Cenâb-ı Hak, bütün varlıkları birbirinden farklı hususiyetlerde yaratmıştır. Bu sayede hepsi birbirine muhtaç ve birbiriyle eksiklerini tamamlar mâhiyettedir. Rabbimizin kâinâtta tesis ettiği bu nizamın bir diğer yönü de varlıkların çift olarak yaratılması keyfiyetidir. Gerek bitki ve hayvanlar, gerekse insanlar var olmak ve varlığını devam ettirmek için erkek ve kadın olmak üzere çift yaratılmışlardır. Cenâb-ı Hak, tekliği, kendisine mahsus kılmıştır.
Bu sebeple toplumun farklı kademelerindeki insanlar daima birbirlerine muhtaçtırlar ve ancak diğer insanlarla dengeli ve âhenkli bir dayanışma içinde olurlarsa, bütün toplum huzur içinde olur. Ancak sorumluluklar ve vazifeler ihmal edilirse, çeşitli mevkilerde olan insanlar birbirleriyle inatlaşıp çekişmeye başlarsa huzur kaybolur, fitne-fesat çoğalır.
Rabbimiz, insanlar arasında bu genel esasları çizdiği gibi, âile yuvasında da huzur ve mutluluğun esaslarını belli etmiş; insanların fıtrat, yaş, cinsiyet, kabiliyet, merak ve kapasitelerine göre farklı vazife ve selâhiyetler (yetkiler) vermiştir.
Bedenî güç ve his âlemi açısından erkeğe daha metin (dayanıklı) olma vasfını veren Rabbimiz, onun dış dünyadaki sıkıntılarla boğuşmasını, bakıma muhtaç durumdaki âilesine kol-kanat germesini emretmiştir. Böylece erkek; hanımına, çocuklarına ve bilhassa yaşlandığı zamanlarda anne-babasına, hattâ çevresindeki akraba, komşu ve diğer insanlara yardıma koşacak vasıftadır. O, âilesinin ve çevresindeki muhtaçların sığınağı, hâmisi; çetin şartların ve harp-darb gibi zorlukların birinci muhatabı ve kurbanıdır.
Aynı şekilde Rabbimiz, kadına da şefkat, merhamet, nezâket, zerafet gibi pek çok üstün vasıf ve meziyet ihsan etmiştir. Kadın, yaratılış açısından “anneliğe” hazırlanmış; bedenî özellikleri ve duyguları, “hanımefendilik” ve “annelik” yapmak üzere donatılmıştır. Onun kaba, yorucu, yoğun psikolojik baskı altındaki işlerde yıpranması daha kolaydır. Kadın ruhu nârindir, kibardır. Onun hoyratça ağır işlere sürülmesi, sokakların insafına terk edilmesi; kadının fıtrat ve güzelliklerini bozduğu gibi, toplumun da felâkete sürüklenmesine yol açar. Kadının iffet ve temizliği ne kadar îtinayla korunursa, gelecek nesillerin yetişmesi de o kadar güvence altına alınmış olur. Eğer kadın, kendi iffet, şahsiyet ve faziletlerine vedâ ederse, toplumun da yıkılışı kolaylaşır.
Kadın, evde eş ve anne olarak vazifelerini tam ve eksiksiz yaptıktan sonra, kendi ahlâk, fıtrat ve meziyetine uygun bir şekilde cemiyetin ıslâhına, kadınlara dönük iş ve hizmetlere de bakabilir. Ancak bunu yaparken kendisini, âilesini unutmamalı; gecesini-gündüzünü sâir işlerle doldurup da evini, yuvasını ihmal etmemelidir.
Bir erkek ve bir kadından kurulmuş olan “âile” yuvası; karşılıklı muhabbet, fedâkârlık, sadakat ve hizmetle hayatiyetini devam ettirir. Kadın ve erkek, âilede birbirinin açığını arayan, kusurlarını ortaya döken rakip kimseler değildir. Aksine kadın ve erkek, birbirinin açığını kapatan, eksiklerini tamamlayan, birlikte bir bütün oluşturan Allâh’ın emânetleridir.
Müslüman âilede erkek, bencil, kaba-saba, kırıp dökücü olamaz. O zâlim, doğru-yanlış her istediğini istediği şekilde yaptıran bir kimse değildir. Çünkü müslümanın örnek aldığı Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hiçbir zaman böyle bir “koca” ve “âile reisi” olmamıştır.
Kadın da, eşini küçük düşüren, ona meşrû yollarla yapamayacağı şeyleri durmadan isteyen, Allâh’ın verdiği güzellik ve meziyetleri, âilesi aleyhine kullanan bir kimse olamaz. Onun da önünde, Peygamber Efendimizin Ehl-i Beyt’i ve ashâb-ı kirâmın hanımlarının örnek hayatları durmaktadır. (Devam edecek)
YORUMLAR