Son haftalarında doğuma hazırlık olarak; bebeklerin % 97’si baş aşağı dönmektedir. Bu durum, muâyene ile tespit edildiğinde, hem anneler, hem de hekimler rahat bir nefes almaktadırlar. Zira doğum kanalına başı ile girmeyen bebekleri, o dar kanalda çevirmek, artık mümkün değildir. Doğum başlamadan haftalar öncesinde bebeklerin rahimden dış dünyaya seyahatlerinin gerçekleşebilmesi için, en uygun pozisyonu almaları, kendilerinin mi yoksa annelerinin mi irâdesidir?
Doğum, saatlerce süren, sancılı bir süreçtir. Kemik çatıdan, bir canlı, yol bularak aylardır huzur içinde yaşadığı ortamı terk edecek ve tamamen farklı şartlara sahip bir yere gidecektir. Hayatının ilk 40 haftasını geçirdiği mekân; bebek için her bakımdan emniyetli, sıcacık ve hazır gıda ikramı ihtiva etmekte iken; şimdi gideceği yer, gürültülü, soğuk ve çeşitli mikroplarla doludur. Burada sindirimden boşaltıma, solunumdan dolaşıma, sistemlerinin işleyişi farklı bir boyut kazanacaktır.
Bebek; bütün vücut sistemi ile aylar süren mühim hazırlıklarını tamamladığında, hiç görmediği dış dünya için adaptasyon mekanizmalarını geliştirmiş olarak dünyaya gelmektedir. Hem doğumun hem de bu uyum sürecinin aşamalarında, pek çok aksilik olması mümkün iken doğumların büyük bir kısmının normal olarak gerçekleşmesi, adaptasyonların da tâbir-i câiz ise, tereyağından kıl çeker gibi problemsiz hallolması, sonsuz bir kudret ve azamet sahibinin yüce iradesini göstermektedir.
Doğuma doğru baş aşağı dönen ve kanala bu şekilde girişi gerçekleştiren bebeklerin doğumunun kolay olduğunu zikretmiştik. Bunun sebebi, başın, vücuda nisbetle daha büyük olmasıdır. Bebek, kanala başı ile girdiğinde, vücudun diğer uzuvları da buradan kolaylıkla geçecektir. Lâkin hem geçilecek yol, hem de geçecek uzuvlar kemikten yapılmışken bunun hasarsız gerçekleşebilmesi hakikaten zordur. Ve bebeğin beyni hasar aldığında yaşaması mümkün olmayacaktır. Hâl böyle iken doğumların büyük çoğunluğunun hem bebek hem anne açısından hasarsız gerçekleşmesi nasıl sağlanmaktadır?
İnsan vücudunda baş, kemik çatıdan müteşekkil olup içinde beyin gibi mühim bir organı taşımaktadır. (Vücudumuzda hayatî organların kemik çatı ile korumaya alındığını görmekteyiz; kalp ve akciğerlerin göğüs kafesinde yer alması gibi…) Bebek başının erişkin başından farkı, kafa kemiklerinin birleşme noktaları arasında yer alan ve “bıngıldak” adı verilen boşluklardır. Yenidoğanların başında, bunlardan 6 adet bulunur, ancak sadece ön ve arka olmak üzere iki tanesi el ile fark edilebilir. Bebeğin fark edemediğimiz ön-yan bıngıldakları, doğumundan sonraki 2-3 ayda; arka-yan bıngıldakları ise, bir yıl içinde kapanır.
Baklava dilimine benzeyen ön bıngıldak, alnın hemen üzerinden başlar ve genişliği 5 santimetreyi bulur. Bebek altı aylıkken kapanma sürecine giren bu bıngıldak, 1,5-3 yaş döneminde tamamen kemikleşip kapanır. Arka bıngıldak, ön bıngıldağa nisbetle daha erken kapanır.
İlk iki yılda çok hızlı olan beynin büyümesi, kemikler arası birleşme yerleri ve bıngıldak sayesinde gerçekleşir. Ön bıngıldağın dört aydan erken kapanması, beynin gelişimini engelleyebileceği için, önemlidir.
Anneler, çoğu zaman, kafanın diğer bölümlerine oranla daha yumuşak olan bıngıldağa dokunmaya bile korkar. Ancak sanılanın aksine bıngıldak, dayanıksız ve kolay zarar görebilecek bir bölge değildir. Bebeğin yıkanması, saçının taranması ona herhangi bir zarar vermez, ancak büyük darbelere karşı îtina ile korunmalıdır.
Bıngıldağı oluşturan sağlam bağ dokusu, beyin için koruma sağlar. Hattâ öyle ki, bebeğin kafasının darbelerden korunması konusunda bıngıldağın rolü büyüktür. Bebeğin beyninin rahatça büyümesine yardımcı olan bıngıldaklar, esnek yapıları sayesinde bebeğin doğum kanalından kolayca geçmesini sağlarlar.
Akılları çatlatan sayısız aşamalardan geçerek, dokuz ayını dolduran mâsum insan yavrusunun buradaki misafirliği tamamlanınca, anne bedeni tarafından yolcu edilmek üzere hazırlıkların yapılması câlib-i dikkattir.
Birbirlerine aylardır sımsıkı bağlanan iki varlık için ayrılık hiç de kolay görünmemektedir. Şimdiye kadar onu içeride tutmak üzere programlanan sistem, vakit tamam olunca işleyişini tersine çevirerek, haftalardır kapalı tuttuğu kapıları açmakta, sapasağlam bebeği sarmalayan zar tabakaları bir yerlerinden kaçak vermekte ve şimdiye kadar damlası zâyi edilmeyen sıvı; bebeğin geçeceği yolları yıkayarak dezenfekte etmekte ve kayganlaştırmaktadır.
Her şeyden habersiz görünen bir hücre kümesi, anne rahminde geçireceği aylar sürecek misafirliği için konak yerine doğru yuvarlanırken, burada geçici olarak kalacağını da, yaşayacağı farklı bir mekân için hazırlık yapacağını da, haftalar içinde büyüyüp serpileceğini de, vakti gelince sevgi ile sarmalandığı bu daracık mekândan kendine yol verileceğini de bilmektedir. Yolcu olduğunu bilmese idi, bu kadar teferruatlı bir hazırlığa giremezdi. Geçeceği yolun özellikleri ona öğretilmeseydi, ilk baştan tedbirini ona göre alamazdı. Sert çatıdan geçecek hassas bir organı taşıyan kafa kemikleri arasına, onların birbiri üzerinden kaymasını temin edecek husûsî boşluklar inşâ edemezdi.
Kanala başı ile giren bebek, daralan yerlere geldiğinde çeşitli dönme hareketleri yapacak ve bu manevralar sırasında kafa kemikleri bu boşluklar sayesinde, bıngıldakların üzerinden kayarak başın küçülmesini ve sarp geçitlerden geçerken beynin hasar almamasını temin edecektir. Vücudunun elastikî yapısı sayesinde doğum kanalından kolaylıkla kayacak ve saatlerce süren sancılı safhalar bitecektir.
Zarif bedenli yolcunun vücudunun büyük çoğunluğu sudan yapıldığı gibi, iskelet sistemindeki kemikleşme tamamlanmamış ve kıkırdak aşamasında bırakılmıştır. Hem bu durum, hem de bıngıldakların varlığı; bebek ve anne için doğumda büyük kolaylık sağlamaktadır.
Şayet bütün bu tedbirler alınmasaydı, bu çetin yolculuk tamama erebilir miydi? Hem bebeğin, hem annenin bedeni hasar almaksızın bu safhaları atlatabilir miydi? Doğum, hem anne hem bebek için hayatî riskli bir faaliyet olmasına rağmen, iki farklı bedeni birbiri ile mükemmel bir uyum için de yaratan ve çalıştıran sonsuz kudret ve ilim sahibi olan Allâh’ın dilemesi olmasaydı, bebeklerin yeryüzüne bir yol bulabilmeleri mümkün olabilir miydi? Ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz nice teferruatın kolaylıkla gerçekleşebilmesi, “el-Hakîm”, “el-Alîm”, “el-Kâdir”, “el-Musavvir” olan Rabbimiz tarafından her bir zerremize tek tek öğretilmeseydi, bir hücrenin “sanat harikası insana” dönüşmesi aslâ mümkün olmazdı.
Ey Rabbimiz!.. “…Nîmetlerimi sayamazsınız…” (Bkz: İbrahim, 34; en-Nahl, 18) ve “Verdiğim nîmetlerden elbette hesaba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 8) buyurduğun âyetlerin kalplerimizi titretirken, acziyet içinde Sana yalvarıyoruz:
Bizi bağışla, bize merhamet et ve acı! Bizi en savunmasız ânımızda, ana rahmindeki karanlıklardan yol buldurarak aydınlığa kavuşturduğun gibi, gaflet karanlıklarından da hidayet nûruna çıkar. Lütfunla bizlere Seni gören bir gönül gözü ihsan eyleyip bizleri sâlih kullarının arasına ilhâk eyle. Âmîn!.
YORUMLAR