Vefâtının sene-i devriyesinde, sizlere merhum Mahmud Sâmi Ramazanoğlu -kuddîse sirruh-’un farklı bir yönünü hatırlatmak istiyorum. Onun mütebessim çehresinin altındaki mahzun hâlini… O, tıpkı Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hâli gibi insanlarla münâsebetlerinde hep mütebessimdi. Ancak onu yakından tanıyanlar, onunla uzun zaman birlikte olanlar, onun ne kadar içten içe ağladığını fark ederlerdi.
Aslında bu hüzün hâli veya içten içe akıtılan gözyaşları, kulluğun en güzel nişâneleridir. Bu gözyaşlarında, insanın fert olarak yaptığı hataları hatırlayıp onların pişmanlığını terennüm gizlidir. Yine bu gözyaşlarında ümmet-i Muhammed’in ve insanlığın yaşadığı hataların, günahların, isyan ve inkârın mahcubiyeti, onlara ulaşamamanın çaresizliği yatmaktadır. Bu gözyaşlarında, Allâh’ın büyüklüğü, nimet ve ikramının sonsuzluğu karşısında insanın acziyeti, hataları, gaflet ve zaafları dile dökülmektedir.
Gerçekten hâlisâne bir şekilde damlatılan bir gözyaşı, günahları yıkayıp temizler. İnsanların görmesi için değil de, yaratıcının huzuruna arz edilen sâfiyâne gözyaşları ne makbul, ne yüce ve ne temiz kulluk hediyeleridir.
Gözyaşı, tevâzuun, kulluğun ve hasretin ifadesidir. Bu yüzden kibir ehli, gâfil ve gaddar kimseler kolay kolay ağlayamazlar. Kalplerinin kasvet ve katılığı buna müsâade etmez.
Merhum Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri, konuşmaktan ziyâde susmayı; gülmekten ziyade ağlamayı severdi. Birisi Kur’ân-ı Kerîm tilâvet ettiğinde, âyet-i kerîmelerin mânâları üzerinde tefekkür eder, bazı âyetleri dinlerken de gözyaşı dökerdi.
O, zor bir dönemde dünyaya gelmişti. Vazifesi ağırdı. Vazifesinin iki vechesi vardı:
Birisi, insanlara Allâh’ı tanıtmaya ve sevdirmeye çalışıyordu.
Diğer vechesi de Cenâb-ı Hakk’ın yaratmış olduğu insanlara kulluklarını öğretip onları, “Allâh’ın sevgili kulları” hâline getirmeye çalışıyordu.
Daha farklı bir ifâdeyle o, kullarına Cenâb-ı Hakk’ı, Cenâb-ı Hakk’ı da kullarına sevdiriyordu. Şüphesiz bu, ağır bir vazife idi. Fakat peygamberlerin hepsinin yaptığı vazife de aslı itibariyle buydu. Onlar, maddî miras bırakmayan peygamberlerin, mânevî mirasçılarıydı zaten… Onun ilmine, irfanına, hikmet ve tebliğ vazifesine mirasçı olmuşlardı.
Bu kadar zor bir vazife altında, insanların sıkıntı ve çilelerine, devrin şartlarına ve zorluklarına tahammül, bir de Allah karşısındaki mesûliyet, insanı son derece yoruyordu. İşte bu yorgunluk ve çilelerin en güzel tercümanı gözyaşıydı.
Merhum Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri, gözyaşını şöyle methetmiştir:
“Gözyaşı, sâlikler için paha biçilmez mânevî bir hazinedir.
Gözyaşı, kalbin hassâsiyetine ve rakikliğine bir delildir.
Gözyaşı, sâlikin tekâmülüne bir işârettir.
Gözyaşı, Hak yolcusunun yegâne sığınağıdır.
Gözyaşı, nedâmet mânâsını taşır ve Allâh’a bir nevî tevbedir.
Gözyaşı, Hakk’ın merhametini tahrik ve merhametini celbeder.
Gözyaşı, yokluğa erenlerin saadet sermayesidir.
Gözyaşı, âsinin kurtuluş ipidir.
Hülâsâ gözyaşı, vuslata erenlerin yegâne dayanağıdır.”
Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-:
“-Gün geldi, ağladığım günlere de ağladım. Yaptığım tevbelerime de tevbe ettim.” buyurmuş ya… Cenâb-ı Hak, bize de kendi rızasına uygun gözyaşı ve tevbeyi nasip etsin. Bizi de sevdiği, seçtiği, muhafaza ettiği, ihlâslı kulları arasına dâhil eylesin. Âmin.
YORUMLAR