etmektedir. Başörtü düzeltmek, bir miktar suyla abdest almak vs. için Mescid-i Haram’ın hanımlar kısmında olmak, yeterli bir tedbir olmayacaktır.
Dinimizde tesettür, sadece kıyafeti değil, takınılan tavrı da içeren çok yönlü bir kavramdır. İhtilât ortamından sakınmak da bunun bir parçasıdır. Yemekhanelerde, servislerde, gezilerde, yine kalabalığı ve zarûreti (!) sebep göstererek, nâmahremle yan yana, karşı karşıya bulunmakta bir mahzur görmeyenler ne kadar çok olursa olsun, kalabalığa uymamak için elimizden geleni yapmaya kadın-erkek hepimiz gayret etmeliyiz. Takdir edersiniz ki;
“-Hacı kardeşim, umre arkadaşım!” diyerek mâlâyâni muhabbetlere girişmek, aynı sofrada yemek yemek, hiç de zarurî bir durum değildir. Tanıdıklarla kurulan öğrenci vs. gruplarında bu ihtilâta daha fazla rastlanmaktadır maalesef. Tabiî ki, bütün mü’minler kardeşimizdir; başı sıkıştığı, dara düştüğü zaman, karşı cins diye kayıtsız kalacak değiliz. Ama boş masa varken, biraz itina gösterildiğinde ayrı masalara geçme, bir sonraki asansöre binme imkânı mevcutken; özellikle kırk gün civarında süren hac yolculuklarının münasebetleri laçkalaştırmasından sakınmak, kafile üyeleri ya da hoca efendilerle senli-benli konuşmalara karışmamak elimizdedir. Hanımefendilerin, dikkat çekmemek için telbiyeyi bile alçak sesle söylemeleri gerektiği dikkate alındığında, tesettürden taviz vermemek için göstermemiz gereken îtinânın önemi daha iyi kavranacaktır.
İhramlı ya da ihramsız, Rabbi ile bağlarını güçlendirmeye çalışan bir beyefendinin dünyasına dikkat çekici bir hâl ya da sesle girivermek; tekrar üstüne basarak söylemek istiyorum ki; rahatsız etmenin ötesinde büyük bir sorumluluktur. Elbette ki herkes nefis taşımaktadır ve umre ya da hac yolculuğunda bulunmakla pîr-i fânî olunmamaktadır. Hem “Lebbeyk!” (Buyur Allâh’ım!) deyip; sonra da Kur’ân ve sünnete muhalif bu ve benzeri davranışlarda bulunmak, üzücü bir tenâkuzdur.
Rabbimiz, bilmediklerimizi öğrenerek bildiklerimizi yaşamayı ve her türlü kul hakkından âzamî ölçüde sakınmayı cümlemize nasîb eylesin. Âmin…
* * *
Şimdiye kadar yaptığımız genel hatırlatmalardan sonra, hasbihâlimize Mekke günleriyle alâkalı bazı kavramları mercek altına alarak devam edelim:
Mîkât
Bütün dünya içerisinde, sınırları Allah tarafından, Cebrâil -aleyhisselâm- vasıtasıyla Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’a ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gösterilerek çizilmiş “Harem” topraklarına girerken, mîkât sınırlarından geçeriz.
Peki, nedir mîkât?
Arapça “vakit” kelimesinden türeyen “Mîkât” kelimesi, Kur’ân’da yedi-sekiz defa geçmektedir. Tayin edilen vakit, buluşma vakti, bugünkü tabirle “randevu” mânâsına gelmektedir. Bu âyetlerde Allah ile konuşmak üzere Hazret-i Mûsâ için belirlediği toplam kırk gecelik mîkattan, Hazret-i Mûsâ’nın Rabbini görme arzusundan söz edilir.[2] Haklarında hüküm verilecek olan büyük gün de, insanların Allâh’a kavuşma vakti (mîkât) olarak anılmaktadır.[3]
Her randevunun belli bir zamanı olduğu gibi, belli bir yeri de vardır. İşte mîkât, hac ve umrenin başladığı yer ve zamanı ifade eder. Dolayısıyla mîkât mahalline gelindiğinde, büyük randevu, Allah ile buluşma ve kavuşmayı sembolize eden hac ve umre başlar. Mîkât mahallinde ve orada niyet edildiğinde, artık start verilmiş, milyonlarca hacı ve umreci arasında yapılacak olan takvâ maratonu başlamış, artık yarış alanına girilmiştir.
Mîkât sınırları, artık randevu bölgesine gelindiğinin habercisidir. Hacı ya da umreci, yıllarca beklediği zamana ve mekâna kavuşmuştur. Mîkât’a giren mü’min, kendisini Tûr Dağı’na Allah ile konuşmaya giden Hazret-i Mûsâ gibi hissetmelidir. Acaba Allah ile nasıl buluşulacaktır? O’nun rahmet ve azametini nerede, nasıl ve ne kadar görebilecektir? Acaba Allah kendisini kabul edecek midir? Hac ya da umre, onun için gerçekten ilâhî bir randevuya dönüşecek midir?
Peki ya bu mîkât, geri dönüşü olmayan, iyi ile kötünün, hak ile bâtılın birbirinden ayırt edileceği “yevmu’l-fasl” denilen hüküm günü olarak düşünülürse, acaba o gün durumu nice olacaktır? İyilerden yana mı, kötülerden yana mı düşecektir? Asıl o mîkât gelip çatmadan önce, bu geçici mîkât provası ile gerekli dersleri çıkarmalı, mîkâta bu düşüncelerle başlamalıdır.
Randevularda belirlenmiş olan zaman ve mekânda olmak önemlidir. Ancak bu sadece buluşmayı sağlayan bir vasıtadır. Maksat ise, randevunun neticesidir. Dolayısıyla mîkât mahalline girmek, sadece belirlenen yerde, belirlenen zamanda hacca ya da umreye başlamaktır. Randevunun neticesini ise, niyet, sabır, gayret, samimiyet ile bu kutsal iklimi en verimli bir şekilde değerlendirme belirleyecektir.[4]
Bütün bunları düşünerek mîkattan geçen hac ve umre yolcusunun gireceği hâlet-i rûhiye, duyacağı heyecan; belki de memleketine dönene kadar bir uyanıklık ve silkinişe vesile olacaktır. Dolayısıyla hac ve umredeki bütün sembolik kavramlar hakkında tefekkür ufkunu genişletmek zarurîdir. (Devam edecek…)
[1] “Her göz yabancı bir kadına bakarak göz zinası işlemiştir. Bir kadın da güzel kokular sürünerek erkeklerin yanından geçerse, o da aynen bakan erkekler gibi zina etmiş gibidir.” (Tirmizî, Edeb, 35)
[2] Bkz. el-A’râf, 142, 143, 155.
[3] en-Nebe’, 17; ed-Duhân, 44.
[4] Bkz: “Hac İbadetinde Sembollerin Anlamları”, www.danimarkatdv.org
YORUMLAR