Bardan Sohbet

Abdullah ibn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle buyurmaktadır:

Gelecek her senenin bir öncekinden daha kötü olmadığı aslâ görülmemiştir. Ben bu sözümle, şu yıl diğerinden daha yağmurlu veya şu sene şu seneden daha bolluk olacak demeyi kastetmiyorum. Ben bununla, hayırlılarınızın ve âlimlerinizin aranızdan ayrılmasını kastediyorum.”

Abdullah ibn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh-’ın bu sözüne baktığımızda, önceki neslin kendinden sonra gelen nesli eleştirmesi normal gözüküyor. Eğitimcilere sorsan, onlar da bir önceki dönem öğrencilerini mumla aradıklarını söylerler. Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-’in güzel bir sözü vardır:

Her insan kendi zamanının çocuğudur.”

Demek ki, biz de bu zamanda doğsaydık, bu zamanın çocuğu olurduk. Yani teknoloji çocuğu… O zaman bu çağda yaşayan çocukları eleştirmek yerine onları hayırlı nesil yapabilmek için anlamaya çalışmak gerekir.

Ben de yeni nesli eleştirenlerdendim. Eleştirdikçe nesiller arasında uçurumun daha da derinleştiğini fark edip onları anlamak için liseli genç kızlarla akâid dersine başladık. Nefis, menfaati sever. Derse katılımı artırmak için “Dersimiz videolu, ikramlı!” diyerek reklamını yaptık. Pek çok katılan oldu. Kur’ân kursu öğrenci tipine alışkın olan biri için ilk derste öğrencilerin giyim kuşamlarını kendi içimden yadırgadım. Hepsi medyanın verdiği imajda, yüzlerini kapatsan görünüş olarak aralarında hiçbir farklılık olmayan, moda sayfalarındaki mankenleri aratmayacak tipte giyinmişlerdi.

Kalpler Allâh’ın elinde olunca, ilk dersimizde aramızda tatlı bir sevgi oluşmuştu. Derse devam durumlarını ölçmek için:

“-Çok yoğunsanız dersi on beş günde bir yapabiliriz.” dediğimde:

“-Hayır, her hafta bu dersi istiyoruz.” dediler.

İkinci hafta, içlerinden bir genç kız, arkadaşına derse gelemeyeceğini, akşam bir doğum günü partisi için barda olacağını söylemiş. Arkadaşı derse gelemeyeceğini bana bildirdiğinde bar sözünü duyunca üzüldüm. Bara gitse de derse gelmesi için bir şeyler yapmalıydım. Barda olduğu saatlerde whatsapptan, “Derste kendisini görmekten çok mutlu olduğumu, bana derste enerji verdiğini ve yolunu gözleyeceğimi” yazdım.

Pek de ümitli değildim. Ders saati yaklaşınca kapı çaldı. İlk gelenin bara giden genç kız olduğunu gördüğümde çok sevindim. Beni kırmayıp geldiği için özel teşekkür ettim. Ders başlamadan önce barda nasıl eğlendiğini arkadaşlarına anlatıyordu. Ben yanlarına gelince kendini affettirmek için mi anlamadım:

“-Barda arkadaşlarımın hepsi içki içti. Bana çok ısrar etmelerine rağmen ben içkiyi ağzıma sürmedim.” dedi.

Bara gittiğini duyduğumda ne kadar üzüldüysem, içki içmediğini duyduğumda da o kadar sevindim.

“-Ne güzel, öyle çirkin bir ortamdayken arkadaşlarına «Hayır!» diyebilmen, içindeki îman kuvvetini gösterir!” dediğimde gerginliği biraz azalmıştı.

Belki benim azarlayacağımı veya eleştireceğimi düşünmüş olabilirdi. Arkasından da “Günah işlenen ortamlarda olmanın, o günahı işlemesek bile Allâh’ın sevmediği bir hareket” olduğunu söylediğimde, genç kız:

“-Günahı işlemedikçe öyle mekânlarda oturmanın yanlış olduğunu bilmiyordum. Bundan sonra daha dikkatli olurum.” dedi.

Bu genç kızımız, daha sonraki haftalarda dersin müdâvimlerinden oldu. İlerleyen haftalarda beş vakit namazını tam olarak kılamasa da sabah namazlarını kılmadan evden çıkmadığını duymak, benim için en büyük mükâfat oldu.

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- bir gün büyük bir günah işlemiş bir adamın yanına uğradı. Oradakiler adama sövüp sayıyorlardı.

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- bu gruba sordu:

“-Bu adam bir kuyuya düşseydi, kendisini çıkarmaya çalışmaz mıydınız?” Onlar:

“-Çalışırdık...” dediler. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ şöyle devam etti:

“-Öyleyse kardeşinize sövmeyiniz de sizleri onun durumuna düşmekten koruyan Allâh’a hamd ediniz!..” Sordular:

“-Sen ona buğz etmiyor musun?”

“-Ben ona değil, onun yaptığı işe buğz ediyorum. O işi bıraktığında, o benim kardeşimdir.”

Her insanın içine düştüğü bir günah çukuru vardır. Bazısı bu çukurdan kendi gayretiyle çıkarken bazısı da kurtaracak bir el arar. Her müslüman, günah çukurunda debelenip duran insanı eleştirmek yerine, kurtarıcı el olmaya çalışmalıdır. Bazen kurtarıcı el olmak yerine günahkâra lânet ederek kardeşimizi daha derinlere itebiliyoruz. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında yaşanmış güzel bir örnek vardır.

Nuayman adında bir sahâbî, birkaç defa içki içtiği için Allah Rasûlü’nün huzurunda cezalandırılırdı. Bazısı elbisesiyle, bazısı elindeki terlikle ona vururdu. Ashabdan biri:

“-Lânet olası, ne çok içiyor!” deyince Peygamber Efendimiz:

-Kardeşin hakkında şeytana yardımcı olma!” buyurdu. Başka bir rivayete göre de:

-Böyle deme. Zira o, Allah ve Rasûlü’nü gönülden seviyor.” buyurmuştu. (Müsned, IV, 8, 384; Buhârî, Vekâlet, 13; Hudûd, 3, 4, 5)

Böylece içki içen adama lânet okumayı yasakladı. Lânet yerine, duâ ve yardım elini uzatmak.

Kırgızistan’daki Kur’ân kursunda başlatılan yaz kursuna öğrenci olarak gelen bir hanım kardeşimizle yaptığımız sohbette bir gün bana:

“-Yıllardır eşime duâdan başka yapacağım bir şeyim kalmadı.” dedi. Sebebini sorduğumda:

“-Beyim 36 yıldır namaz kılan biri… Hacca ve umreye gitti, orucunu hiç aksatmaz. Ama şalımın (Ortaasya’da yaşı ilerlemiş bey için kullanılan bir sözdür) bir kusuru var; namaz kıldığı, hacca-umreye gittiği hâlde içkiyi bırakamıyor. Bırakmak için kendisi de, biz de neler yapmadık ki!.. Beyim, «Bu hastalık, bağımlılık; bırakamıyorum bir türlü…» diyor. Rabbime beyimin bu günahı terk etmesi için namazlarımda gözyaşlarımla duâ ediyorum.” dedi. Derdinin büyüklüğünü, yüzündeki hüzün anlatmaya yetiyordu.

İçki ve namaz, içki ve hac birbirine ne kadar zıt ameller, değil mi? Ya da bar ve sohbet... Duyunca ilk anda “Nasıl olur?” diye irkiliyoruz. Ama namazla dedikoduyu, oruçla yalanı, hacla aldatmayı -maalesef- yan yana görebiliyoruz. Bunlar artık hayatımızın her ânında olduğu için normal gelen günahlardan biri oldu.

İnsan, sürekli gördüğü şey büyük günah olsa bile, bir müddet sonra tepki vermez. Onun için bu günah, sıradan bir hâdise gibi gözükür. Küresel medya; ahlâksızlıkları, günahları yıllarca damla damla topluma enjekte ederek gözlerde normalleştirmiştir. Yalanın adını pembe yalan, dedikoduya küçük dedikodular diyerek dînen büyük günahların hafife alınmasına sebep olmuştur.

Fizik kuralıdır, tabiat boşluk kabul etmez. Eleştirerek kendimizden uzaklaştırdığımız yeni nesli, medya, tuzaklarıyla kendine bağlamasını çok güzel başarmıştır. Bitmez tükenmez nasihatlerimiz yerine, sevgi mıknatısıyla yaklaşarak açılan boşlukları kapatmak, bizim elimizde... Biz köprünün bir ayağı, gençler diğer ayağı... Köprü birleşsin diye yerimizde beklemek yerine, diğer ayağın yanına giderek köprüleri birleştirmek duâsıyla…

Hatice ŞAHİN

haticeazkzkg@gmail.com

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle