Bir mûcize düşünün, gözlerinizin hemen önünde... Bir mûcize düşünün, her an elinizi uzattığınız yerde... Bir mûcize ki; öyle hayatın içinde, aynada, suda, havada, sende...
“-Ellerinin bu denli yakın olduğu bir mûcizeyi, yakından temâşâ etmek ister miydin?” desem, zannediyorum ki, bu teklifi reddedecek kimse yoktur.
Öyleyse şimdi ellerine dokun, şimdi sessizliğin içinde tefekküre dal ve kalp atışlarına kulak ver. Şimdi gözlerinin önünde anbean büyüyen çocuğunun bebekliğini, ilk hâllerini, yumuk ellerini, sağa sola bile dönemezken; kabına sığamayan kıpır kıpır hâllerini gör. Sadece görmekle yetinme! Tefekkür dolu bir nazarla seyret; Yaratıcı sana bir ömür izleyebileceğin bir mûcize sunmuş. Yaratıcı, sana, seni sunmuş!..
Öyle güzel programlanmışsın ki, derdini de devânı da, sorunu da cevabını da, kuraklığı da suyu da, çölü de denizi de içinde barındırıyorsun. Her attığın adım ayrı bir sahne, her günün O’na giden yolda sana yeni bir fırsat... Sen; gülüşünde değme tabiplerin devâlarını aratmayacak binbir şifâ… Bir damla gözyaşında, sayfalar dolusu hikmetler barındıran... İstîdâdı nesiller boyu konuşulacak projelere isim vermeye yetecekken, belki çevre faktörü, belki kendi inkisarları sebebiyle, adımlarını büyütememiş olabilirsin.
Şimdi mûcize olan bedeninin plasentadan ayrılışı ile ilk firâkı yaşamasından sonra, ilk ihtiyaçlarını kendisi dillendirebildiği, büyümeye adım attığı çocukluk anlarına yolculuk yapalım. Sizden istediğim; bir günlüğüne çocuk olun:
“-Bizim zamanımızda çocukluk böyle miydi? Kendi kendimize büyürdük!” yaftasından kurtulup, her geçen zamanın kendisine göre ihtiyaçları, zorlukları ve kolaylıkları olduğunu bilin! Çocuğunuzu, kendi çocukluğunuzun yetişme şartları ile değil de, kendi annelik mesûliyetlerinizi, annenizin mesûliyet ve imtihanları ile mukayese edin. O zaman evlâdınızla daha fazla vakit geçirmenin, ona maddî imkânlar sunmanın, devrin getirdiği bir kölelik değil, ayrıcalık olduğunu fark edeceksiniz.
“-Her istediğini zorla yaptırıyor!” diye kızdığınız bazı taleplerin, en başta sizin ya da âile büyüklerinin tarafından oluşturulan gereksiz ihtiyaçlar olduğunu görün. Israrla bir şeyi istediği bazı anlarda ise, onunla hemhâl olup o istediği şeyin onun için gerekli olduğunu hissedin. O an onu yapmak için birden fazla yol olduğunu ya da öfkelenme yolunu seçmezsek çocuk kalbinin sunacağınız başka bir alternatifle ikna olacağını tecrübe ederek yaşayın.
“-Anne/baba, seni sevmiyorum!” diye size hitap ettiğinde, sinirlenerek onun sesini bastırmak yerine, çocuğunuzun bu ifadelerinin altındaki:
“-Sizi çok seviyorum, ne olur elinizdeki telefonu bırakıp benimle ilgilenin! Televizyonu kapatıp nasıl bir mûcize olduğumu seyredin!” deyişini, sizden nasıl ilgi ve sevgi talep ettiğini duyun.
Bir an için çocuk olun; ağzınıza ısrarla gelen, tekrar tekrar geldikçe gözünüzde büyüyen bir çorba kaşığı görün. Bir taraftan sinirlenmiş, yemediğiniz için söylenen anneniz, bir taraftan o lokmanın yenme zorunluluğu... Her çocuğun iştahlı ve iştahsız dönemleri olabilir. Yemekten uzaklaştığı dönemlerde, seçimi kendisinin yapmasına izin verin. Kâinattaki hiçbir canlı, bir gıdaya ihtiyacı olduğunda ya da gerçekten acıktığında onu reddetmez. Siz, kendi yeme miktarınız ve acıkma hâlinizle onun gıda ihtiyacını kıyaslamayın. Yemeğe kadar aç kalırsa, abur cubur ile küçük mideyi doldurmazsa, yemek yemesi daha da kolay olacaktır.
Bir an için çocuk olun; çok sevdiğiniz anne ya da babanız ile vakit geçirmek, onların ağzından hikâyeler dinleyip, oyunlar oynamak mı daha keyifli olurdu; yoksa size yabancı, soğuk ve beraber vakit geçirdikçe beyninizi uyuşturan sosyal medya araçları, televizyon ile mi?! Önce “kafanız rahat etsin diye” televizyon ya da tabletin başına oturtup, sonra bunlar ile vaktini dolduran evlâdınıza söylenmeyin. Muhâsebeyi iki taraflı yapın.
“-Neden böyle bir çocuksun? Böyle davrandığın için seni sevmiyorum!” gibi cümlelerin, kendi ellerinizle torunlarınızın kişiliklerinin temeline bomba yerleştirmek olduğunu bilin. Bu ithamlar ve sevilmeme kaygısıyla büyüme döneminin ilk kısmını tamamlayan çocuk, kendi çocuklarına da aynı kaygıyı aşılayacak, hasar gören şuuraltı, ona hata yaptığında bunları söylettirecektir. Bu yaralayıcı ithamlar yerine:
“-Seni çok seviyorum, ama bu davranışın hoş değil! Bu hareketi sevmiyorum.” gibi karakterini değil, yaptığı hatalı davranışı hedef alın.
Ona aldığınız yeni kıyafet, hediye gibi onu mutlu eden maddî eşyaları, onu tehdit etme vasıtası gibi kullanarak ileride kuracağı ilişkilerin menfaat odaklı olmasının temelini atmayın. Sürekli ona aldığınız şeyler için, karşılığında ondan uslu durmasını ya da bu sebeple onun daha çok sizi sevmesini isteyerek mahcubiyet duygusunun altında ezilen ve sürekli başkalarının gözüne girme çabası içinde olan bir çocuk büyütmeyin.
Bir günlüğüne çocuk olun; dışarıda tanıdığınız tanımadığınız birçok kişinin üzerinize geldiğini, yanaklarınızı sıkıştırıp daha da ileri giderek öptüğünü, bazen sarıldığını düşünün. Kibarlık adına bunları geri çeviremiyorsanız, bir an evlâdınızın yerine kendinizi koyarak sevimsizleşmek adına bu tür davranışları engelleyin. Hem çocuğunuzun mahremiyet eğitimi, hem de o an duyduğu (belki ilerde bu konuda hissizleşeceği) rahatsızlığın engellenmesi için buna değer!.. İsteyen herkesin onun bedenine yaklaşamayacağı şuurunu ona verin.
“-Başkaları ne der?!” diye çocuğunuzun yeteneklerini hebâ etmekten, mutlu olduğu hobileri yapmasına engel olmaktan vazgeçin. Bırakın, oğlunuz pasta yapmayı seviyorsa, sizinle pasta yapsın; kızınız yönetmeyi seviyorsa odaya hâkim olsun, arabalarla oynasın, tamir kutularını karıştırsın.
Bir an çocuk olun; ona verdiğiniz küçük vazifelerin sorumluluk duygusunu artırdığı gibi, yeteneklerini geliştirdiğini, kendisini âilede faydalı görerek özgüveninin arttığını hissedin. Siz masayı kurarken, kaşıkları yanlış da olsa onun koyması ikinizi de mutlu edecektir.
Hiçbir çocuk doğuştan küsmeyi bilmez. Çocuğunuza küsme huyu olduğu için sinirleniyor:
“-Git odanda küs, küsen kümese düşsün!” diyorsanız; bundan vazgeçip önce evin içinde kullanılan “Küserim, küstüm!” kelimelerini gözden geçirin.
Sonra yakın çevrenizde bulunan çocukların kendi evlâdınız üzerinde böyle bir baskısı var mı, onu bulmaya çalışın. Her baskı, yeni bir baskıyı doğurur. Çocuğunuzun üzerindeki hırçın ve asabî huylar, sizin etrafa izah ettiğiniz gibi; “Doğuştan beri huysuz!” değildir. Her insanın karakter yapısı farklı olsa da, bu tür davranış bozuklukları daha çok doğduğu andan itibaren, kendi psikolojisine yapılan baskıların dışa yansımış şeklidir.
Bir an çocuk olun; onu başka çocuklarla, kardeşiyle kıyaslarken, bu mukayesenin onu iyileştirmek yerine yaptığı hataları tekrar etmesine sebep olduğunu, kendisini eksik hissederek büyüyen kişiliğinin ileride iletişim zayıflığı yaşayacağını fark edin.
Çocuk olun... Anne ve babanız evde Kur’ân okudukça, seherlerde zikir çektikçe, babanız elinizden tutup câmiye götürdükçe, yaşadığınız evdeki mânevî havayla nasıl huzur bulduğunuzu, maddî ve mânevî inkişâfın daha bebeklikten itibaren evdeki mânevî havayı teneffüs etmekle olduğunu hissedin.
Çocuk olun; onların baktığı pencereden dünyanın ne kadar küçük, ama sizin anne-baba olarak onlar için ne kadar büyük olduğunuzu görün. Minik gözleri, attığınız her adımın şâhidi, beyinleri kayıt defteri, adımları ayaklarınızı takip eden bir dedektif misâli... Doğru izler ile yanlışlarını ayırt edemeyip, her adımın izine tek tek basacak küçük bir dedektif…
Şimdi; “hırsızın hiç mi suçu yok?!” dediğinizi duyar gibiyim... Çocuğunuz; okuma fırsatı sadece size verilmiş, büyüleyici bir kitap. Öyle bir kitap ki; bir sayfasını okurken, bir sayfasını yazarak doldurma fırsatı size sunulmuş. Bazı ana maddeler olsa da, her çocuk kendi karakter yapısına göre, ebeveynine kendi kitabını yazdırır. Buradaki en büyük vazife, bu mûcizeyi müşfik gözlerle müşâhede edip, yıpratmadan, meşrû ölçülerde çocuğunuzun hep kendi olarak kalabilmesine izin vermektir.
YORUMLAR