Bir İstanbul hanımefendisi…
Ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı’nın “İstanbul’u duydum daha bir kerre sesinde” dediği gibi bir Osmanlı hanımefendisi... Zerâfet, nezâket, letâfet onun şahsında mânâ kazanıyor. Emekli bir öğretmen, müşfik bir anne… Mürşide Haydaroğlu Hanım’ı tanıtırken kelimelerin kifâyetsizliğinin doruk noktaya ulaştığını hissediyorsunuz. Onunla bire bir sohbet etmek, bire bir tanışma imkanını yakalamak, onun o latîf sesinden çocukluk anılarını dinlemek hakîkaten büyük bir ayrıcalık, büyük bir zevk…
Şimdi onunla yapmış olduğumuz hasbihâli, yine onun ağzından aktarıyorum:
* * *
Âilemiz
Annem çok edebli bir hanımdı… Sevgi tezahürleri hep zâhiriydi. Bizi koruyucuydu. Her hâlinde bir incelik vardı. O incelik içinde de ayrı bir disiplin... Bizi ev işlerine alıştırmaya çalışır, okumaya ve ilme teşvik ederdi.
Babam ise bizi hep ibâdete, namaza yönlendirirdi. 1952’de Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleriyle tanışmasından sonra, fırsat buldukça evde bize cemâatle namaz kıldırırdı. Bizi, çocukluğumuzdan itibaren hep sabah namazlarına kaldırırdı.
Bugünkü gibi Kur’an Kursları yoktu, o zamanlar. Namaz sûrelerini biz cemâatle namaz kılarken hep babamdan öğrendik.
Babam bir memurdu. Onun memuriyet hayatı boyunca değişik şehirlere taşındık durduk; Ankara, Burdur, Konya, Adana, Van, Bitlis, Erzurum, Edirne…
Evimizde hep tatlı tatlı sohbetler edilirdi. Babam tasavvuf sohbetleri yapar, ağabeyim “İslam Nûrundaki Veliler” kitabını okurdu yüksek sesle, biz de dinlerdik.
Allâh’ın sevdiği insanın nitelikleri nelerdir, yaşayarak öğreniyorduk. Annem bize:
“–Git halana hizmet et, babana, ninene hizmet et.” derdi. Böylece büyükler için hizmetin ne denli önemli olduğunu görüyorduk. Kendimiz için, nefsin hevâ ve hevesleri için koşacak vaktimiz yoktu, terbiyemiz de buna müsait değildi zaten. Bir iş disiplini vardı evimizde.
Annemin bize karşı öyle şefkati, merhameti vardı ki, okuldan çıkınca gideceğim en güzel yerin evim olduğunu düşünürdüm. Evimiz çok sıcaktı; merhametle ve muhabbetle doluydu. Okul dönüşü, evimizin özlemini çekerdim.
Türk toplumunda kadın çok önemlidir. Anadolu kadını çok fedakârdır. Annemden ve çevremdeki annemin arkadaşlarından daha o yıllarda yardımlaşmayı, paylaşmayı öğrenmeye başlamıştım. O yıllarda sevgi paylaşması ve komşulukta yardımlaşma vardı.
Annem ilkokul mezunu bir hanımdı. Biz Erenköy’e taşınınca dikişi, nakışı sanki bu işlerin bir ustasıymış gibi konu-komşuya öğretmişti.
Babam, helal lokmaya çok dikkat ederdi. Çok sehâvetliydi aynı zamanda. Sanki elindeki her şey bir başkasına âitti ve onları sahiplerine vermekten büyük zevk alırdı.
“–Sultanım, beyefendi, hanımefendi…”
Bu sözler, bu hitaplar babamın doksan yıllık ömrü boyunca ağzından düşmeyen kelimelerdi. Bu kelimelerle tanışır, tanışıklığı devam eder ve edeple büyük-küçük herkese söylerdi. Onu bir yolculukta, mesela Beyazıt’tan Erenköy’e giderken vapurda veya trende görseniz, o ân elinde ne varsa bu kelimelerle dağıttığını görürdünüz. Ne sehâvet, ne cömertlik… Ne el açıklığı… Belki gönlü böyle rahat ederdi. Ne almışsa, ne taşıyorsa ve bunlar bir başkasının değil de kendisinin ise, (bu bir kitap, evlerimizi süsleyen levhalar, yiyecek, her ne ise...) hemen oracıkta size de nasip olabilirdi. Böyle yaparken muhatabından bir karşılık ve bir menfaat de beklemezdi. Onun hayatı, belki de başkalarının iyiliği ve menfaati üzerine kurulmuştu. Çünkü ancak gönlü böyle hoş olurdu. Böyle huzur bulurdu.
* * *
Vallâhi Güzel Etmiş
Biz subay muhiti içinde büyümüştük. Ekrem Babacan babamın yakın arkadaşıydı. Binbaşı hanımları, bizim evimize gelirken çantalarında örtüleriyle gelirlerdi.
Mahmud Sâmi Ramazanoğlu’yla babamın tanışması, bizim âilemizin zaten özünde olan tasavvufî yaşantıyı daha iyi benimsememize, hayatımızda daha iyi özümsememize vesile oldu.
Osmanlıca’dan Türkçe’ye geçiş olunca, yaşlılar çok zorlanmışlardı. Babam Ahmet Hamdi Akseki’ye, o zaman Diyanet İşleri Başkanıymış, çok yardımcı olmuş.
Babam bana:
“–Sen Ahmet Hamdi Bey’in duâsısın.” derdi.
Biz tasavvufî hayatın güzel bir şeklini de Erzurum’da gördük. Orada Mahmut Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin vesilesiyle babam, çok âlim bir zât olan Alvarlı Mehmet Efendi’nin sohbetleriyle tanıştı. O sohbetlerdeki manevî güzelliği hiç unutamadım.
Yine bu esnada babam İbrahim Hakkı Hazretlerinin eserleriyle tanışmıştı. Akşamları bize o büyük zâtın Marifetnâmesi’ni okurdu.
İbrahim Hakkı Hazretleri’nin:
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif ânı seyr eyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler!... diye başlayan ve;
Vallâhi güzel etmiş
Billâhi güzel etmiş
Tallâhi güzel etmiş
Allâh görelim n’etmiş
N’etmişse güzel etmiş!..
mısralarıyla sona eren Tefviznâmesi’nden bazı dizeler ise dilinde tesbih gibiydi.
* * *
Tasavvufla Tanışınca
Allâh’ın “kader programını”, ben tasavvuf yolunda anladım. Eskiden beri çalışır, gayret ederiz, hayır yolunda oluruz, ama Allâh’a yakınlığı, duânın güzelliğini tasavvuf sohbetlerinde öğrendim. Gelen acılara sızlanmamayı da âcizâne o yıllarda öğrenmeye başladım. Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin “Musâhebe”lerindeki “Kader bahsini” okuyunca, Allâh’ın kulu için hep hayır düşündüğünü, lüzumsuz üzüntü ve düşüncelerin insanı yıprattığını anladım.
Tasavvufla tanıştıktan sonra, gönlüm muhabbetle doldu. Gayrıyı terk etmek, mâsivâdan arınmak, mârifetullâh’ta Allâh’ın san’atının inceliklerini görmek... Bunlar birer başlangıç, zâhirde zor gibi görünen acıları sonları çok farklı algılıyorsunuz. Mesela ölümü annemle yaşadığım zaman, Allâh, benim o acıyla ölümü sevmeme sebep oldu. Annem benim en iyi arkadaşımdı. Öğretmenlik yıllarımda ne yapacağımı hep anneme sorardım. Sorunlu bir öğrenci hakkında annemden tavsiye alırdım. O, bana hep sabrı tavsiye ederdi.
“–O öğrenci çok iyi olacak, göreceksin.” derdi.
Öğretmenlik Yılları
Bana ümit verirdi. Muammer Topbaş’ın açtığı Özel Erenköy İlkokulu’nda 1966’da öğretmenlik yaptım. Çok güzel bir gâyeyle açılan bu okul, uzun süre devam edemedi. Bize bu okulda çalışmamız için çok özel iltifatlarda bulunuldu. Orada öğretimin güzelliği yanında, eğitimin de çok önemli olduğunu derinden müşâhede ettik. Müdîremiz şöyle söylerdi:
“–Çocuklar evlerinin aynalarıdır, onları okutmak eğitmek zevktir.”
Ben her gece kendimi sorguya çekerdim. Mesela; “Aziz’e niçin matematiği öğretemedim, benim metodumdaki eksiklik neydi?” diye düşünürdüm.
Geceleri saatlerce “Öğrencilerime nasıl daha fazla faydalı olabilirim?”, “Hatalarım hangi noktalarda? Eksikliklerim neler?” diye düşünürdüm.
Kendim ortaokula Adana Kız Lisesi’nde başlamıştım. Hocalarımız çok edepli, fazîletli ve gayretliydi. Sınıfta dersi en güzel şekliyle öğretir ve ondan sonra çıkarlardı. Öğrencilik yıllarında edindiğim bütün bu tecrübelerle Erenköy İlkokulu’nda elimden gelenin en iyisini yapmak endişesi ve telaşı içindeydim. O okulda o kadar güzel velilerle tanıştım ki, başta Topbaş âilesi, bunlar bize İslâm’ın güzelliğini yaşattılar.
Çalışma hayatında, çalışmanın güzelliğini paylaşmak lazım iş arkadaşlarınızla... Bunun için de «benlik»ten vazgeçmek gerekir. Kardeşlik sevgisi sergilememiz lâzım. Bu yöndeki samimî gayretlerle insanın aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Türlü maddî sıkıntılar içinde okuyan öğrencilerle diğerleri arasında o kadar güzel bir ahenk vardı; o kadar güzel paylaşıyorlardı ki, arkadaşlığı, sevgiyi, aynı sıraları bizler için neşe kaynağı oluyordu bütün bunlar.
Bir gün bir işçi kızının başını okşamışım. Eve gidince hemen âilesine:
“–Mürşide Hoca öğrenciler arasında hiç ayrım yapmıyor.” demiş.
Posta memurunun oğlu vardı, burslu okuyordu. Evde annesine:
“–Mürşide öğretmen en çok benim okumamı istiyor.” diyormuş. Öğretmenlikte her çocuğa tek tek onu çok sevdiğinizi, onunla ilgilendiğinizi hissettirmeniz lâzım. Mesela bir öğrencim vardı Mehmet Sâmi... Tutumlu, terbiyeli, temiz giyimli, çok geçimli bir çocuktu, ama arkadaşına kalemini ödünç verince kalemin başında beklerdi. Burada güzel bir davranış var; malının sahibi olmak, ama öğretmenseniz bu güzelliğin içindeki eksikliği de uygun bir dille öğrenciye anlatmasını bilmelisiniz.
Okulda tutum haftası düzenledik; hikayeler, şiirler okunurdu. Müdür, Mehmet’e:
“–Haydi arkadaşlarına kooperatiften poğaça ısmarla!..” derdi.
Bugün maalesef çok savurganlık var. Herkesin ayağını yorganına göre uzatması lazım. Bu da en başta âiledeki eğitimle kazanılacak bir davranıştır. Annem tutumlu birisiydi, ama asla cimri değildi. Tutumlu olmanın güzelliklerini sergilerdi evimizde, hiçbir şey boşa gitmezdi. Mûsâ Efendi’de de böyleydi; infâk ve cömertlik konusunda çok güzel, örnek bir yaşantı sürdü. Bir keresinde maddî durumu bozuk, evlenecek bir gence Feride annemin nesi varsa infâk etmiş, onu onurlandırmıştı.
Bu fakir, Mûsâ Efendi mektebinde yetişmiştir. Onun yaşantısına yakînen şâhit olmam sayesinde kayınvâlideme ve babama, hasta yataklarında hizmet etmenin güzelliklerini öğrenmiştim. Babama hizmet için koşarken yorulmuyordum. Hacı annemin elini tuttuğum zaman, o bana hep:
“–Allâh râzı olsun.” diyordu. Onlara hizmetin bizim evimiz için bir “sigorta” olduğunu biliyordum. Evimize o hizmetten nûr ve feyz yağıyordu.
Eşim Mehmet Bey, hayırlı bir evlât ve hayırlı bir zevc olduğu için evimizde muhabbet, saygı, geçim ve dirlik vardı. Bu da hizmeti kolaylaştırıyordu. Anne-babanın bazen birkaç evladı oluyor. Hizmeti paylaşmak lâzım. Biz kardeşimle hizmeti paylaşıyorduk. İkimiz de duâlarını almak için yarış ediyorduk âdetâ. Babam da, kayınvâlidem de sürekli ellerini açıp duâ ederlerdi bizlere. Onları çok güzel uğurladık.
Hayat Tecrübeleri:
Kayınvâlidem hep şöyle nasihat ederdi:
“–Mesut olmak ve mesut etmek için bir kadın şu dört şeyi bilmelidir;
1- Dâimâ genç kız gibi temiz, bakımlı ve titiz görünmelidir.
2- Güç durumlarda olgun bir kadın gibi davranmalıdır.
3- İcabında bir erkek gibi düşünmelidir.
4- Her zaman arı gibi çalışkan olmalıdır.”
Her insanın Hazret-i Peygamber’i çok iyi okuyup incelemesi, o güzel Peygamber’in hayatını kendi hayatı için örnek kabul etmesi gerekir. Onun eşleri olan mübârek annelerimizi de aynı şekilde. Eşler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde onların âile yaşantılarını taklit etmeye çalışmalıyız. “Hazret-i Hatice nasıl bir eşti?” diye sormalıyız kendimize. Onun eşine ve evlatlarına karşı olan muâmeleleri bizim için ölçü olmalı.
Hazret-i Hatice’nin eşine olan sadâkatini ölçü almalıyız kendimize. Herkes Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i yalanlarken o doğruladı. Ondaki iffet, sehâvet, nezâket, kibarlık…
Tarihteki Vâlide Sultanlar da bu güzel hanımların nümûneleriydiler. Anadolu kadınları; Kuvvâ-yı Milliye’de şehid olanların anaları, helal süt emmiş Mehmetçiklerin kanları bu toprakları mukaddes etti.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- akıllı, bilgili, düşünceli, geçimli ve Rasûlullâh’ı her bakımdan mutlu eden cennet hanımı... Üvey kızı Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- ile son derece güzel bir geçimi vardı. Akıllıydı, binlerce hadis rivâyet etmiştir. Her kadın biraz kıskanç olmalı Hazret-i Âişe gibi.
Kadın, eşini güleryüzle karşılamalı. Kapıyı eşine açınca evinin en mûtenâ yerine buyur etmeli eşini, en güzel kıyafetlerini eşi için giymeli, en güzel sofralarını eşi için hazırlamalı. Eşinin ve çocuklarının akşam eve gelirken evlerini özlemelerini temin etmeli…
Müslüman kadın bilmelidir ki, eşine ve çocuklarına yapacağı her güzel muâmele bir amel-i sâlihtir. Kadın sorumluluklarına dikkat ettiği gibi erkek de İslâmî çerçevede olursa lüzumsuz üzüntüler ve sıkıntılar, o hâneye asla giremez. Ebeveynler çok önemli; her iki anne- baba yani. Hısımlığın verdiği sıcaklık olmalı arada...
Maddenin küçük düşürücü hesaplarıyla aradaki ilişki zedelenmemeli. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in kızı Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’nın yaşadığı mütevâzî hayatı örnek almalıyız.
İslâmiyet nezâket getirir, aynı zamanda zerâfet de getirir. Bilhassa kadınlara zerâfet çok yakışıyor. Böyle güzel hâllere sâhip olup, bunu çevremizdekilere de aksettirelim.
İnsanın güzel yaratılmış olması, insandaki günahları ayıpları görmemeyi, setretmeyi, günah içinde olan insana şefkatle el uzatıp, merhametle muâmele etmeyi, ona hizmet etmeyi onu hidâyete erdirecek, kurtuluşa erdirecek vesîleler aramayı gerektirir.
* * *
Bu güzel sohbet için Mürşide annemize sonsuz teşekkürlerimi arz ederim. Allah hizmet dolu nice uzun, hayırlı ömürler ihsan eylesin.
YORUMLAR