Beytullah

“Hürmetli mescid” mânâsına gelen “el-Beytü’l-Haram” yani Kâbe; dünyada eşi benzeri olmayan en önemli ve en mukaddes mâbeddir. Bütün müslümanların ibadet için yöneldikleri ve birleştikleri yegâne mukaddes bölge olduğu gibi, Ortadoğu’nun ve İslâm Âlemi’nin de mânevî merkezidir.

Mâbed ve bulunduğu bölgeye; “el-Beytü’l-Haram”, “el-Beytü’l-Muharram”, “el-Mescidü’l-Haram” gibi isimler verilmiştir ve müslüman olmayan kimselerin bu mukaddes sahaya girmesi yasaklanmıştır.

Rivâyete göre, Allâh’ın yeryüzünü yaratmadan önce var ettiği ve temelleri yerin yedi kat altına kadar uzanan mukaddes bir beldedir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Kâbe’yi gördüğü zaman:

“-Ey Allâh’ım!.. Bu beytin şerefini, hürmetini, heybetini artır. Hac ve umre yapanların da şerefini, din gayretini, azametini ve cömertliğini ziyâde et!” diye duâ ederdi.

Allah Teâlâ, Beyt’i hakkında şöyle buyurur:

 “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke’deki (Kâbe)dir. Orada apaçık nişâneler ve Makâm-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, emniyette olur. Oraya gitmeye gücü yetenlerin haccetmesi, Allâh’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.) (Âl-i İmrân, 96-97)

“Allah, Kâbe’yi, o hürmete lâyık evi, haram ayı,  hac kurbanını (ve kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddî ve mânevî yönlerden) insanların belini doğrultmaya sebep kıldı…” (el-Mâide, 97)

Kâbe, müslümanların birleşme ve kıble mekânları olduğu gibi, İslâmiyet’ten önce de şehir devletinin önemli bir merkezi idi. Bir nevî toplantı yeri idi; savaş, barış, düğün vb. önemli her mesele burada görüşülür, karara bağlanırdı. Buraya herkes değil, yalnızca şerefli kabilelerin kırk yaşından büyük olan seçkin liderleri katılabilirdi. Bütün kabileler, Kâbe’ye hizmetle şereflenmek için vazife üstlenirler ve onu en güzel şekilde yapmak için yarışırlardı. Bu vazifelerden bazıları şunlardır:

  1. Sidâne: Kâbe’nin perdedarlığı, anahtar koruyuculuğu ile hâciblik vazifesi idi. Bu vazifeyi yürütmek, en büyük şeref sayılırdı.
  2. Sikâye: Mekke’ye gelen hacılara tatlı su sağlama ve Zemzem kuyusu ile ilgilenme vazifesi idi.
  3. Ridâne: Mekke’ye gelen hacıların fakirlerine yemek ikrâm etmek, onları barındırıp ağırlamak vazifesine verilen ad idi. 

 

Kâbe’nin Kadîm Tarihi

Kâbe’nin tarihi, ilk insan Hazret-i Âdem’le birlikte başlamaktadır. Rivâyetlere göre, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve zevcesi Havva Vâlidemiz; Cennetten çıkarıldıkları vakit, yeryüzünde Arafat’ta buluşup şöyle duâ etmiştir;

 “Allâh’ım, işlediğimiz hatadan sonra bizi yeryüzünde buluşturdun. Sana şükür ve tâatte bulunmak üzere, Cennette etrafında tavaf ettiğimiz nurdan sütunu bize bahşet!”

Bu duâ üzerine Allah Teâlâ, bu sütunu yeryüzüne indirmiş ve Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Havva Validemiz, onun etrafında tavaf etmek sûretiyle şükür ve ibadette bulunmuştur. Sonraki yıllarda bu sütun kaybolmuş, yerine “siyah bir taş” (el-Hacerü’l-Esved) kalmıştır.

Yine rivayetlere göre, zaman içerisinde Hazret-i Şît -aleyhisselâm- tarafından bu sütunun bulunduğu yere “küp şeklinde” bir bina yapılmış; “Siyah Taş”, bu binanın yanında özel bir yer inşa edilmek sûretiyle buraya yerleştirilmiştir.

Hazret-i Nuh -aleyhisselâm- zamanına kadar bu yapı korunmuş, ibadet makamı olarak kullanılmıştır. “Nuh tufanı” sırasında tamamen kumlar altında kalan Kâbe, yıllar sonra Allah Teâlâ tarafından vazifelendirilen Hazret-i İbrahim ve oğlu Hazret-i İsmail -aleyhimesselâm- tarafından yeniden inşâ edilmiştir.

 Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- zevcesi Hacer ile evlâdı İsmail’i alıp Mekke’ye gelmiştir. Gayr-i meskûn olan bu bölgeye onları yerleştirip zaman zaman gelerek onları ziyaret etmiştir. Oğlu İsmail -aleyhisselâm- otuzlu yaşlara girdiğinde Allâh’ın kendisine bir “beyt”, “mâbed” yapmasını emrettiğini söyleyerek Kâbe inşaatına başlamıştır.

İbn-i Haldun’un ifadesine göre, bu mâbed, Hazret-i İsmail -aleyhisselâm-’ın annesi ve kendisi için yapmış olduğu evin taş ve duvarla çevirdiği avlusuna yapıldığı bildirilir. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, Kâbe’nin yapımında Mekke’yi çevreleyen dağlardan getirilmiş taşlar kullanmıştır. İnşâ işini Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- yapmış, oğlu İsmail -aleyhisselâm- da ona taş taşımıştır.

Kâbe’nin duvarları yükselince, İbrahim -aleyhisselâm- inşaata devam edebilmek için ayağının altına iskele vazifesi görecek bir taş almış, inşaata bu şekilde devam etmişti. Hâlen Kâbe’nin yakınında bulunan “Makâm-ı İbrahim” bu taştır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- burası hakkında şöyle buyurur:

“Hacerü’l-Esved ile Makam-ı İbrahim, cennetten gönderilen yakutlardandır. Allah onların parlaklığını yok etmiştir. Şayet o iki taşın parlaklığını söndürmeseydi, doğudan batıya her şeyi aydınlatırdı.” (Tirmizî, Hac, 49)

 

Hazret-i İbrahim’den Sonraki İnşâ Faaliyetleri

Kâbe-i Muazzama zamanla sel ve yangın gibi çeşitli sebeplerle harap olmuş, defalarca yenilenmiştir. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’dan sonra sırasıyla Amâlikalılar, Cürhümlüler, Kusay b. Kilâb tarafından tâmirat görmüştür. Son olarak, Milâdî 607-608 yıllarında, (Peygamber Efendimiz 35 yaşlarındayken) Kureyşliler tarafından yeniden elden geçirilmiştir.

Kâbe’nin dört duvarının yapımı, kabileler arasında paylaştırılmış; her kabile kendilerine bırakılan kısmı inşâ ettirmiştir. İnşaat sırasında Hacer-i Esved’in yerine konması büyük bir şeref telâkkî edildiği için kabileler arasında sürtüşmeye sebep olmuş ve neticede taşın yerleştirilmesi, Kâbe’ye ilk gelecek kişinin hakemliğine bırakılmıştı. O anda Kâbe’ye ilk gelen kişi, daha peygamberlik verilmemiş Muhammedü’l-Emîn olmuş; O da bu mübarek taşı bir beze koydurup kabile reislerinin bezin ucundan taşıması sûretiyle yerine götürülmesini tavsiye etmişti. Taşı da kendisi bizzat elleriyle Kâbe duvarına yerleştirmişti.

 

Abdullah bin Zübeyr’in İnşâsı

682 yılında Emevî halifesi Yezid bin Muâviye, bir grup müslüman tarafından seçilen Abdullah bin Zübeyr üzerine asker göndermiş; emîn bölge olan Kâbe’ye sığınan Abdullah -radıyallâhu anh- ve beraberindekilerin mancınıkla taşa tutulması sebebiyle Kâbe yanmış ve tahrib olmuştu.

Yezid bin Muâviye’nin ölümüyle kuşatma sona erdikten sonra, Abdullah bin Zübeyr Kâbe’yi tekrar yenilemiştir. Yenileme sırasında Kâbe’nin direklerini altınla yaldızlattığı, kapıların yüzlerini altın levhalarla kaplatıp anahtarlarını da altından yaptırdığı rivâyet edilmektedir.

Bu tâmirattan sonra günümüze kadar daha pek çok kez elden geçirilmiştir. Bugünkü bina, Osmanlı padişahı IV. Murad tarafından yaptırılmıştır.

 

Kâbe-i Muazzama

Beytü’l-Haram, 17 metre yükseklikte, dört köşeli bir binadır. Mekke civarından getirilen bazalt taşlarıyla yapılan Kâbe’nin duvarında, muhtelif ebatlarda 1614 adet taş bulunmaktadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede “el-Hacerü’l-Esved” vardır.

Kâbe’nin dört köşesine “Rükn” denir. Şam’a karşı olan köşeye “Rükn-i Şâmî”, Bağdat’a karşı olan köşeye “Rükn-i Irâkî” denir. Rivâyete göre, İbrahim -aleyhisselâm- Kâbe çamurunu bu köşeden almış ve Cebrâil -aleyhisselâm-, namaz farz olunca kılma şeklini Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e burada öğretmiştir.

Yemen tarafında olan köşeye “Rükn-i Yemânî” denilir ki, burası “Hacerü’l-Esved”den bir önceki rükündür. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in burayı da selâmladığı rivâyet edilir. Dördüncü köşeye de “Rükn-i Hacerü’l-Esved” denir.

 

Kâbe-i Muazzama’nın İçi

Araştırmacı seyyahların verdiği bilgilere göre, Kâbe-i Muazzama’nın duvarının kalınlığı 6 karıştır. Binanın zemini, beyaz mermerle döşenmiş, duvarları renkli mermerlerle kaplanmıştır. Beytin içinde kuzey tarafında yere batırılmış uzunca kırmızı mermer bir levha vardır. Bu mermer levha üzerinde Peygamber Efendimizin namaz kıldığı bildirilir.

Beyt’in batı tarafında 6 tane gümüşten yapılmış mihrab vardır. Bunlar, duvara altın ve gümüşle kaplanmış mıhlarla mıhlanmıştır. Kâbe’nin dört duvarı içten tavana kadar nakışlarla bezenmiş, duvar yüzeyinin pek çok yeri altınla kaplanmıştır. Her köşede iki tahta parçası gümüş çivilerle duvara mıhlanmıştır. Bu tahtaların, Nuh -aleyhisselâm-’ın gemisinin tahtaları olduğu bildirilir.

Kapıdan girince sağ köşede bir merdiven bulunmaktadır. Bununla Kâbe’nin damına çıkılır. Merdiven üzerinde kanatlı gümüş bir kapı vardır. Ona “Bâbü’r-Rahme” denilir.

 

Hatim (Hicr-i İsmail)

Kâbe’ye yapılan bakımlar sırasında, Kâbe’nin Kuzey batı duvarı, Hazret-i İbrahim’in yaptığı temelden 6-7 zira‘[1] kadar içeriye çekilmiş; dışarıda bırakılan kısım ise, eski temelin dışından, sonradan “hatim” ismiyle anılacak yaklaşık 2 zira‘ yüksekliğinde dışa doğru kavisli alçak bir duvarla kuşatılmıştır.

“Hatim” denilen bu duvar ile Kâbe’nin içeriye çekilen kuzey batı duvarı arasında kalan, eski Kâbe’ye ait saha “Hicr” ya da “Hicr-i İsmail” diye anılmaktadır. Rivâyete göre, bu sahada Hazret-i İsmail ile annesi Hazret-i Hacer’in kabirleri bulunmaktadır.

 

 Hacer-i Esved

 Rivayetlere göre, Cennetten gelen, siyaha yakın koyu kırmızı renkte bulunan Hacer-i Esved’in boyu 1, eni 2/3 karıştır. İbrahim -aleyhisselâm- tarafından tavafın başlangıcına alâmet olsun diye, Kâbe’nin doğu köşesine 1,1 metre yüksekliğe yerleştirilmiştir.

 Nuh tufanı sırasında Allah Teâlâ tarafından semâya kaldırılmış, sonra tekrar yere iâde edilmiştir. Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm- Mescid-i Haram’a girip tavafa başlarken Hacer-i Esved rüknüne varır ve onu istilâm ederdi.

Rivâyetlerde bu hâdise şöyle anlatılır:

“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gözleri yaşlı bir şekilde Hacer-i Esved’i öptü, ellerini üzerine koyduktan sonra yüzüne sürdü ve:

«Allâh’ım! Sana îman ederek, kitabını tasdik ederek, peygamberlerinin sünnetine ittibâ ederek başlıyorum.» dedi ve Hacer-i Esved köşesinden tavafa başladı.”

Hazret-i Âişe’ye hitâben de şöyle buyurmuştur:

 «-Ey Âişe! Bu taş, eğer câhiliye devrinin kirleri ve günahları ile kirletilmiş olmasaydı, onunla her türlü hastalık, vebâ ve musibetten kurtulmak için Allah Teâlâ’dan şifâ istenir ve hâlen Cenâb-ı Hakk’ın ilk indirdiği şekilde bulunurdu. Hak Teâlâ, elbette bir gün onu ilk yarattığı şekle döndürecektir. O, cennet yakutlarından beyaz bir yakut idi. Fakat Allah Teâlâ, onu kötülerin günahı sebebiyle değiştirip zalim ve günahkârlardan gizledi. Zira onlar, Cennetten çıkma bir şeye bakmaya lâyık değillerdir.”

 

Altınoluk

Kâbe’nin Hatim yönüne bakan duvarının üst kısmında bulunur. Hicaz’ın Osmanlı Devleti’nin Hicaz’a hâdim olmakla şereflendiği dönemde yapılmıştır. Kâbe’nin üzerine yağan yağmurun Hatim’e (Türkiye yönüne) doğru akıtılarak ülkemize bereket, rahmet getirmesi temennî edilmiştir. Saf altından yapılmıştır.

 

Mültezem

Hacerü’l-Esved’in olduğu köşe ile Kâbe kapısı arasına denir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- burası hakkında şöyle buyurmuştur:

Hacer-i Esved ile Makâm-ı İbrahim arası, Mültezem’dir. Burada duâ eden hastalar şifâ bulur.” (Heysemî, III, 246)

 

Kâbe’nin Kapısı

Kâbe’nin içine girebilmek için yapılmış kapıdır. Yerden bir insan boyu yüksekliktedir. Kapının üstüne altın ve gümüşle Âl-i İmrân Sûresi’nin 96. âyet-i kerîmesi yazılmıştır.

Kapının her iki kanadına iki gümüş halka mıhlanmıştır. Altta iki küçük gümüş halka daha vardır ki, bunlara kilit geçirilmiştir.

 

Kâbe Örtüsü (Sitâre veya Kisve)

Rivayetlere göre Kâbe’yi ilk giydiren kişi, Yemen meliklerinden Tubb Esad Ebû Kerih el-Himyerî’dir. Bir rivayette Hazret-i İsmail’in giydirdiği bildirilir. Kâbe sırasıyla deri, yünlü, dokuma, Yemen kumaşı, Mısır’da dokunan Kıbtî bezi ve daha sonra da ipekli örtülerle örtülmüştür.

Kâbe’nin örtüsü, üç bölümden oluşmaktadır. Dış örtüsü (Sitâre), iç örtüsü (astar) ve kuşak bölümüdür. Bunların hepsi, hâlen Mekke’de bulunan Kâbe örtüsü fabrikasında dokunmaktadır.

Yeryüzünün incisi, Müslümanların toplu atan kalbi “Beytullah” için Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Hac ve umre yolcuları, Allâh’ın seçkin misafirleridir; duâ ettiklerinde Allah duâlarını kabul eder, tevbe ederlerse de tevbelerini kabul eder.” (İbn-i Mâce, Menâsik, 5)

“Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hâriç, başka mescitlerde kılınan bin namazdan efdaldir. Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz, sâir mescitlerde kılınan yüz bin namazdan daha efdaldir.” (İbn-i Mâce, İkame, 195)

“Allah, iki umre arasında yapılan küçük günahları affeder. Allah katında kabul olunan haccın karşılığı ise, ancak Cennettir.” (Buhârî, Umre, 1; Nesâî, Hac, 3)

* * *

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

Telbiye getiren kişiye müjde verilir, tekbir getiren kişiye de müjde verilir.” buyurdu.

Ashâb-ı kirâm sordular:

“-Yâ Rasulâllah, bu müjde Cennet midir?”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem:

“-Evet.” dedi. (Taberânî)

Mevlâmız, cümle mü’minleri bu kutlu beldeye giden ve bu müjdeyi alan bahtiyar kullarından eylesin.

 

[1] Zira‘ uzunluk birimidir. 1 zira‘ yaklaşık 64 cm’e tekabül etmektedir.

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle