Başka Kapı Mı Var Ki

Merhum Mûsâ Topbaş Efendi, bir sohbetlerinde şöyle anlatmışlardı:

Alâaddin Attar -kuddise sirruh- Hazretleri buyurur:

“Müslümanlık teslim olma işidir. Teslim olmuş bir müslüman boynuna İblis gibi bir lânet halkası geçirilse, Allâh’ın kendine lâyık gördüğü şeyden, îmânından nasıl râzı ise öylece râzıdır. Sâdık kul, Hakk’ın kazâsından râzıdır. Kendi fiilinden değil!”

Meşhur bir hikâye vardır:

Dervişin biri rüyasında şeyhinin cehennemlik olduğunu görmüş, çok üzülmüş. Ne yapsın, bir türlü karara varamamış, tereddüt içinde kalmış. Söyleyeyim mi, yoksa söylemeyeyim mi? En sonunda kararını vererek, cesaret edip şeyhinin huzuruna varmış, görmüş olduğu rüyayı kederli ve neşesiz bir hâlde anlatmış.

Şeyhi dikkatlice dinledikten sonra, fazla teessüre kapılmaksızın:

“-Evlâdım, mürâcaat edecek başka bir kapı mı var ki?” diyerek namaza durmuş, tâdil-i erkân üzere, büyük bir huşû içinde, uzun müddet namazına devam etmiş.

Aradan hayli zaman geçtikten sonra, aynı derviş bu sefer şeyhinin Firdevs Cenneti’nde bin bir türlü nîmetler içinde olduğunu görmüş. Bu sefer pek ziyâde memnun ve mesrûr olarak tekrar gelip şeyhine sürûrlu müjdeyi büyük bir neşe içinde vermiş. Bu sefer mâneviyâtlı şeyhi hiç îtidâli bozmadan evvelki cümleyi tekrar etmiş.

“-Evlâdım, mürâcaat edecek başka bir kapı mı var ki?” diyerek aynı minval üzere büyük bir hulûs-i kalp ile ibadetlerine devam etmiş.

Bu hikâye, Hak yolunda yürüyenlerin derecelerini ölçecek pek ehemmiyetli bir kıssadır. Yüksek durumda bulunan Hak âşıkları, yapmakta oldukları ibâdetleri, Hakk’ın emrini yerine getirmek ve yalnız rızâsını kazanmak için yaparlar. Başka hiçbir karşılık beklemezler. Ne cennet arzusu ve ne de cehennem korkusu… Yaptıkları bu iyi ameller gözlerine aslâ çok görünmez. İşte bu, âriflerin ve âşıkların durumudur.

Bir gün İbrâhim Edhem -kuddise sirruh- çölde giderken bir kuyu kenarına geldi. Abdest almak için kovayı kuyuya salladı. Yukarı çektiğinde kova, altın ile dolmuştu. Geri döktü. Tekrar salladı, bu defa da kova ağzına kadar en nâdide mücevherlerle dolu idi. (Belki bugünkü değeri ile milyarları aşıyordu.) Ellerini semâya kaldırıp:

“-Yâ Rab! Bana hazineni mi gösteriyorsun? Abdest için su istiyorum.” niyazında bulundu.

Kovayı kuyuya bıraktı. Bu sefer çektiğinde kova, su ile dolu idi. Abdestini aldı, namazını kıldı. Gönül sultanları nazarında bir abdest alıp namaz kılmak, bütün dünya ve mâfîhâdan (içindekinden) daha önemli ve değerlidir.

İnsan şuna inanmalı ki, bir iş için isteme ve tedbir alma yetmez. O işin ne sonuca varacağını bilemez. O hâlde bunu bilene bırakmak lâzımdır. Nasıl ki, altın bileziğin hakikî altın olup olmadığını, ancak bir sarrafa göstermekle tatmin olur isek, bir işin sonunun hayır veya şer olup olmadığını, ancak her şeyi bilen Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin bileceğine inanmak ve ona güvenmek lâzımdır.

Yâ Rab! Biz âcizlerin her hatt u hareketimizi, gerek ihlâsımızı ve kalbî bağlılıklarımızı gerekse işlemekte olduğumuz fiillerimizi ve amellerimizi rızâna muvâfık eyle. Dar görüşlülerden eyleme.

Dâimî yolumuzu, Kur’ân-ı Kerîm ahkâmına ve Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri’nin Sünnet-i Seniyyesi’ne mutâbık eyle. Âmîn!

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle