Konya iline bağlı, Seydişehir ilçesinin Alaylar Mahallesi’nde büyüdüm. İmam Hatip Lisesi’nden mezun olup ilçeden ayrılıncaya kadar kaldığım mahalle; hem ferdî ve sosyal hayatımda, hem de dînî eğitim ve terbiyemde vazgeçilmez bir yere sahiptir.
Sıfır-altı yaş için âile ne derece ehemmiyetli ise; altı-on sekiz yaş için de ikinci âile olan mahalle o derece ehemmiyetlidir. Nitekim özellikle bu yaşlarda mahalle, yalnızca evin bulunduğu bir mekân değil; kişiyi psiko-sosyal yönden geliştiren, ahlâk ve terbiye eğitiminde özdenetim sağlayan aktif bir mektep hükmündedir. Çekirdek âile olan anne-baba yanında; mahallenin bakkalı, manavı, sütçüsü ve câmi hocası, çocuk için rol model bir eğitimcidir.
Bizim mahalleye ilk girişte bakkal Mustafa Amcamız vardı. Paramız olmadığında, bakkal defterine yazdırarak alışveriş yaptığımız, evde hiç kimse olmadığında evin anahtarlarını ve emanetlerini bıraktığımız, bakkalın önünden geçerken nereye gittiğimizin bilgisini verdiğimiz bir güvenlik gibiydi. Mustafa Amca, genellikle dükkânın önünde oturur, gidip gelenlere selâm verir, hâl-hatır sorar, nereden gelip nereye gidildiği ile ilgili mâlumât sahibi olmak isterdi.
Sokağın tam simetriğinde manav Ahmet Amcamız vardı. Gür sesli, uzun boylu, iri yarı olduğu için mahalleli ona “Taytıs Amca” derdi. Çok taze sebze-meyve getirir, tezgâha îtinayla dizer, süslerdi. Komşu teyzeler, meyveleri pahalı sattığı için sitem ettiğinde;
“-Sizin için sebze-meyvenin en iyisini seçiyorum, getiriyorum; olacak o kadar!” der, gülerdi.
Cuma günleri, manava gidenlere, tezgâhtaki meyvelerden muhakkak ikrâm eder, almak istemediğimiz zaman:
“-Bugün Cuma bayramı; bu da bayram hediyesi, geri çevrilmez!” diye ısrar ederdi.
O günlerden itibaren her Cuma günü farklı bir heyecan sarar içimi… Ahmet Amcam gibi ben de Cuma hediyesi vermeye özen gösteririm.
Mahallemizin fırıncı Saadettin Amcası, mesaîsine gecenin ilk saatlerinde başlardı. Evimiz, fırına yakın olduğu için birçok zaman sabah namazına, fırından gelen mis gibi ekmek kokularıyla uyanır, namaz sonrası kahvaltıyı, babamın fırından getirdiği sıcak pide ile yapardık. Yıllar sonra bugün, en büyük zevkim olan erken vakitte kahvaltı yapma alışkanlığımın o günlerden geldiğini düşünüyor ve hamd ediyorum.
Bir güzel alışkanlığımız da askıda ekmek infâkında yarışmamızdı. Eve ekmek alırken muhakkak bir tane fazla alır, birini askıda ekmek olarak fırın kapısına asardık. Bazı günler mahallemizde hiç kimse askıda ekmeği almaz, Saadettin Amca ekmek bayatlamasın diye çocuklara paylaştırırdı.
Küçük mahallemizin bir de oduncu Mevlüt Amcası vardı. Pazar günleri dâhil, her sabah erkenden kalkıp motorlu makinesiyle odun keser, onları muntazaman dizip, süslerdi. Yaşının ilerlemesine rağmen çok çalışır, hiç tatil yapmazdı. Bir keresinde neden hiç dinlenmediğini, tatil yapmadığını sorduğumuzda:
“-Akşamdan sabaha kadar yatıp dinleniyoruz ya, yetmez mi? Ben mesleğimi çok seviyorum, çalıştıkça dinçleşiyorum, mutlu oluyorum!” demiş, gülmüştü.
Mahallemizin sütçüsü, yalnız yaşayan Hanife Teyze idi. Her ikindi, düzenli olarak gidip taze süt aldığımız ve her gidişimizde, aldığı süt paralarını şehir dışında okuttuğu çocuklarına nasıl gönderdiğini anlatan sütçü teyzem, bazen bizi ahırın içine alır, hayvanlarını isimle tanıtır, çalışmanın önemini anlatırdı. Bir keresinde hukuk fakültesindeki kızına para gönderemediğini, kızının bütün kitabı yazarak satın almadan dersini geçtiğini anlatmış ve kalem-defterimizi israf etmememizi öğütlemişti.
Yaz tatillerinde sevinç ve heyecanla gidip Kur’ân-ı Kerîm okumayı ve namaz sûrelerini öğrendiğimiz, câmileri kendisi sayesinde sevdiğimiz bir câmi hocamız vardı. İlçe câmisinde imam-hatiplik yapması yanında, şehirde doktora eğitime devam eden hocamız, her birimizle yakından ilgilenir, dinimizi okuyarak ve severek yaşamamız için gayret ederdi. Bir keresinde sopayla canımı acıtacak kadar vurmuş, ertesi gün küsüp kursa gitmediğimi görünce eve ziyarete gelmiş, barışıncaya kadar sohbet etmişti. Hoca Amca, Ramazan Ayı’nın ilk iftarını çocuklarla yapar, hafta sonu özel faaliyetler düzenlerdi. Câmilerin, özel mâbedler olması yanında psikolojimdeki heyecan ve sevgisini, bu hocama ve çocukluk hatıralarıma bağlarım.
Mahallemizde komşuluk ilişkileri de çok sıkı idi. Annemler kışlık hazırlıklarını imece usûlü hep birlikte yapar, yardımlaşırlardı. Bahçelerde salça kaynatıldığı, bulgur yapıldığı ve halı yıkandığı günler, biz çocuklar için büyük coşku olurdu. Akşamın geç saatlerine kadar annemlerle birlikte dışarıda kalmanın sevincini yaşar, annemlere yardım ederdik.
Kış günlerinde akşam gezmeleri de çok yaygındı. Her akşam habersiz-çat kapı ya misafir gelir ya da babamlar giderdi misafirliğe… Evler sobalı olduğu için biz çocuklar, misafirlerle aynı odada oturur, ödevlerimiz bittikten sonra yapılan sohbetleri dinlerdik. Her biri değişik meslekte olan amcalar, yetişmiş olduğu zor şartlardan maddî imkânsızlıklar içinde okuduğu günlere kadar her şeyi konuşurlardı.
Nûri Amcamın azimle kitap okuyup ders çalışırken annesinin, gaz lambası boş yere yanıp tükenmesin diye söndürmesini istemesi, dört çocuklu İsmail Amcamın babasının bütün kardeşlerini çalışmak üzere yabancı âilelere yatılı dağıtması ve birbirlerinden habersiz hasretle büyümeleri, Mevlüt Amcamın babasının kendisini on iki yaşında İstanbul’a mal almak üzere göndermesi ve yaşadığı zorluklar…
Şimdi düşünüyorum da her biri, psikolojik gelişim rehberiydi, o sohbetlerin… Mahalledeki teyzelerim de çok üretken ve hamarattı. Her biri memleketlerine özel yemekler yapar, birbirlerine gönderirlerdi. Rizeli Aysel Teyzem, hızlı konuşur, çok hızlı iş yapardı. Balığın çok farklı yemeklerini yapar, tepsiye süsleyerek dizer, mahallenin en başından sonuna kadar herkese ikram ederdi. Afyon Karahisarlı Şenol Teyzem, kendi tabiatı gibi, yumuşacık haşhaşlı çörekler, bükmeler yapar, mis gibi kokusuyla ikram ederdi. Çocuğu olmayan Saniye Teyzemin çok güzel bir bahçesi vardı, ama biraz sert olduğu için bahçeye korkumuzdan giremezdik. Yalnızca annemler, bir emanet veya yemek gönderdiği zaman girer, sohbet ederdik.
Bayram günlerinde bayram harçlıklarımızla eğlenmek ve bayram oyunları almak üzere koşarak gittiğimiz Seyyid Harun Camii meydanımız vardı. Yeni alınan bayramlıklarımızla haftalar öncesinden gün saymaya başlardık. Özellikle bayramlıklarımızı aldıktan sonra o bayram gecesinin sabahı bir türlü gelmezdi. Bayram yemeğinden sonra bütün çocuklar, meydana gider, bayram oyunları alır oynardık. Bayramların bir başka güzelliği ise, öğün yemeklerini hep birlikte yemek olurdu. Herkes kendi evinden getirdiği ikramlarla bayram kahvaltısı, mahallenin en büyüğünde; öğlen ve akşam yemekleri de akrabaların en büyüğünde yenilirdi. Yaz günlerinde bahçelere ve kapı önlerine açılan sofralar ve muhabbetler ise hiç unutulmayan tatlardandı.
Mahalle arkadaşlarıyla oynadığımız oyunlar yanında, yaptığımız el işleri, nakışlar, ip yarışları, güzel heyecanlardandı. Yaz tatillerinde ev işlerini yapmak biz çocukların vazifesi idi. Sabah erkenden kalkar, ev temizliklerini yapar, el işi yapmak için buluşurduk. Sabah ev işlerini yaparkenki merakımız, kimin bahçesinde buluşup el işi yapacağımızdı. Yaptığımız el işlerini birbirimize göstermemiz, nakışta kullanacağımız ip yarışları yapmamız, birbirimizden model alarak yeni el işlerine başlamamız, çok büyük mutluluk ve heyecan verirdi hayatımıza... Bazen de mahallede bulunan çimenliğe piknik yapmaya giderdik, peynir, zeytin, domates, salatalıkla…
Mahalle demek, yuva demek, güven demek, yardımlaşma demek, ekmek kokusu demek, samimiyet demekti. Mahallede oturan herkesin birbirini tanıdığı, bakkallara anahtar bırakılıp nereden gelip nereye gidildiği sorulan mekânlar; âidiyet demek, güven demekti.
Kış hazırlıklarının hep birlikte yapılıp hafta sonu hep birlikte pikniğe gidildiği; acıyı ve sevinci vücudun âzâları gibi bütün olarak paylaşan mahalle; yuva demek, psikolojik rehabilitasyon demekti.
Mahalle bakkalının, manavının, sütçüsünün kucakladığı, terbiye ettiği mahalle, mektep demek, güzel ahlâk demek, emniyet demekti.
Eskiden mahallemiz vardı, bakkalımız, manavımız, sütçümüz, Mevlüt Amcamız, Hanife teyzemiz vardı.
Rabbim, hepsinden râzı olsun.
YORUMLAR