“Belki”lerle dolu hayal günlüğümden iktibas edilmiştir bu cümle. İktibas ettiğim olan daha birçok duygumun yanında, en edebî olanı. Kanımı emen her itiraf müsveddesinin yanında, daha nokta konulmamış, ütülü A4 kağıtlarıdır bu “Belki günlüğüm”…
En şımarık günâhlarımın bana verdiği cömert yüzsüzlükle hayallerimi yazdım. Ve başına yine hiç utanmadan bir “belki” ekledim, aklımca mâsumiyet tozu serpiştirdim üstlerine… Hiç olmaması gereken şeyleri hediye paketine sarar gibi bir de afilli isim taktım ona: “Belki Günlüğü”!.. Pembe fiyonk kadar yakışmıştı ilk sayfasına.
Ve dikkatini çekmek için, seninle aynı cümleye yakışabilecek olan en değerli kelimeyi seçtim dağarcığımdan... Sevmekle başladım… Belki dedim, beni seversin. Bunca silik hâfızama, siyah pankartlı isyanlarıma rağmen “belki”…
İddialı hayatımın, korkusuz kahkahalarında aklıma gelmeyen her hüznün, ne kadar insânî bir duygu olduğunu düşündüm hep... Çünkü ben insanım ya, bu dünya da dünya; süresi dolmadan tüketmeliyim neşeyi…
“Gencim”, “güzelim” ve ardından gelen en büyük gerçek; “seni üzerim”… En azından biliyordum bir şeyleri dağıttığımı, bu yersiz tekerleme anlatıyordu ciddiyetsizce de olsa… Kuytu köşede o ilk var oluştan kalan bir pürüzsüzlük, inatla savaşıyordu kirlerle. Seni üzdüğümü, bu temizlik kokularından anlıyordum.
Birileri mırıldanıyordu, “Her güzel şey bitermiş!” diye, işte böyle işime gelmeyen zamanlarda öteki âlem aklıma geliyordu. Bitmez, bitemez… Daha öbür dünya var, vaad edilen cennet var, üstelik bu seferki hiç tükenmez. Âlemdi ya, eğlenceli olmalıydı adı gibi işte… Her vaad edilen güzel şeyi, üzerime alınmam da kaçmasın gözünüzden. Bu, çaresiz günâh hastalığımın belirtisidir.
Hâl böyle olunca yine alıştığım oyunculuktan yararlandım ve bu yüzden en tepeden başladım… Belki dedim, beni seversin… Kim bilir?
Hakkında duyduğum bir şey vardı, beni diğer belkilere iten; merhamet iksirinin senin nezdinde benim gibilere lûtfedilmiş olması. Bir otobüs yolculuğunun ânî freniyle birlikte, ölüm korkusunun içimde kanat çırpması ve yüzümü tokatlayan her kanadın, ağzımda bu iksirin tadını bırakması bundan olsa gerek.
Bir… İki… Üç… Kaç hakkım var bilmiyorum, “belki günlüğüm”e ayıracak sayfa olarak? Ya da kaç kez bu iksirin tadını unutarak rûhuma özel, günâha dâvetim olacak?
Bu satırları günlüğüme yazarken yine içimde köpükler uçuşuyor. Bahar temizliği mi var ne? Kokular buram buram yine…
Gelelim sadede; beni sevmene belki ekledim, merhamet iksirinden pay istedim ve vakti geldiğinde iktibas cümlemi de söyleyeceğim; çünkü ben yalnızca bu değilim… Elimden geldiğince hazırlık yaptım ve gözyaşlarımla lekelerden arındırmaya çalıştım gözlerimi... Bu büyük karşılaşmada utanacağım ne varsa, izin verdim hepsine... Bahanelerle atlattım şeytanın beş çayına çağırmalarını…
Ve “belkisiz” bir cümle için sıraya dizdim harfleri… Gelirsin dedim… Her şeye rağmen sen gelirsin… “Belkisiz”, utandırmadan ve gerçek… O beyazlığınla örtersin beni…
Ve Geldin… Etraf toz duman oldu içimde. Ama dağınık ne varsa yerine oturdu, her biri çekildi köşesine. Bunca lekeye rağmen parıldadı gözlerim ve “belki günlüğüm”den ilk kez bir cümlenin benden koparak hak ettiği makâma ulaştığını hissettim.
Dilimde küçükken öğrendiğim salevâtlarla, Sen’i o küçük kız çocuğu hâlimle bekledim ve Âlemlere rahmet olarak gönderilmenin yüceliğini “belki günlüğüme”, “belkilerden” çok uzak olarak son sayfasına ekledim…
Ve artık biliyorum Efendim, paha biçilmez oldu gözlerim…
YORUMLAR