İnsandan önce söz vardı. Cenâb-ı Allah, “Kelâm”ın sahibi... Sözü de sözün kudretini de yaratan O’dur. Söz’le alâkalı uzun değerlendirmeler, uzun cümleler kurulmuş ve sözün felsefesi yapılmış, hatta söz üzerine kitaplar yazılmıştır.
Biz burada belki yazılanlar ve ifade edilenlerden farklı bir şey söyleme gayretinde olsak da şunu biliyoruz ki, gök kubbenin altında yazılmamış hiçbir mevzû ve söylenmemiş hiçbir söz yoktur.
Sözlerin en güzeli, en değerlisi Allâh’ın Kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Mü’min, söz gündeminin ortasına yüce kelâmı koymalı ve o merkezden etrafa yayılan halkalar gibi sözünün özünü vahiy rengiyle boyamalıdır. Mü’minûn Sûresi’nde, Rabbimizin buyurduğu:
“Onlar boş sözlerden kaçınırlar.” (el-Mü’minûn, 3) âyet-i kerîmesi, müslümanın söz disiplinin ölçüsünü ortaya koyması bakımından çok mühimdir.
Söze fazlalık katmadan, içine anlamsız kelimeler koymadan, saf, temiz ve ilâhî rızâ uğruna söz söylemek, inci tanelerini mânâ ipine dizmeye benzer. İnciler çoğaldıkça güzellikler de çoğalır. Sayfalar, kitaplar, ciltler ve kütüphaneler oluşur. Boş söz söylememe kaygısı, aslında başlı başına bir medeniyetin temelini inşâ eder. Söz uçmasın diye, o inci tanesi misali güzel kelimeler, el emeği, göz nûru ile beyaz sayfalara dökülür; binbir emekle tezyin edilmiş cilt ve kapaklar arasında muhafaza edilir.
Söz, bazen gül, bazen ateş olur. Ve bir kere söylenir. O yüzden büyükler, “Bin düşün, bir söyle!” demişlerdir. Bu sebeple söz ağızdan çıktıktan sonra, nereye ve nasıl isabet edeceği önceden iyi düşünülmelidir. Zira söylenen sözün geri alınması mümkün olmadığı gibi, muhataplarımızda bıraktığı tesiri de kolay kolay ortadan kalkmaz.
Tasavvufî anlayışın en önemli düsturlarından biri, “az yemek ve az uyumak”la birlikte zikredilen “kıllet-i kelâm” yani “az konuşmak”tır. Az konuşmak; sözü, zarûret miktarınca ve edep dairesinde tutmanın bir ifadesidir.
Sözün faydasız ve gelişigüzel ifade edilmesi de İslâm ahlâkı ile bağdaşmaz. Mü’minin her işi belli prensipler çerçevesinde olduğu gibi, konuşma ve sükût hassasiyeti de bu prensiplerin en başında gelir. İnsan konuşması ile kendisinin ne olduğunu veya ne olmadığını ortaya koyar. Şunu unutmamak lâzımdır ki, bizler ağzımızdan çıkan her kelimenin hesabını verecek ve kıyamette, söylememiz gerektiği hâlde söylemediklerimizden dolayı da hesaba çekileceğiz.
Bu yüzden hiç gerekmediği hâlde ve iş olsun diye konuşmak, pek çok yanlışlara sebep olabildiği gibi, konuşulması gereken yerde susmak da “dilsiz şeytan” olmak şeklinde vasıflandırılmıştır.
İslâm ahlâkında aslolan “doğru yerde, doğru zamanda ve doğru olanı konuşmak” veya “konuşunca hayır konuşmak” yahut “sükûtu tercih etmek”tir.
Mâlum olduğu üzere sükût, tasavvufî anlayışta bir sohbet usûlüdür. Allah dostları zaman zaman “sükût sohbeti” olarak ifade edilen sohbetleri tercih etmişler, muhabbet alış-verişinin ve kalbî bağın oluşması için illâ sözün şart olmadığını fiilî olarak ortaya koymuşlardır.
“Boş söz”, günümüzde en çok içine düşülen hatalardandır. “Boş sözden kaçınırlar” vasfını, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Rabbimiz mü’minlerin özelliklerini sayarken ifade buyuruyor. Boş sözden kaçınmak için insanın boş söz konuşabilecek ortamlardan uzak durması gerekir. Boş sözü konuşacak insanlardan da uzak olması lâzımdır. Ayrıca boş söze konu olacak hâdiselerden de berî olmak gerekir. Bu belki zor gibi görünse de, nasıl mü’min istese yirmi dört saatini abdestli geçirebilir, aynı şekilde az bir dikkatle ağzından çıkan bütün kelimeleri hayra ve faydalı söze çevirebilir.
Gıybet, sözle yakından alâkalı bir günahtır ve “günâh-ı kebâir”den (büyük günahlardan) sayılır. Çok konuşma neticesinde mutlaka içine yanlış ifadelerin girmesi tehlikesine karşı dikkatli olmak gerekir. Günümüzde içine en çok düşülen hataların başında “gıybet” gelir. Gıybet, “ölmüş mü’min kardeşinin etini yemek” kadar iğrenç bir fiilken, bazen şeytanın da kandırmasıyla faydalı sanılan birtakım eleştiri türünden hususlar da gıybete girebilir. Bir meseleyi çözme maksatlı konuşulan, bir kişi hakkında güyâ onun iyiliği için konuşulduğu sanılan konular da içine nefsânî duyguların girebileceği tehlikeli alanlardır. Ve bütün bunlar; hepsi nefsin hoşlandığı ve geçici hazlar veren günah sözleri barındırır.
“Mü’min, sözünün eridir!” ifadesini, sözüne halel getirmez ve sözünün iffetini korur olarak anlamak gerekir. Faydasız söz; kalbi karartır, gönlü diken bahçesine çevirir. Sözün fazlalığı değildir mârifet!.. Mârifet, az sözle çok şey ifade edebilmek; sözü faydalı ve tesirli söyleyebilmektir.
Netice olarak, güzel söz incilerini dizenler, insanlığın kurtuluşuna vesile olur. İnsanlığın güzellikler denizinde yıkanmalarını sağlarlar.
Sözün güzeli, kalbi ve rûhu inciten değil, kalbi ve rûhu seven, takdir edendir. Sözün güzeli, katışıksız olandır. Okyanus duruluğu gibi saf olandır. Onlar hem insan bedenini, hem de rûhunu yıkarlar. Sözün güzelliğinde yıkananlar, ruhlarıyla birlikte parıldarlar. Değerlerini aslâ yitirmezler. Onlar yazılı kayda geçmeseler bile dilden dile dolaşır, geleceğe miras olarak kalırlar. Güzellikler bahçesini süsleyen ve büyüten de güzel söz incilerinin tohumlarıdır. Onlar birbiriyle yarışırcasına güzellik sunarlar.
Bütün güzellikler insan için, bütün iyilikler ve hoşluklar insan için… İnsan, kendi söz güzellikleriyle kendini yüceltir, geleceğe taşır. Güzel sözler gül gibidirler ve onların da elbette bülbülleri olur.
YORUMLAR