Hazret-i Yûsuf’un kıssasını bilmeyeniniz yoktur. Yâkub -aleyhisselâm-’ın gözde evlâdı Yûsuf, kardeşlerinin nefislerine ve şeytanın vesveselerine uymaları neticesinde öldürülmek kasdıyla bir kuyuya atılmış, sonra Allâh’ın yardımı ile buradan kurtularak Mısır’a giden bir kervana katılmıştır. Daha sonra kervandakiler onu Mısır’da köle olarak satmışlar, Mısır’ın azizi onu satın alarak kendi sarayında istihdâm etmişti. Aradan yıllar geçtikçe Yûsuf -aleyhisselâm-’da tecellî eden cemâl sıfatları, görenleri kendisine hayran bırakır olmuştu. Nihayet Mısır azizinin karısı (Züleyhâ) da ona yaklaşmaya çalışmış, Yûsuf -aleyhisselâm- Allah Teâlâ’nın muhafazası neticesinde günah bataklığına düşmekten korunmuştu. Fakat iftiralar neticesinde hapsedilmiş, zindanda yıllarca kalmış ve bir ümit ışığı belirmesiyle hapisten kurtulma imkânı bulmuştu.
Mısır melîki (kralı) acayip bir rüya görmüş ve bunu tabir edecek kimse ararken, Hazret-i Yûsuf’un zindandan kurtulmuş arkadaşlarının delâletiyle Yûsuf -aleyhisselâm-’a müracaat edilmiş, o da bu garip rüyayı en güzel şekilde tâbir ederek kralın iltifat ve mükâfâtına nâil olmuştu. Kendisini hapisten çıkarmak üzere gelenleri, eskiye dönüp araştırma yapmaları için geri gönderen Yûsuf -aleyhisselâm- şâhitlerle aklandıktan sonra şöyle demiştir:
“(Yûsuf dedi ki:) Bu, azizin yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allâh’ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir.
(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf, 52-53)
Yûsuf -aleyhisselâm-’ın kıssası çok uzun, içinde pek çok hikmet ve ibretler de var. Kur’ân-ı Kerîm, bu kıssayı “ahsenü’l-kasas: kıssaların en güzeli” olarak vasıflandırmış ve bu kıssa için aynı isimle müstakil bir sûre tahsis edilmiş. Fakat bizim, bu yazıda üzerinde duracağımız husus, yukarıda naklettiğimiz iki âyet-i kerîme…
İlki, zindana mâsum olarak atıldığını ispat etme gâyesiyle bu tahkikâtı yaptırdığını söylemesi…
İkincisi ise, bu aklanmanın, bizzat kendisinin “fazilet”inden ziyâde “Allâh’ın lütuf ve ikrâmıyla olduğunu” vurgulaması…
Aslında Müslümanın şahsiyetini gölgeleyecek, itibar ve şerefini zedeleyecek her türlü “kötü zan mahallinden sakınması”, dedikodu ve iftiralara mahal verecek her türlü şâibeden uzak durması lâzım… Fakat bazen kader îcabı, insanın başına hesap edemediği yerlerden, çeşitli karalama ve iftiralar olabiliyor. Bu da hayatın bir gerçeği… O hâlde önce irâdemiz dışında başımıza gelen felâket ve musibetleri “rızâ ile kabullenmek”, “kahır içindeki lutfu” görmeye çalışmak gerekli… Ardından ele fırsat geçince, yanlış bilinenleri doğrultmaya, geçmişte atılmış iftira ve karalamaların tozunu bile silkelemeye ihtiyaç var.
Fakat bütün bunları yaparken “nefsi de palazlandırmamak” gerekiyor. “Ben aslında çok iyiyim, hiçbir eksikliğim, hatam yok!” demekten de sakınmalı… Çünkü bizâtihî nefsi temize çıkarmak, başlı başına bir hata sebebi…
Çünkü nefis, “kötülük makinesi”… Her insanın içinde, şeytanın gözü, kulağı, eli, ayağı… İçimizdeki casus, bizden bir hâin… Ona arka çıkmak, onun boyunduruğu altına girmek, insana hata olarak yeter. Düşmanı, dışta aramaya gerek yok!..
Nefis, insan var olduğu müddetçe var olan bir düşman… Islah olmayan, yola gelmeyen, şeytanın hile ve tuzaklarından daha fazlasına ve tesirlisine sahip olan, habire kötülüğü emreden, insanın sırtını yere getirmeye, burnunu sürtmeye çalışan bir azman… Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimizin nefsine gâlip gelip onu (şeytanını) Müslüman etmesine müsaade etmiş, ama başka hiçbir insanın böyle bir garantisi yok!.. Tam ele geçirdim, zaptettim, hükmettim dediğin anda, bambaşka bir kılıkta gâlip geliyor. Bu yüzden “güzellikleri kendisine mâl etmek” nefsin yemi ve tuzağı… İşte Yûsuf -aleyhisselâm- temize çıkarken nefsin gerçek yüzünü de gösteriyor.
* * *
Aynı kıssanın devamında, kardeşleriyle yüzleşen, onlara kendisini tanıtırken hatalarını yüzlerine vurmayan Yûsuf -aleyhisselâm-, tekrar nefislerine uyup başka hatalara düşmemeleri için de şöyle diyor:
“…Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın tâbiridir. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lutfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi.…” (Yûsuf, 100)
Dikkat edilirse, kendi canına kastedilmesi suçunu şeytana atarak kardeşlerinin pişmanlık ateşi ile yanmasını ve şeytan ile nefsin elinde oyuncak olmalarını engellemeye çalışıyor. Aynı şekilde sahip olduğu saltanat, babasına ve âilesine kavuşma ve benzeri nimetlerin sahibi olarak da yine Allah Teâlâ’ya işaret ediyor ve kavuştuklarını, kendi, irade, sabır, zekâ vb. meziyetlerine hamletmiyor.
Gerek bu kıssada, gerekse Kur’ân-ı Kerîm’in diğer sûre ve âyetlerinde insanın mâhiyeti ile ilgili şu ana hususiyetleri tespit edebiliriz:
1-Allah, bütün insanlara iyilik ve kötülüğü seçme potansiyeli vermiştir. Tıpkı Hazret-i Yûsuf’un içinde “kötülüğü çokça emreden nefis” (nefs-i emmâre) bulunduğu gibi, kardeşlerini ölüme gönderirken yürekleri titremeyen kimselerin içinde de “hatalarını fark edip pişman olma meziyeti” vardır.
2-Mühim olan hayatın her safhasında iyilik ve güzellikleri seçmek, irade, güç ve bütün imkânlarımızı bunun için seferber etmektir.
3-Ancak yine de insan, gerek aczi, gerekse çevredeki menfî şartlar sebebiyle hata ve günahlara düşebilir. Böyle bir durumda yapılması gereken, en kısa zamanda bu hatadan dönmek, pişmanlık, tevbe ve telâfî ettirecek başka hayırlı işlerle bu kötülüğü bertaraf etmeye çalışmaktır.
4-İnsanın gerek içindeki nefsi ile, gerekse dışındaki hâricî düşmanı olan şeytan ile mücâdelesi, hayat devam ettiği müddetçe sürer. Bu düşmanlar, en büyük kozlarını, ölüm ânındaki insana karşı oynarlar. Bütün hayatın bir neticesi ve en kritik dönemeç olan ölüm ânı (sekerâtü’l-mevt), insanın Cennet veya Cehennem biletinin kesildiği son seanstır. Bu son anda bütün hayatın ve yapılan güzel işlerin mahvolma tehlikesi de vardır; hepsinin en güzel bir son (hüsn-i hâtime) ile taçlanması ihtimâli de…
5-Son nefeste mü’min olma/kalma garantisi sadece peygamberlere âittir. Bu yüzden herkesin son ânını nasıl yaşayacağı, son nefesini nasıl teslim edeceği ile ilgili endişe sahibi olması gerekir.
6-Nefsin ve şeytanın hileleri bitmek bilmez. İnsanın, ölüm ânı dâhil olmak üzere, her ân teyakkuz hâlinde bulunması, bir saniye bile paçasını bu sinsi düşmanlara kaptırmaması gerekir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hassasiyetle şöyle duâ etmiştir:
“Allâh’ım, rahmetini umuyorum. Allâh’ım, beni, göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefsime bırakma!.. Bütün işlerimi ıslâh eyle. Senden başka ilâh yoktur.” (Ebû Dâvud, Edeb, 110, 101/5090; Müsned, V, 42)
Yâ Rabbi, bizi nefsimizin ve şeytanın hilelerine karşı uyanık eyle!.. Bizi, selâmete eriştirdiğin, nîmet verdiğin, hidâyet üzere kıldığın, sevdiğin, râzı olduğun peygamberlerin, sıddîkların, şehidlerin ve sâlihlerin yoluna ilet!.. Gazabına uğrattığın, saptırdığın, kendini unutturduğun, isyankâr, nankör, zâlim ve azgınların yoluna değil!.. Âmin.
YORUMLAR