Ayla Dolu Ufuklar

Âşık Oldun Ey Gönül, Gamlar Mübârek Olsun Sana! Delilik Zinciri Ey Gönül, Ayaklarına Mübârek Olsun!

Âşık oldun ey gönül, gamlar mübârek olsun sana!

Delilik zinciri ey gönül, ayaklarına mübârek olsun!

Yol inşirahla açılıyor. Açılıp genişleyerek… Bazen nefes alıp vermekle, bazen kazıp boşaltarak, bazen kesip yırtarak... Bazen origami gibi, katlaya katlaya ortaya şaşırtıcı bir eser çıkarıyor; bu da inşirah oluyor, bütün o eğilip bükülmeler unutuluyor şa’şaayla…

“Elestü birabbiküm/Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (el-A’râf, 172) buyuran Kâdir-i Mutlak Cenabı Hak, “Elem neşrah leke sadrak: Biz, Sen’in sadrını açıp genişletmedik mi? (el-İnşirâh, 1) buyurunca, Arş’ın her bir zerresi ile hücrelerim arasındaki izdüşümler titreşiyor…

 “Elestü/Değil miyim?” buyurulunca gayrete gelen ruhların “belâ/evet”sı, “elem neşrah/Açmadık mı?” buyurulunca “…fe eynemâ tuvellû, fesemme vechullâh… (Nereye dönerseniz Allâh’ın yüzü (zâtı) oradadır.)(el-Bakara, 115) âyetine bürünüyor, bir başka genişliğe kavuşuyor; bakıyor doğu ile batı kendi yüreğindedir, bir yanında güneşler doğarken ayla doludur ufukları…

Sînesine göklerin sığması, sırtına dağların yüklenmesinden… Dağların yüklenmekten kaçındığı o ağır emaneti yüklenen yüreğe, vüs’atle iltifat ediyor Rabb-i Rahîm, önümüze açtığı hayatın fırsat olduğu gözden kaçmasın diye baştan tüyolar veriyor. Aklında bulunsun, gül topladığın ellerine diken battığında, dağa tırmandığın ayağına taş değdiğinde, ışığa baktığın gözlerin kamaştığında… “Muhakkak her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” (el-İnşirâh, 5)

Duhâ Sûresi ile “Rabbin seni terk etmedi.” (ed-Duhâ, 3) güzelliği parıldar ya, Kur’ân’ın gözlerinde, iki damla gözyaşı gibidir İnşirâh Sûresi, ruhsâr-ı zerd-i canda…

* * *

Böyle âşıkâne cümlelerle geçiştirilemeyecek bazılarının hayatı, bazı zorluklar… Üstelik bu teselli ve kuvvet veren sûrenin sonuna gelince düğümleniyor akıl… “Fe izâ ferağte fensab/Boşaldığın zaman hemen yeni bir işe koyul!..” (el-İnşirâh, 7) Bu âyet, bir pratik bilgi de içeriyor. Tıpkı “zorluklara karşı sadrını genişlettik.” der gibi, bu tedavi kısmı; zorluklara karşı koruyucu tıp usûlü ise bu âyette gizli... Meşgul olursan meşgul etmezler. Yorulursan yormazlar. Gelişirsen geliştirmeye ihtiyaç kalmaz. Oyalanırsan itelerler.

Bir kelimenin ardına düşmüştüm aslında. İnşirâh Sûresi’nin sonundaki “ferağ” âyeti, Kur’ân okumayı, Mesnevî’den öğrendiğim için pratik bir usûl içeriyor gibi görünmüştü bana. “Her zorlukla beraber bir kolaylık var.” O kolaylığı elde etmek istersen boş kalma, bir işi bitirdiğin zaman hemen başka bir işe koyul… İşarî tefsirlerde mutlaka buna dair bir şeyler vardır diye gezindim kitaplar arasında bir müddet. Mesnevî’de de tabii… Uzun gecelerin, kitapların üzerinde sızmaların ardından Mevlânâ’nın bir gazeli menzil oldu. Parlak bir pınar başı gibiydi bu gazel, tam ihtiyaç karşılayan mısraları hayat bahşediyordu.

 

“Beni bir an bile boş bırakma, boş kalan gamlara düşer.

Boş kalanı gam maskara eder; dostum, kimse boş kalmasın.”

(Divan-ı Kebîr, 1297. Gazel)

 

Mevlânâ’nın ifâdesiyle;

“Kimisi şaşırmışlık içinde, gemiden de vazgeçmiş, denizden de.

Kimisi gemiden korkar da oturur kalır, denizi anıp sarhoş olur.

Hakk’ın erleri ise hayran bir hâlde gemiye biner, gemi onu hızla eriştirir gideceği yere…” (Dîvân-ı Kebîr, 1297. Gazel)

Hak, gerekli vasıflarla donatıp gönderiyor. İstediği belli… Hakk’ın rızası, kişinin kendi hikâyesini gerçekleştirmesinde... Buna rağmen insanlardan “Bir kavim, dosta kavuşmak için canla başla çalışıyor. Bir kavim de takdire havâle ediyor.” (Hâfız, 200. gazel) Çalışıp çabalamanın zorluklarından Allâh’a havâle etmenin rahatlığına kaçışta, esâsen bahane bulma var. Hazret-i Ömer’in “Hazır yiyiciler!” diye tekdîr ettiği zümre bunlar… Bu, bizim milletimizin kırık kemikleri... Asırlar boyu i’lâ-yı kelimetullah için kan ve ter dökmüş bir milleti, ancak tembellik ve gaflet durdurabilirdi, tattırdılar ve zayıf yanımız, sevdi bu yolu…

Ne tek başına gayret ne de tek başına himmet ve inâyet; üzerimize düşeni tam mânâsıyla gerçekleştirerek göreceğiz, Cenâb-ı Hakk’ın murâdının ne olduğunu…

Ağız tadını lütfeden, kaderin hükmünün gücüdür, görene…

“«Biz Allâh’ı bilir ve O’na boyun eğeriz; hiç birimiz rastgele ve boşuna değiliz.» diyen kâinâtı, zerre zerre gör ki, aklı başındadır. Ne yaptığını bilir hepsi, her şey... Ayla dolu ufuklar, evet, Cenâb-ı Mustafâ işaret ettiğinde ikiye ayrılan Ay’dır bunlar...” (Mesnevî, IV/2780-2733)

En nihayet Şeyh Gâlib, tebessümle pembe-beyaz gül yaprakları saçtı üstümüze başımıza:

“Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ”

Ne kadar eziyet ve sıkıntı verirsen ver, vazgeçmem senden… Dolayısıyla boş kaldığın zaman hemen başka bir işe koyulursan, Rabbine rağbet etmiş olursun.

Araplar, “İçeride biri var mı?” demek makamında “Hel ferağ?” diye sesleniyorlar. Sistem de yüreklerimize sesleniyor: “Boş musun?” Boş ise, kendi gamıyla dolduruyor. Hiçbir şey sade hâliyle dünyevî ve uhrevî değil, niyetimizle rengini buluyor.

“Seni haktan gafil kılan şey dünyadır.” buyurmuş, bir mücevher kıymetindeki ifadesinde Hazret-i Pîr… Denizde gemi içinde rahatça yol katetmek mi, sahilde deniz sevgisiyle kendini kaybetmek mi, yoksa gemiyi de, denizi de bir kenara itip gidip toprağın bağrını tercih ettiysen toprak işlerinin zorluğunu tercih etmiş olursun…

Sıkıntısı olan herkes, ferahlığa ermek için; sıkıntısı olmayan herkes, ferahlığının devamı için hayatının “iş yükü”nü ciddiye almalı… Ev hanımı, evinin işlerini yaptığı zaman evinin huzur ve saadetini korur. Yaşlı bir insan, yoldaki çerçöpü bir kenara kaldırdığında hastalıkları şifâ bulur. Tüccar, sadaka verdiğinde işleri yoluna girer. Yük taşıyanın yükü taşınır. Yardım edene yardım edilir. Koruyan korunur. Karşılaşılan zorluklar, bizi daha büyük zorluklardan koruyan paratonerler olur, böylece… Farkında olunan sıkıntılar, farkında olunmayan sıkıntılardan daha geliştirici olabilir. Allah rızası düşüncesiyle sırtlanılan hizmet yükleri, içte ve derinden derine bir ihyâ ve ikram harekâtı başlatır. Onarır, korur…

Peki, neden sistem “belâ” üzerine? Neden dert çekmeden olgunluk olmuyor? Neden insanın üzerine 30 yıl hüzün yağmıştır, 10 yıl sürur? Neden ilâhî düzen, hüzün üzerine kurulmuştur? Neden bize en çok hüzündür yakışan?..

Bu sorunun cevabı, hayat yolunu başarıyla kat edenlerin mükâfâtları arasındadır. Dolayısıyla umûma açık, rûhu tatmin edici bir cevabı yok… Kılcal damarlarla birbirine bağlı kavramlar arasından hangisini seçip alırsan al, seni o tek merkeze ulaştırıyor: “Hanginiz daha güzel davranacak diye hayatı ve ölümü yaratan Allâh”a… (el-Mülk, 2)

Sonra şâirler el verir, nağmeler dökülür semanın eteklerinden; sen ağlarsın bakıp gönül sultanlarına…

“Gözden yaş dökersin, sîneden ateş;

La’l, inci ve yakut(tan) kan(lar) dökersin ciğerden,

Melik oldun ey gönül, mülkün mübârek olsun!

 

Gizli (bir) dertle yanarsın, inleyiş(in)le cihânı yakarsın;

Bazen gülersin gül gibi, bazen hazan gibi yakarsın;

Var oldun (işte) ey gönül, dirilişin mübârek olsun!”

* * *

Ey bize dünyadaki zor işleri kolaylaştırmış olan (Allâh’ımız),

Faydasız işlerden (de) kurtar bizi…” (Mesnevî, II/465)

“Ey Yaratan’ım, Sen beni onun (bu sıkıntının) şerrinden koru; mahrum etme beni, bana onun hayrını ulaştır. Rabbim, gördüklerime şükretmeyi ilham et bana. Geçip gittiğinde niye şükretmedim diye hasrette koyma...” (Mesnevî, V/3694 vd.)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle