Azerbaycan’ın Zagatala reyonuna (şehrine) geleli üç yıla yakın oldu. Burada, köyde bir kardeşimiz, evini Allah yolunda adamış. Her türlü dînî sohbet, seminer ve programa tahsis etmiş. Hani neredeyse küçük bir Kur’ân-ı Kerîm Kursu gibi faaliyet gösteriyor. Halbuki ev, iki odadan ibaret… Ev sahibine biraz da mahcub bir şekilde:
“-Size de çok zahmet veriyoruz!..” deyince, gönlünden dudaklarına şu kelimeler döküldü:
“-Hakkıyla zikir edemiyoruz, Allah’a gerektiği gibi kul olamıyoruz. Hiç olmazsa böyle bir hizmetimiz olsun!..”
Âdeta bize inceden inceye bir ders veriyor. Seminer için odaya girince, yılların çilesi yüzlerine akseden, hayatın ve komünizmin acılarını yudumlamış kırış kırış yüzlerle karşılaşıyorsunuz. Ancak onlar, yüzlerindeki sımsıcak tebessümü eksik etmiyorlar. Muhabbet dolu kalpleri ile sizi kendi evinizde gibi hissettiriyorlar. Hemen aranızda güzel bir bağ oluşuyor.
Bir müddet sonra bu kardeşlerimizin her birini evlerinde de ziyaret etmeyi düşünüyorum. Eve ev gezerken, her evde ayrı ayrı sıkıntıların olduğunu görüyorum. Hani özel bir kanalda yayınlanan bir program gibi… “Her evde bir haber var!..”
Kolay değil, onlarca yıl dine ve mukaddesâta cephe almış bir sistemde yaşamak… Kaos dolu bir hayatın ardından huzurla tanışmak… O zulüm devrinde bile evlatlarının imanını korumak için kendini siper etmiş anaları görüyorum. Ellerine kapanıp öpesim geliyor.
Kimi genç yaşta, Ermeni harbinde beyini kaybetmiş, yetimleriyle baş başa kalmış… Kimi sağlığını genç yaşta, bir daha düzelmemek üzere kaybetmiş, gençlik günlerini hastane köşelerinde tüketmiş. Yine de dilinden “Elhamdülillâh” kelimesi, elinden Kur’ân-ı Kerîm’i düşmemiş. Onların bu hâlini görünce, aslında hastalık ve dertlerin de bir nimete dönüştüğünü görüyorum. Çünkü Allah’ı unutturan bir rahat ve konfor, aslında bir nimet değil, felâket!... İnsanın işleri hep rast gittiğinde Allah’ı unutmaya başlıyor, her şeyin kendisinin maharet ve üstünlüğünden geldiğini düşünmeye başlıyor. O yüzden bazen sürçmeler, hatalar ve acziyetini hatırlatan musibet ve dertler, ilâhî bir ikram oluyor.
Ardından yolumuz Şamahı rayonunun (şehrinin) Medrese köyüne düşüyor. Burada kapısını, gönlünü yokladığımız dostlarımız da yaşadıkları sürgün hayatını hatırlatıyorlar bize… Rusya’nın Ahıskalı kardeşlerimize revâ gördüğü sürgün yıllarını ve bu acı dönemde çekilen çileleri… İnsan, anlattıklarını dinledikçe:
“-Bir insan, nasıl bu kadar derde dayanabilir, ya Rabbî!..” demeden geçemiyoruz.
Sanki çekilen her sıkıntı, ayrı bir olgunluk ve güzellik katmış bu asil insanlara…
Oradan Arapşalbaşlı köyüne geçiyoruz. Burada da bembeyaz başörtüsü, ayağında meshleri ve elinde hiç eksik etmediği Kur’ân-ı Kerîm’i ile70 yaşlarındaki ahıskalı Nine karşılıyor bizi… Burada iyiden iyiye derinleşen anne hasretiyle sarılıyorum ona… Gönüllerini, sofralarını açıyorlar bize… Hasretle sohbet ediyoruz ve yine muhabbetle ayrılıyoruz. Her biri ekmeğini, yemeğini bizimle seve seve paylaşıyor ve:
“-Allah adamına hizmet zahmet değildir!..” diye minnet altında kalmamamızı istiyorlar. Onların bu cömertlik ve âlicenâblığı karşısında bir kere daha eziliyoruz.
Evet, çehreler, sıkıntılar farklı farklı… Ama hepsi hayatın dertlerine sabretmeyi, şükretmeyi öğrenmişler; bize de öğretiyorlar, lisân-ı hâl ile…
Allah’ım, bu güzel insanların arasında onlara lâyık olabilmeyi nasib eyle!.. Bizim hâlimizi ve iç dünyamızı sen biliyorsun!.. Bizi, bu güzel kullarının hüsn-i zan ettikleri gibi eyle!.. Bizi, yüce dininin kıymetini bilen ve ona gölge düşürmeyen hizmet erlerinden eyle!.. Âmin.
YORUMLAR