Aynalar

Aynanın karşısına geçmiş; burnuna dokunarak onu bazen çekiyor, bazen eğiyor, bazen yukarı kaldırarak; 

“−Öff, öff! Bu dudaklara bu burun olmuyor. Şu yüze böyle uzun burun… Ne kadar da çirkin duruyor. Ne olurdu sanki şöyle hafif kısa, ince ve de kalkık olsaydı, ne de yakışırdı. Çok çirkinleştiriyor beni çoook!..” diyerek kendini aynada seyrediyordu.

Kendini seyretmekten bıkmış olacak ki, söylene söylene aynadan uzaklaştı. Yatağını düzelttikten sonra dayanamayıp tekrar aynanın karşısına geçti. Aman Allâh’ım bu da ne! Gözlerine inanamıyordu. Burnu tam istediği gibi olmuştu. Neredeyse sevincinden çıldıracaktı. “Lay, lay, lay, lay” diye ekseni etrafında dönerek dans etmeğe başladı. Bir o yana bir bu yana ellerini getirip götürerek dans ediyordu. Âdeta başka âlemdeydi. Ya da bulutlara uçmuş gibi sevinçli ve neşeliydi. Küçük bir ayna alarak, hem burnunu seyrediyor, hem de kendi etrafında dönerek; “lay, lay, lay, lay…” diye dans etmeye devam ediyordu. Sonra ne olduysa birden yeniden suratı asıldı. 

“−Hayır olamaz, ne kadar da çirkinim, şu burna bu dudaklar hiç uymuyor. Dudaklara bak! Ne kadar da çirkin duruyorlar!” diyerek hemen büyük aynanın karşısına geçti. Dudaklarını birleştiriyor, açıyor, eğiyor şekilden şekle sokuyordu. 

“Şu dudaklara bak! Çok inceler çok… Beni çok çirkin gösteriyorlar! Şu burna da hiç gitmiyorlar doğrusu… Ayrıca ağzım da büyük. N’olurdu sanki, dudaklarım biraz kalın olsa ağzım da daha küçük olsaydı çok güzel olurdum çoook… Böyle çirkin yaşayamam! Bu güzel burna bu dudaklar…”

Hızla uzaklaşıp mutfağa geçti, buzdolabını açarak yemek için bir şeyler çıkardı. Çay için ocağa su koyup, ekmeği doğramak için eline bıçağı aldı. Bir an durup;

“Şu dudaklarımı kesmek geliyor içimden.” diye mırıldandı.

Öfkeyle bıçağı fırlattı. Tekrar hızla aynanın karşısına geçti.

Bu da ne! Dudakları… Evet dudakları… Aman Allâh’ım! Tam istediği gibiydi. Biraz kalınlaşmış, ağzı da küçülmüştü. Gözlerine inanamıyordu. Sevinçten bir çığlık attı. Kafasını bir o yana bir bu yana sallamaya başladı. Sanki hareketli bir müzik parçasının ritmine uyuyormuşçasına, saçını başını dağıtmaya başlamıştı. Bir süre böyle devam etti. Birden başını kaldırıp aynaya baktı. Yüzüne gelen uzun siyah saçlarını yavaşça yanlara atarak, yüzünden kaldırdı. Evet hayal görmüyordu. Dudakları tam istediği gibiydi. Baktı, baktı, baktı. Baktıkça suratı asılmaya kaşları çatılmaya başladı. Dudaklarını ve burnunu seyrederken yeniden bunların yüzüne hiç yakışmadığını düşünüyordu. Bu burun ve dudaklarının yanında çenesi biraz uzun gözüküyordu. “Olsun, olsun” dedi ve saçlarını düzelterek mutfağa geçti. Sevinçle, fırlattığı yerden bıçağı aldı. Ekmeği doğramaya başladı. Birkaç dilim doğramıştı ki aniden durdu. Gözlerini yumarak aynadaki son görüntüsünü hayal etti. Hayal ettikçe yüz hatları gerilmeye başladı. Hemen elindeki bıçağı ve ekmeği bırakarak, hızlıca yatak odasına geçti. Odadan içeri girer girmez durdu. Âdeta burnundan soluyordu. Öfkeli gözlerle önce odayı süzdü. Şimdi başını eğmiş, ayak parmaklarına bakıyormuşçasına odanın zeminine bakıyordu. Başı önüne eğik vaziyette yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Gardrobun ön kapısında bulunan boy aynasının karşısında durdu. Başı hâlâ eğikti. Saçları öne sarkmıştı. 

“Şu burna, bu dudaklara, bu güzel ağza… Bu çene… Hayır olamaz, olamaz!” diye bir kez daha haykırdı.

Aynaya bir baktığında kendini inanılmaz güzel buluyor, bir baktığında gözlerini, burnunu, çenesini, dudaklarını, saçlarını tanıyamıyodu. Utanıyor, utanıyordu…

Aynaya son bir kez baktı. Umutsuzca dönüp yatağa oturdu. Hiç kıpırdamadan boş gözlerle önüne bakmaya başladı. “Eski yüzümü isterim.” dedi. Yine… Hiç kıpırdamıyor, konuşmuyor ve düşünmüyordu. Oturdu, oturdu, oturdu. Tekrar ayağa kalkıp hızlıca aynanın karşısına geçti. Gözleri adeta öfkeden kan çanağına dönmüştü.

Bir süre aynaya baktı ve haha, haa… ha… diye kahkaha atmaya başladı. Kahkaha atıyor etrafında dans ederek dönüyordu. Başını sallayarak saçını dağıtmaya başlamıştı.

“Aynalar yalan söylüyorsunuz. Ben güzelim, çirkin değilim. Eski burnum nerde? Nerde eski dudaklarım?” diye bağırıyor ve evdeki tüm aynaları yere indiriyordu. Evde ne kadar ayna varsa kırmıştı. Kırık aynaların karşısına geçip “Bana çirkin diyemezsiniz artık!” deyip kahkaha atmaya devam etti. Kahkahalar, kahkahalar…

Gözlerini hiç kırpmadan tavanı seyrediyordu. Gözlerinde hiçbir ifâde yoktu. Bomboş bakıyordu. Hiç bir şey düşünmüyor ve hiç konuşmuyordu. Sırtüstü yatırıldığı yatakta, kendisine giydirilen ve ellerini bağlayan beyaz gömlekle hareket etmesi imkansızdı. Kalkmak istedi. Ama başaramadı. Ayaklarından ve göğsünün üstünden geçirilen kemer ile yatağa bağlanmıştı. Kımıldamaya çalıştı; fakat başaramadı. Tekrar kalkmak istedi, bunu da başaramadı. Elleri de bağlıydı. Bunun içinde bağlı bulunduğu yataktan kurtulamıyordu.

Odaya göz gezdirmek istedi. Sadece yanları görebiliyordu. Bomboş bir odaydı. Demir kapısında küçük bir penceresi olan, her zaman kilitli tutulan bir oda. Küçük penceresi bile demir korkuluklu ve camsızdı. Bulunduğu oda da şimdi kendisi gibi bomboştu. 

Tekrar kalkmak istedi. Kalkamayınca da bastı çığlığı. “Çıkarın beni buradan? Ben deli değilim? İmdaaat! İmdaaat!.. Çıkarın beniii! N’olursunuz çıkarın beni, çıkarın… Ben deli değilim…” Ağlıyordu. Çâresizce ve umutsuzca… Tekrar bağırdı. Son bir ümitle, “Ben deli değiliiim!..” dedi.

Çığlıkları diğer odadan duyulmuştu. Annesi telaşla odaya girdi. Doğruca Ayfer’in yatağının yanına gelip, “Ayfer, Ayfer! Uyan kızım!” diyerek onu uyandırdı. Ter içinde kalmıştı. Uyanmıştı; ama annesine korkulu gözlerle bakıyordu. Annesi: 

“–N’oldu kızım, neyin var? Hadi kalk, hadi kızım. Yüzüne biraz su serp kendine gelirsin.” dedi.

Korkulu ve şaşkın gözlerle annesine bakmaya devam ediyordu Ayfer. Etrafına baktı. Ellerine ayaklarına baktı. Bağlı değillerdi. Odaya baktı. Odadaki aynaya baktı. Ayna yerinde ve sağlamdı. Elini yüzüne götürdü. Telaşla yataktan fırlayıp aynanın karşısına geçti. Burnuna, dudaklarına, çenesine dokundu. Eski hâlde idiler. Tekrar tekrar onlara dokundu. Evet, evet eskisi gibiydiler. “Demek rüyaymış.” diyerek bir “ohh” çekti! Sonra annesine dönerek:

“–İyiyim anne, merak etme. Sadece kötü bir rüya gördüm o kadar.” diyerek lavaboya yöneldi. Yüzüne suyu serperken: 

“Allâh’ım beni affet! Sen’in yaptığın, şekillendirdiğin hiçbir şeyden, artık şikayet etmeyeceğim.”  diyerek duâ ediyordu…

Ayfer, o günden sonra bir daha ben çirkinim, keşke şöyle olsaydı veya böyle olsaydı, demedi. Çünkü o Allâh’ın her şeyi uyum içinde yarattığına kesin inanmıştı. O günden sonra da bu tür şeyler onu hiç mutsuz etmedi.       

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle