Beklenen

Uzunca bir zaman bekleriz baharın gelişini... Nice soğuk geçen günler ve gecelerden sonra ılık esen rüzgârın nefesi değince tenimize coşar içimiz, tıpkı çocuklar gibi...

Yazın habercisi sayar yüreğimiz, baharı… Yeşeren her ağaç, tomurcuğa duran her çiçek, bizim rûhumuzda büyür sanki… Kışın ölmüş olan tabiatın baharla tekrar ve tekrar dirilişi, alıştırır bizi de aynı dönüşüme... Kupkuru dalların üzerinde duran her çiçek, âyet âyet haykırır dirilişin gerçekliğini…

Rûhumuzu şenlendiren bu bahar ikliminin yaza döndüğü anları yaşamaktayız şu günlerde... Ihlamurların kokusunu içimize çekerken başka bir kokuyu da hissetmekteyiz an be an… Bu, onbir aydır beklenen farklı bir mevsimin kokusudur aslında. Tıpkı yazın gelişi gibi, mutluluk veren ve bu mevsimle kol kola gelen...

Çiçeğe duran ağaçların meyve hasreti gibidir, onu beklemek…

Bekleyip durduğumuz Rasûl’ün muştusudur aslında... Ümmeti için bir müjdedir. Her yıl aynı heyecanla beklenen ve “Ramazan ümmetimin ayıdır” buyurarak asırlar öncesinden sunduğu bir hediyedir bizlere…

Gelmiş ve gelecek olan îman ehline bir fırsattır, bu mübarek ay... Ona kavuştuğumuz ilk günden itibaren kıymetinin bilinmesi ve her gününün ayrı bir ganimet kabul edilmesi adına haykırmaktadır bizlere Sevgili’nin dilinden. Öyle bir haykırıştır ki bu, kulak verip dinlediğimizde içimizi gelmiş olmasının verdiği sevinçle beraber bir ürperti sarar âdeta...

Her hediyenin sahibi için bir emânet olması şuuruyla korkarız. Çünkü bu ay, içinde yaşanılan anların son günlerine gelindiğinde ümmetin muhakkak affolunması gereken bir aydır. “Affolunmayan ümmetin burnunun yere sürüleceği” üç durumdan birisidir. Sıcak ve uzun günlerde tutulan orucun her anının dikkatle ve uyanık geçirilmesi gerektiğine inandırır bizi bu korku...

Bedenimizle tuttuğumuz orucu, rûhumuza indiremediğimiz anda açlıktan ötesine geçemeyecektir bizler için… Onun içindir aslında bir arada olması çok garip olan bu iki duygunun; yani sevinç ve korkunun mü’minin kalbinde hissedilebilmesi ve her hâline tesir etmesi...

O kadar dikkat ederiz ki, müslüman kardeşimiz hakkında olumsuz bir kelam etmemeye, bu dikkatin sonunda biz farkına varmasak da kelâmımız azalır, süzülür.

Sevgilinin mükemmel insan olmak adına bizlerden beklediği, tasavvufun gayesi olan o muhteşem üçlüyü yaşamaya başlarız bir süre sonra: Günlük yemek istihkakımız ikiye düştüğünden “daha az yer”, geç vakitte teravihleri kılıp erkenden kalktığımız sahurlarla “daha az uyur” ve ağzımızdan çıkan her kelimeye dikkat ettiğimiz için “daha az konuşur” oluruz.

Aslında bu mübarek ayın bizi getirdiği nokta, uğraşıp da gelmeye çalıştığımız noktanın tâ kendisidir. Mutluyuzdur artık; nefsin esâretinden şu kısacık zaman dilimi içinde kurtulmuş olabilmek, bu yorgun ve yıpratan çağda bir terapi vazifesi görür âdeta bizler için...

Artık son günlere gelinmiş, ıhlamur kokularıyla gelen bu güzel mevsim, yerini gül kokularına bırakmış; çiçeklenmeye duran ağaçlar meyvesini vermeye başlamıştır. Ve bizler içinde bin aydan daha hayırlı günleri barındıran ve başı da, sonu da rahmet olan bu mevsimi özlemeye başlamışızdır şimdiden.

“-Gel!” deriz; “Rûhumuzu şenlendiren, yine gel!..”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle