Biz, âhir zaman ümmetiyiz. İnsanlık tarihinin kıyamete en yakın gönderilmiş olan son ümmetiyiz. Kıyamet yaklaştıkça, Allâh’ın yeryüzünde yaratacağı musîbet ve felâketler artacak. Gün gelecek ki, yerin altı, üstünden daha sevimli hâle gelecek…
Âhir zaman ümmetiyiz; vaktimiz az, ömrümüz az; meşguliyetimiz çok!.. Dünya, şeytan ve nefsimiz bir an olsun peşimizi bırakmayacak. Bu dünyevî-nefsânî dert ve tasalardan kurtulup Allâh’a lâyıkıyla kul olmak çok daha zorlaşacak.
O yüzden Rabbimiz lütfuyla, diğer millet ve ümmetlere nasip etmediği birtakım kolaylıklar vermiş bize... Onlara yüklenmiş olan bazı vazife ve sorumluluklardan bizi muaf tutmuş. Biz, “ümmet-i merhûme”, kendisine rahmet edilmiş ümmetiz. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bile bütün “âlemlere rahmet” olmak üzere gönderilmiş.
Rabbimiz, kısa zamanda pek çok bereket ve nasiplere ulaşabileceğimiz gün ve geceler ihsan etmiş bize… Başlı başına bir rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan’ı, Berat ve Kadir gecelerini… Bu gün ve geceleri, oruçla, îtikâfla, Kur’ân’la, namazla, hayır hizmetlerle, kısacası Allâh’ın râzı olacağı her türlü taat u ibadetle geçiren kimselere, ömürlere sığmayacak feyiz ve bereket vereceği müjdelenmiş. Allah katındaki mevkii sebebiyle, kendisine mahsus müstakil bir sûre indirilmiş olan Kadir gecesini, Kur’ân-ı Kerîm şöyle takdîm ediyor bizlere:
“Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, selâmet doludur, tâ fecrin doğuşuna kadar…” (el-Kadr, 1-5)
Kadir gecesinin bu şan ve şerefi, özellikle Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinde indirilmiş olmasından kaynaklanıyor. O hâlde mü’mini şerefli ve Allah katında makbul bir kul kılacak hususiyet de, Kur’ân’ın onun hayatına inmiş olması… Mü’min, Kur’ân-ı Kerîm okuyup anladığı, yaşayıp yaşattığı nisbette Allâh’ın makbul bir kulu… Aksi hâlde Kur’ân’dan ne kadar uzaklaşmışsa, hayatında Kur’ân’ın ne kadar rengi, kokusu yoksa, Allah korusun, o kadar Allâh’ın rızasından uzaklaşmış demektir.
Kur’ân-ı Kerim’in en güzel yaşama modeli, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatıdır. O’nun sünnet-i seniyyesi, baştan sona “Kur’ân ahlâkı”dır. Hazret-i Âişe Validemize, Peygamber Efendimizin ahlâkını sorduklarında:
“-Siz hiç Kur’ân okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı, Kur’ân’dan ibaretti.” buyurmuştur.
O hâlde Allâh’ın râzı olduğu din, kitab hâlinde Kur’ân-ı Kerim’de, tatbikat hâlinde de Peygamber Efendimiz’in sünnet-i seniyyesindedir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Receb ve Şaban aylarında, kendisini Ramazan’a hazırlamak üzere, oruçlarını artırmaya, ibadetlerini ziyadeleştirmeye başlardı. Ramazan gelip Cebrail -aleyhisselâm- ile Kur’ân-ı Kerîm’i mukabele ettiklerinde ise, âdeta kendinden geçerdi. Oruç ve gece namazlarına ilâveten, elinde ne var ne yok her şeyi cömertçe bezlederdi. Ramazan’ın son on gününde îtikâfa çekilir, âilelerini de boşa zaman geçirmemeleri hususunda ikaz ederdi.
İşte yine bir Ramazan-ı Şerîf geldi ve gidiyor. Bilhassa son on gününde umre, îtikâf, Kur’ân ve gece ibadetleri ile bu ayın kıymetini bilelim. İnsanlarla helâlleşip günah yüklerimizi hafifletelim. Böylece Allâh’ın rızâsına ve mağfiretine kavuşmuş kimseler olarak gönül huzuru içinde bayrama erişelim. Rabbimiz, bu mübarek gün ve gecelerin feyz, bereket, rahmet ve mağfiretinden bütün ümmet-i Muhammed’i nasipdar eylesin. Âmîn.
YORUMLAR