İnsan kelimesi, unutmak mânâsında “nesy/nisyân” ve ünsiyet/yakınlık kurma, birlikte yaşama mânâlarında kullanılan “üns” kökünden türemiştir. İnsanoğlu da fıtrat gereği doğumla birlikte bir âile içinde var olmuş; zamanla fizikî, psikolojik ve sosyolojik olarak hemcinsine ihtiyaç duyarak büyümüştür. İnsan olmanın en önemli özelliği, toplulukla organize olarak yaşaması, fertten âileyi, âileden sülâleyi ve sülâleden de kavimleri ve ümmeti oluşturmasıdır. Bu oluşumun temeli, fertlerin kuracağı evlilikle başlamaktadır.
Evlilik, Âlemlerin Rabbi’nin:
“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi, O’nun varlığının ve rahmetinin delillerindendir.” (er-Rûm, 21) âyet-i kerîmesinde buyurduğu gibi, Allah Teâlâ’nın bir âyeti ve insanoğluna bahşetmiş olduğu hediyesidir.
Nitekim âilenin başlangıcında bir erkek ve bir kadının aralarında zuhur eden “sevgi” ve “merhamet” vardır. Bu sevgi ve merhamet, onlara sosyal hayatın zorlukları karşısında mukavemet veren en önemli güç kaynağıdır.
İnsanoğlu, fıtrat gereği, sevme sevilme, bir arada yaşama, ünsiyet kurma ihtiyacını, en fazla çekirdek âilesinde tatmin etmektedir. Nitekim evlilik, zıt kutupların nötralize olarak birbirlerini çekmesi gibi, hayat boyu birbirlerine bağlanmalarını sağlamaktadır. Aynı zamanda fert bazında evlilik, kişiyi, psikolojik olarak kemâle eriştiren, ona mesûliyet duygusu kazandıran bir kurumdur. Nitekim “birbirlerinin örtüsü olan” eşler, evlilikle paylaşmayı, merhameti, birbirlerini ikmâl etmeyi ve diğergâmlığı bizâtihî yaşamaktadırlar.
Âilenin Önemi
İnsanlık âilesinin temeli, tohum hükmünde bulunan çekirdek âilelerdir. Bu tohumlar, sağlıklı olarak kurulup uzun ömürlü devam ettiği müddetçe özelde “geniş âileler/sülâlaler”, genelde ise “ümmet birliği” o derecede sağlıklı olacaktır. Nitekim âile, istikbaldeki nesillerin ve tevhid silsilesinin sigortası hükmündedir.
Âile çatısı altında yetişen fertler, anne-baba yanında fıtrî eğitimi alarak yetişirler. Özellikle 0-6 yaş arasında anne-babayı yalnızca izleyerek, onların davranış ve sözlerini, hayat felsefelerini hazmederek büyümeleri dahî, onların hayatlarına yön veren en önemli ve kalıcı faktördür. Yahya bin Muaz -Allah ona rahmet etsin-, küçük yaşta alınan eğitimin, “taşa kazınan yazı gibi kalıcı olduğunu” bildirir.
Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan bir hâdise, bunun tipik bir misâlidir. Irak cephesinde savaşan askerler, İngilizlere esir düşüp mübâdele için İstanbul’a götürülürken Kayserili Hamdi Çavuş, İngiliz komutana niçin onların da kendileriyle birlikte geldiklerini sorunca İngiliz komutan şöyle cevap verir:
“-Biz, sizi doğuran analarınızı görmeye geliyoruz.” Hamdi Çavuş:
“-Bizim analarımızı siz değil, evdeki amcalarımız dahî göremezken buna neden ihtiyaç hissediyorsunuz, bu işle ne ilgisi var?” der. İngiliz komutan:
“-Bu savaşa başlarken bizim de, sizin de iki yüz bin askerimiz vardı. Bizim iki yüz bin asker sizlerin elinde yok oldu. Bir iki yüz bin daha ilave ettik; onun da yüz bini, yine sizlerin eliyle yok oldu. Size hiçbir ikmâl ve takviye yapılmadığını da biliyoruz. Askerî üstünlük, silah ve mühimmat olarak sizinle kıyas kabul edilemeyecek kadar üstünlük bizde olmasına rağmen, nasıl oluyor da sizin bu iki yüz bin kişiniz, bizim üç yüz bin kişimizi öldürüyor. Ve hâlen karşımızda dimdik duruyorsunuz. Makineli tüfeklerimiz ateş kusuyor. Buna rağmen bir tek asker geriye dönmeden üzerimize gelmeye devam ediyor. Bu işin sırrını çözemedik. Bir tek şüphemiz, sizi yetiştiren o âilelerinizde kaldı. Bunun için onları göreceğiz!” der.
İstanbul’a gelip birkaç gün sonra tekrar görüşen Hamdi Çavuş, durumu sorunca, komutan kendinden emin bir edâ ile:
“-Göremedik, ama teşhisimiz doğrudur. Her şeyin başı, yetiştiğiniz âilelerinizdir.” der.
Nikâh
Âile olmanın sözleşmesi, nikâhla yapılır. Nikâh, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in “sünnet”i olduğu gibi, toplumu temizleyen sosyal bir vâkıadır. Belirli bir yaşa ulaşıp ergen olan kimseler, nikâhla birlikte dinî, sosyolojik ve psikolojik sorumluluk altına girerler.
Bu sorumluluk, onları toplumda belirli bir dereceye ulaştırdığı gibi, içlerinde huzur ve sekîneyi/güveni artırarak âile bağını kuvvetlendirir. Bu sebeple nikâh, insanlar için farklı bir mutluluk ve rehabilite merkezi sayılır. Nitekim sosyal hayatta bunun neticeleri alenî bir sûrette görülmektedir. En küçük bir mesîre (piknik) alanından, hotel ve semtlere kadar, âile yerleri daha düzenli ve güven vericidir. Toplumda işlenen suçlar ve görülen psikolojik rahatsızlıklar bakımından da evli kimselerle bekârlar arasında önemli bir fark vardır.
Temelinde ilâhî bir emre icâbet şuuruyla ve helâl-haram dengesi gözetilerek başlayan, sağlıklı bir tanışma ve nişan devresinin ardından küfüv şartlarına da riayet ederek kurulmuş bir âile, her zaman farklı olmuştur. Böyle âileler, birbirine kenetlenmiş, birbirini ıslah ederek kemâle erdiren bir mektebe dönüşmüştür. Ancak bu sayılan hassasiyetler gözetilmeden kurulan yuvalar artıkça, maalesef boşanmalar da artmaya başlamıştır.
İki farklı fıtrat ve iki farklı ferdin birlikte kuvvetli bir bütün oluşturması, Âlemlerin Rabbinin onlar için özel tasarrufunun bir neticesidir. Materyalist mantıkla açıklanamayacak olan evlilik sevgi ve fedakârlığı, nikâh sözleşmesiyle birlikte başlamakta ve bütün bir ömür boyunca devam etmektedir.
Nikâh, bütün peygamberlerin sünneti olduğu gibi, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadîs-i şerîflerinde de sık sık tavsiye edilen kuvvetli bir sünnettir.
* * *
Belirli bir yaşa gelip ergenliğe erişmiş erkek veya kadın, fıtrat gereği cinsiyetinin farkına varıp karşı cinse ilgi ve ihtiyaç hissetmektedir. Bunlar, dînimizde ve örfümüzde mahrem duygular olduğu için gizli tutulup bastırılsa dahî, insana şah damarından daha yakın olup insanın zayıf yönlerini en iyi bilen Rabbimiz, evliliği/nikâhı bir emir olarak bildirmiş; hattâ bir yanlışa sürüklenmemek için bunun geciktirilmemesini emretmiştir. Eğer bundan yoksulluk sebebi ile ictinâb edilirse, bu helâlden yüz çevirilmemesini, helâliyle evlenenler için Âlemlerin Rabbinin lütfuyla zenginlik vereceğini bildirmiştir.
“Sizden bekâr olanları köle ve câriyelerinizi durumu iyi olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler korkmayın. Allah onları lütfu ile zenginleştirir...” (en-Nûr, 32)
Nikâh bütün dinlerde teşvik edilmiş bir ibadet olduğu gibi; temiz ve sağlıklı toplumlarda medeniyetin sembolü olmuştur. Şerefli bir insana yakışan davranış, nikâhla kurulan yuvalardır. Nikâhsız birliktelikler, ilkel toplumlarda görüldüğü gibi, akıl, idrâk ve kanun bağından mahrum hayvanlar âlemine mahsus davranış şekilleridir.
Nikâhla helâllik dairesine girilmeden cinslerin birbirlerine ilgi, alâka, tutku ve tatmin duyguları, insana yakışan bir ahlâk değildir. Dinimiz, buna kişiyi ve toplumu yakan bir “ateş” parçası olarak bakmakta ve “zinâ” adını vermektedir. Birbiriyle evlenme mânîsi bulunmayan kişilerin, gereksiz yere, yalnız ve başbaşa bulunmalarını da bir “ölüm” hâli olarak vasıflandırmaktadır.
Evlenmenin kişilerin içinde bulunduğu duruma, maddî imkânlarına ve niyetlerine göre hükümleri farklılık arz etmektedir. Şöyle ki:
Farz Olan Evlenme
İnsan maddî ve mânevî, yani sosyal ve psikolojik olarak evlenmeye gücü yettiği hâlde evlenmeyip gayr-i meşrû münâsebetlere (zinâ ve fuhşiyata) düşme tehlikesiyle karşı karşıya ise, bu şahsın en kısa sürede evlenmesi farzdır. Bu farzı kendi iradesiyle erteleyip duran ve sorumluluğundan/yükünden kaçarak yerine getirmeyen, Allâh’ın emrine muhalefet ettiği için günahkâr olmaktadır.
Sünnet Olan Evlenme
Bir insanın evliliğe karşı arzusu olduğu hâlde, evlenmediği takdirde günaha düşme tehlikesi yoksa, böyleleri için evlenmek, sünnet-i müekkededir. Peygamber Efendimizin ve Peygamberlerin hepsinin uygulayageldiği çok kuvvetli bir sünnettir. Bazı âlimlere göre, bu hâlde nikâh, her müslüman için farz değilse de “amelen farzdır” ki, buna “vâcib” de denir.
Mübah Olan Evlenme
Kişinin karşı cinse ilgi ve arzusu şiddetli olmamakla birlikte mehir ve nafakayı verebilecek, evlilik haklarına riayet edebilecek güçte ise, böyle biri için Peygamber Efendimizin usûl ve yoluna uymak açısından kuvvetli sünnettir. Ancak şehveti kırmak açısından mübahtır.
Mekruh ve Haram Olan Evlenme
Kişi, evlendiği kişiye Allâh’ın emaneti olduğu hâlde zulmetme ihtimali, malını gasp etme, mehir ve nafaka gibi verilmesi vâcip hakları yerine getirememe niyeti, kısacası evlilik haklarına riâyet etmeme/edememe niyet ve kararı varsa; bunun yanında sapık, alkolik, kumarbaz ve ahlâksız bir yapıya sahip ise, bunların evlenmeleri mekruh ve duruma göre haramdır.[1]
Evlilikten Uzak Duranlar
Evlilik vakti geldiği ve evlenme imkânı bulunduğu hâlde nikâhtan kaçınanlar, Allâh’ın emrine muhalefet ve Peygamberin sünnetine itiraz ettikleri için, toplumda da iyi karşılanmazlar. Nitekim âile olmak, kadınıyla erkeğiyle toplumda hürmet sebebi olduğu gibi, kendinden sonra gelecek nesillere de güven vermektedir.
İstisnâî ve geçerli sebepler hâricinde mazeretler uydurmak, yalnızca kişiyi ikna eden bahanelerdir. Meselâ “dîne hizmet için” evliliği terk edenlere; İslâm Dîni’nin hayatın bütününe hitap eden bir din olduğu, bu dînin en müttakî kişisinin ve en büyük hizmet edeninin Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olduğu hatırlatılmalıdır. Evlilik, bizâtihî, dîne hizmetin en önemli şeklidir. Hem kişiyi, hem âileyi, hem de gelecek nesilleri şekillendirir.
Feminist akımlardan neş’et eden “özgürlük, kadın hakları” vs. düşünceler, nikâhı geciktirmekte, âile yuvasının mutluluğuna kasdetmektedir. Maalesef son yıllarda muhafazakâr çevrelerde de bu ve benzeri düşüncelere ilâveten yeni birtakım engeller eklenerek yuva kurma yaşı geciktirilmekte ve bir müddet sonra da evlilik tamamen rafa kalkmaktadır.
Erkek veya kadın açısından bekâr yaşamak ve bekâr yaşlanmak; dînimizin emri değildir. Peygamberler başta olmak üzere, ashâb-ı kirâm ve ümmetin önderleri, her fırsatta evliliği teşvik etmişler, herhangi bir sebeple dul kaldıklarında bile en kısa zamanda tekrar evlenmişlerdir.
Ekonomik bağımsızlık, çalışma hayatının yoğunluğu, fakirlik, “istediği şekilde eğitimli” kimse bulamamak vs. gibi sebepler, dînî sebepler değildir.
“Eğitim ve çalışma”, müslüman için takdir edilen bir ibadet iken şeytanın sağdan yaklaşarak bunu Allâh’ın emrine muhalefete kadar götürmesi ne kadar ibretlidir!.. Buna son zamanlarda şahit olduğumuz, “boşanmaların artması korkusu” sebebiyle evlenmeme de eklenince; toplumda bekâr kadın ve erkek sayısı hızla çoğalmaktadır.
İnsanların; “Devir bozuldu, böyle bir devirde çocuk sahibi olunur mu? Yuva kurulur mu?” demesi de sadece kendilerini kandırmalarıdır. Tam da böyle devirlerde evlenmek, sâlih ve sâliha nesiller yetiştirmek için çalışmak, kendimizi, eşimizi ve çocuklarımızı yanan bu ateşten korumaya gayret etmek gerekir. Bizden istenen fedâkârlık, hizmet ve himmet budur. Kalplere hidâyeti nasip edecek olan Allah’tır. Bize düşen, onun sebeplerine sarılmaktır.
Âlemlerin Rabbinin her emrinde bir hikmet bulunduğu gibi, evliliklerin de geciktirilmeden vaktinde ve en hızlı şekilde yapılması; toplumda bekârların muhakkak evlendirilmesi, sosyal hayatta ve âilede huzur ve mutluluğun anahtarı olmaktadır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbından Akkaf ibni Vedâe’nin maddî durumu ve sıhhati yerinde olduğu hâlde bekâr kaldığını öğrenince, kendisine Benî İsrail’den Kursuf adında bir âbidin üç yüz yıl geceleri zikretmek, gündüzleri de oruç tutmak sûretiyle Allah’a ibadet ettiği hâlde, sonunda âşık olduğu bir kadın yüzünden küfre düşerek ibadeti terk ettiğini anlatmış ve şunları söylemiştir:
“-Öyleyse sen şeytanların kardeşisin. Hristiyanların papazı gibi olursan onlardan sayılırsın. Bizden isen, bizim yaptığımızı yap. Bizim sünnetimiz evlenmektir. En kötüleriniz bekârlarınızdır. Ölülerinizin en rezili de bekâr ölülerinizdir. Şeytan dîninizle oynar. Dinle oynamakta, şeytanla işbirliği yapmayın. Şeytanın sâlihlere karşı en müessir silahı, kadındır. Bunu evlilere kullanamaz. Evliler, temiz ve kötü sözden berîdirler. Ey Akkaf! Evlen, aksi takdirde günahkarlardan olursun.”[2]
Netice
Nikâh, dînimizde duruma göre farz sayılan bir ibadet; toplumda önemli bir vecîbe ve insanın kemâle ulaşma vesîlesidir. Bunun her ne sebeple olursa olsun ertelenmesi, Allah Teâlâ’nın emrine ve peygamberlerin sünnetine muhalefet olduğu gibi, sosyal ve psikolojik hayat açısından da birçok problemi beraberinde getirmektedir.
Küfür toplumu yanında müslüman neslin azalma tehlikesi olduğu gibi; bekârlığın nefislere hoş gelerek sosyal hayatta dengesizlik oluşturması, nikâhı ve âileleri tüketmektedir. Mazeretler ne derece inandırıcı olursa olsun, evlilikle bir yuva oluşturmak, sokaktaki fitneyi bitirmek ve sağlıklı bir ümmet oluşturmak açısından önemli ve lüzumlu bir ibadettir.
[1] Bkz: Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmûsu, II, sh: 41.
[2] Kenzü’l-Ummâl, XVI/ 492; Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 163.
YORUMLAR