Hayat denilen, imtihan günlerinin herhangi bir sabahına uyandık. Abdestimizi aldık, kahvaltımızı yaptık. Aracımıza bindik; “Âyete’l-Kürsî”lerimizi, günlük virdlerimizi okuyarak hizmet mekânımıza doğru yola çıktık. Yaklaşık yirmi dakika sonra, her biri hizmet eri olan dostlarımızla selâmlaştık. Öğretmenler odasında zilin çalmasını beklerken arkadaşlarımızla her zamanki gibi hasbihâl ediyorduk.
Bize göre günlerden herhangi birisi... Aynı şekilde başlayıp devam ediyor. Çok sevdiğimiz Kur’ân bülbülü hocalarımızdan Nurhan Hocahanım, her zamanki neşeli hâli ile içeri girdi, selâm verdi. Sebilden bir bardak su doldurdu, karşıma oturdu. Besmeleyle bir yudum su içti:
“-Boğazıma dizildi yine… İki gündür su içince böyle oluyorum, bir türlü yutamıyorum hocam!” dedi. Bendeniz de:
“-Hocam, meslek hastalığı faranjittendir. Yavaş yavaş yudumlayın!..” deyince:
“-Yok hocam, ne yapsam olmuyor!” diye karşılık verdi.
“-O zaman salavât-ı şerîfe çekin, tekrar için!” dedim.
Yanımda oturan arkadaşım:
“-Hocam, sabahları Nurhan hocayı görmeyince bir yanım eksik kalıyormuş gibi hissediyorum.” diye sohbete katıldı. Gülüştük, zil çaldı. Arkadaşlarıma:
“-Haydi herkese hayırlı dersler!” dedim.
Sınıfıma girdim. Derse henüz başlamıştım ki, bulunduğum sınıfa başka sınıftan bir talebe gelip:
“-Hocam, derste hocamız fenalaştı. Galiba bayılıyor!.” dedi. Bendeniz:
“-O zaman idareye haber ver!” dedim ve derse devam ettim.
Sonra gürültü artınca sınıftan çıktım, Nurhan Hocamın sınıfına girdim. Başında arkadaşlar kalp masajı yapıyorlardı. Meğer çok kıymetli hocam, vazifesi başında Kur’ân ezberi alırken Hakk’ın rahmetine kavuşmuş!..
Çok sevdiği ve çok güzel okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i dinleyip talebesinin hatalarını düzeltirken hizmet şehidi olmuştu. Gözleri en son Kur’ân sayfaları üzerinde gezindi. Dili, en son Allâh’ın kelâmını söyledi. Birçok Hak dostunun namazlarının ardında:
“-Yâ Rabbi, rahle başında, hizmet başında son nefesimi vermeyi nasip et!” diye duâ ettiği, gıpta edilecek bir ölümle son nefesini verdi. Talebelerine ve bizlere, “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz.” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, V, 663) hadîs-i şerîfinin canlı bir misali oldu.
Güzel kardeşim!..
Şehâdetin mübarek olsun. Bizim içimizde sevgiyi, dostluk ve kardeşliği güzelleştirdiğin gibi, şimdi de ölümü güzelleştirdin.
Mü’minliğine, Kur’ân-ı Kerîm’e lâyık hizmetine, Müslüman kardeşliğine şâhitlik ediyoruz, yâ Rab! Şehâdetimizi kabul eyle!..
Tek biz değil, hizmet ettiğin mekânlar da şehâdetimize ortak olsun, inşâallah!
* * *
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle buyuruyor ya:
“Hiçbir sabah veya akşam yoktur ki, yeryüzünün bir bölgesi, diğer bir bölümüne: «Ey komşum! Bugün üzerinden Allah için namaz kılan veya Allâh’ı zikreden bir kul geçti mi?» diye seslenmesin. «Hayır!» diyen de olur, «Evet!» diyen de olur. Eğer «evet» derse, bu sebeple kendisinde, diğerine karşı bir üstünlük görür.” (Abdullah bin Mübârek, Kitâbu’z-Zühd, hadis no: 335)
Yine Müseyyeb bin Râfî -rahmetullâhi aleyh-’ten rivayet edildiğine göre, Ali bin Ebî Tâlib -radıyallâhu anh-:
“Sâlih bir kul öldüğü zaman, yeryüzünde namazgâh edindiği ve gökyüzünde, yeryüzünden amelinin yükseldiği yerler onun için ağlar. (Zâlimler içinse ağlamaz.)” buyurmuş ve şu âyet-i kerîmeyi okumuştur:
“Gök ve yer, onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.” (ed-Duhân, 29) (Bkz: Abdullah bin Mübârek, Kitâbu’z-Zühd, hadis no: 336)
Atâ el-Horasânî -rahmetullâhî aleyh- de şöyle demiştir:
“Bir kul, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde secde edince, Kıyâmet günü bu hareketinden dolayı (secde ettiği bölge), onun için şâhitlik eder ve öldüğünde ardından ağlar.” (Ebû Nuaym, el-Hilye, 5/197)
* * *
Kıymetli kardeşimiz, ardında güzel şahitler bıraktı. Yaz sıcağında, günah sahillerinde ölüm şerbetini içmedi. Allâh’ın anıldığı, Rasûlü’nün sünnetinin öğretildiği, ihyâ edilmeye çalışıldığı mekânları şâhit kılarak, Kur’ân sadâları ile ayrıldı aramızdan…
* * *
Defnedileceği gün sabah kursa girdiğimde derin ve acı bir sessizlik karşıladı beni… Hâlbuki her sabah kapıda karşılaşır, sarılır, neşe içinde kahvaltı için kolkola mutfağa yönelirdik. Bugün ise, kahvaltı masasının etrafındaki herkes sessiz sessiz ağlarken girdim içeri… Gözyaşları ile selâmladım arkadaşlarımı…
Derken kursun hemen yanındaki câmiden salâ sesleri başladı. Sessiz gözyaşlarımız hıçkırıklara döndü. Daha dün bu masada neşe ile hep birlikte kahvaltı yapmıştık. Bugün ebedî âlemine hazırlandın bir gelin gibi…
Derse girince her gün duâ ile başladığım, Peygamber ve ashâbına hediye ettiğim Fâtihalara hocamın da adını ekleyince tekrar koptu yüreğimde fırtına… Gözümdeki yaşlara, talebelerimin yaşları da eklendi.
Öğle namazı öncesi kursa geldi cenâzesi… Helâlleştik, Kur’ân ehli hocamla… Mahşerî bir kalabalık; çoğu hanım talebeleri… Kapıdan giren bir yaşlı teyze:
“-65 yaşımdayken bana Kur’ân öğretti. Bıkmadan, usanmadan benimle uğraştı. Keşke onun yerine ben ölseydim de, hocam nice talebeler yetiştirseydi!” diyerek ağlıyordu.
Bir tanıdığı:
“-On altı yaşından beri arkadaşız. Düğünü bu kadar kalabalık değildi!.. Ne çok seveni varmış?!” diyordu.
Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi, bugün Nurhan Hocamızın “şeb-i arûs”u idi.
Erkek cemaatin arkasında, bir o kadar kadın cemaatin dizilip büyük bir şuurla namaz kıldığı, kulluğuna şâhitlik ettiği, imrenilesi bir “elvedâ” ile omuzlara alındı kıymetli hocam…
* * *
Mü’min gibi yaşadı mü’min olarak vefat etti. Kurtuldu bu dünyanın yorgunluklarından… Rabbimiz kabir selâmeti de ihsân etsin, inşâallah!
Bize şimdi sürekli dibimizde kol gezen, fakat hep gâfil kaldığımız “ölüm nasihatçisi” ses versin artık… Peygamber Efendimiz, ölüm için “sessiz nasihatçi” buyurmuştu. (Bkz: Fezâil-i A’mâl, sh: 383) Ashâbını hep ölüm üzerinde tefekkürde bulunmaya teşvik ederdi.
İşte ecel, genç-yaşlı demiyor. Vakti saati geldi mi, geride bıraktıklarına da bakmıyor; kimin saati tamam olduysa onu seçip insanların arasından alıyor.
Hocamız gençti, sağlıklıydı; en küçüğü iki yaşında üç çocuk annesi idi. Ölüm, ona “Gençsin; çocuğun küçük!” demediği gibi, bize de demeyecek. Azrail -aleyhisselâm- bugün bizim hizmet mekânımızda gezindi, sırası gelen arkadaşımızı da buyur etti ebedî mekânına...
Bugün son nefesini veren biz olabilirdik. İş yerine neşe ile giren, fakat cenâze olarak çıkan da biz olabilirdik. Ve her an da olabiliriz. Peki, biz ölüme ne kadar hazırız?
Peygamberlerin bile:
“Yâ Rabbi, müslüman olarak yaşamayı ve müslüman olarak ölmeyi nasip et!..” diye duâ ettiği ve sürekli tefekkür ettikleri ölüm gerçeğine ne kadar hazırlıklıyız?
Ölümün tefekkürünü tam mânâsı ile yapabiliyor muyuz?
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Hastaları ziyaret ediniz, cenâzeleri takip ediniz! Onlar size âhireti hatırlatır.” buyuruyor. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 10751, 10840, 11020)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hadîsin mâhiyetini kendisi de şöyle tatbik ederdi. Bir cenazeyi takip ettiğinde susmayı tercih eder ve kendi kendine düşünmeyi artırırdı. Ashâb-ı kirâm da Allah Rasûlü’nün bu hâlini kendilerine örnek alır; cenâze namazı ve teşyiinde bulunmaya gayret gösterirler, sonra günlerce mahzun olurlardı. (Abdullah bin Mübârek, Kitâbu’z-Zühd, hadis no: 244, 246)
Bu dünyaya sadece, ölüm ve ötesine hazırlık için geldik; gerisi boş!
Peygamber Efendimize:
“-En üstün mü’min hangisidir?” diye soruldu. O da:
“-Ahlâkı en güzel olan.” buyurdu.
“-En akıllı mü’min hangisidir?” diye soruldu. Bu soruya da:
“-Ölümü çok anan ve ona en güzel şekilde hazırlanan!..” diye cevap verdiler. (İbn-i Mâce, Zühd, 31)
Rabbimiz, cümlemizi en üstün ve en zeki mü’minlerden eylesin! Ömür takviminden düşen her yaprağın farkında olacak bir uyanıklık; ömrünü güzel amellerle doldurma güç ve firâseti ihsan eylesin. Bizi, kendisine nîmet verdiği, seçip severek “velî/dost” edindiği kullarından eylesin.
Bir hizmet şehidi olan Nurhan Hocamızın rûhuna; Fâtiha ve Yâsinler hediye eden mü’min kardeşlerinden olmak duâsı ile… Rabbim, taksirâtını affetsin. Mekânını Firdevs cenneti kılsın. Âmin.
YORUMLAR