Ben Gelemiyorum Sen Gel

Bizim mübârek kızımız, yere düşmüş bir çiçek görmesin, hemen alıp:

“-Anneciğim, bunu suya koyalım da ölmesin!..” der.

Böylece bizim evde bir solgun çiçeğin daha, günlerce sürecek olan vazo şenliği başlamış olur.

Geçenlerde yine bir çiçek buldu yerde... Büyük bir avdı bu(!); bolca yaprak arasında küçük küçük çiçekleri olan uzunca bir dal... Olmazsa olmaz bu durumlarda, nâçâr aldık yerden, ama o da ne? Çiçeklerde latîf bir koku, hem öyle keskin ki, koklar koklamaz etkilenmemeniz imkânsız… Allah Allah… Hattâ Sübhânallah... Evet evet, Sübhânallah; Sen ne mükemmel bir yaratıcısın ey Âlemlerin Rabbi olan Allâh’ım, evet her türlü yaratmaya kâdirsin, evet Mecîd’sin, evet Hamîd’sin...

“El-Mecîd” isminin tecellîlerinden biri de “sürpriz yapmayı sevmesi” imiş. Kullarını ummadıkları yerlerden nîmetlendirir, gülümsetir, kalbini şükürle doldurur, kendine yöneltirmiş… “-miş” mi, ne kadar çok şâhidi var bu tecellînin!.. Herkesin böyle birkaç hatırası muhakkak vardır Rabbi ile...

Böyle, kimsenin anlayamayacağı kadar incelikli, ancak O’nunla ikimiz arasında... Ben bu tecellînin meclûbuyum, âdeta dudaklarımın hemen arkasında, yüreğimin, dimağımın kapısının eşiğinde bir tebessüm hazır bekler, “Rabbim, beni nasıl şaşırtacak, hayretle dolduracak, gülümsetecek, bana nasıl yeni şeyler öğretecek bakalım, görelim?”

Bazı merak ettiğim bilgiler vardır, asarım alnımın çatına, “Allâmu’l-ğuyûb olan Allah, bunu bana öğretir; Rahman’dır O; her şeyin rızkı O’nun elindedir, dimağların rızkı da...” diyerek...

Bu, yerdeki çiçek de aynen böyle oldu, bunların hepsi oldu.

Hem kokusu ile bana bir lûtuf oldu, günlerce hânemizi şenlendirdi. “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi” buyuran Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve âlihi ve sellem-, “koku” demiş ya ilk maddede, tabiî bir güzel kokuya nâil olmak, en büyük lûtuflardan oldu günümüzde, bizim şartlarımızda... “Yâ Mecîd, yâ Hamîd; inneke Hamîdun Mecîd”…

Hem dimağıma bir damla merak lutfetti. Bu çiçeğin adı ne? Her soru cevaplansın diyedir, boş ve abes yaratmaz Hâlık-ı Zü’l-celâl; işte bir soru, al sana yeni bir çiçek! Bir sembol mü Allâh’ım, yoksa sıradan bir bilgi mi?

Bir imkân bulup fotoğrafını çekebilseydim, internette resim araması yaptırabilirdim; imkân bulamadım o sıra...

Ne yapacak Ayşenur, hemen ilâhî dergâha baş koyacak. “İşte bu başım, gördüğünüz gibi yine meraktan çatlayacak... Derman Sen’dedir, yâ İlâhe’l-Âlemin, bana bu çiçeğin adını ve mânâsını ihsan buyur.” diye duâya durdurdum merakımı…            

Has zeytinyağının içine gül yapraklarını koyup bekletir gibi, merakımı rûhumun sırrına sarkıtıp beklemeye koyuldum. Rûhumun, çünkü o, “ve nefahtü” sırrına mazhar, hakîm yanımı, bilgi arzuma referans bildim.

Evimizi teşrif buyuran her dosta, çiçeği mutlaka ikram ettik o günden sonra. Görünüşünden beklenmeyen o kokuyu duymanın güzel şaşkınlığını başka yüzlerde seyretmek, “tebârekallâhu ahsenü’l-hâlikîn” keşfinin lezzetini tattırmak harika bir duygu oldu.

Zeytinyağında bekletilen gül yaprağından gülyağı olması için birkaç gün geçmesi yetiyormuş, benim arzumu da çok bekletmedi Rahman’ımız... Yoğun bir misafir akşamı... Grup grup arkadaşlar var. En son biri geliyor. Daha odaya girer girmez, odanın sonunda duran çiçeği fark ediyor, ilgiyle eğiliyor ve:

“-Aa, ben bu çiçeği biliyorum!..” diyor, “Yasemin kokulu olmasıyla meşhur..”

Daha bir şey söylememize fırsat kalmadan, döküyor başımdan aşağı bir kucak yasemin çiçeğini:

“-Osmantus”

“Yok, daha neler” diyor içimdeki deli derviş, inanmıyor, illâki sağlamlaştıracak bu bilgiyi. Bunca tevâfuk, ne mânâya gelir ki?

“-Kendisi de «osmânî» olduğu için, bu çiçeğin adı zihnine değil, kalbine kazınmıştır, yanlış olması mümkün değil!..” dedim, ama yine de internette bir gezinti yapıverdim âcilen. Hemen çıktı karşıma... Latince adı ile Osmanthus.

“Kireçli topraklar hâriç, her toprakta ve her şartta yetişir, bitki formunu kesinlikle kaybetmez, saksıda ve terasta yetiştirilir. -15/ -20 C dereceye dayanır.

Her dem yeşildir, yaprakları çok sık, sert ve yaygındır.

Çiçeklerini yaz başında açar, renkleri beyaz ve etrafa yayılan yoğun kokusuyla kendini hissettirir.

Yasemin kokulu çiçekleri vardır. Bu çiçekler küçük, krem-beyaz renkte ve demetler hâlindedir.

Osmanthus herhangi iyi drenajlı bir toprakta kolayca yetişir. Güneşli yerlere de dikilebilir, ancak en çok hafif gölgeyi sever.

Çiçeklerini yaşlı dallardan verdiği için çok derin budanmaması gerekir.”

“Allah, ona bir ağaçtan seslendi.”

(el-Kasas, 30. âyete telmih)

Sembollerimin uçuk pembe olduğu günlerde içimin ağaçları vardı. Melekler getirip dikerdi onları kalbime... Her biri hayatımdaki bir insanın sembolü idi. İncir ağacım vardı, oya ağacım vardı... Ihlamur ağacı idi, İstanbul’un sultan tepesinin sembolü… Hüdâyî’nin arka bahçesindeki ıhlamur ağacını, onu hatırlattığı için çok severdim bu yüzden...

Yıllar sembollerimi koyulaştırdıkça, ağaçlarım da yaprak döktü, kurudu yavaşça, hızlıca…

Şimdi birden bire Osmanthus ile tanışmak, o yüzden çarptı beni. Adı “Osman’a ait” olan bir ağaç... Ben “O’nu” başkalarından dinlemeye kendimi alıştırmaya çalışırken...

“Ben gelemiyorum, sen gel!”

Ne tertemiz bir saraya (padişah inmez saraya/hâne mâmur olmadan), ne tesirli bir dâvetiyeye, ne de değer vermeye değer bir istîdâda sahibim... Hâce Abdullah el-Ensârî gibi ırmak da değilim, denize kavuşmak coşkusu olsun... Hani o öyle demişti, Ebü’l-Hasan Harakânî Hazretleri’ne mülâkî olduğunda:

“-Karşısında bir ırmağın denize kavuşma şevkini duydum.”

“Bende yalnız bir şey var

Ben hiçin yarısıyım”

(Şehid Namzeti/Asım Arslan)

Ben ise hiç dâhî değilim. Parça bütüne kavuşmak gayretinde olur dâim, beni çağırdığında “Hiiiiç” diye, dönüp bakmıştım:

“-Bir zaman gelecek, hiç diye çağrılınca dönüp bakmayacaksın, hiçbir varlığı yoktur ki, Hiç’in, dönüp baksın.”

İşte o gün geldi.

Vah bana ki bu, senin söylediğinin tam aksi istikamete düşüyor!

 “Elindedir, dönüştür bu ağıdı serenatlara

Düş atları uçursun bizi bulutlara”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle