Avucunda Misk Konak İnciler -2

 Sana “kadın” dedim; özündeki seni sana getirdim, sen bana kucak dolusu müjdelerle geldin.

“-Havvâ’sın, Âişe’sin, Meryem’sin!..” dedim; sen de bana:

“-Belî!.. Ben senin anlattığın kadınlardan içimde büyütüyorum. İşte bak! Orada Asiye, Belkıs, Râbia... İşte ben onların vârisiyim!..” dedin.

Avuçlarında asırlardır misk kokan inciler taşıyan kadın, aramızda geçen bu güzel mükâlemeden sonra, ben de sana bir yazı dizisi armağan etmek için efsunlu bir yola çıktım. O güzel râyihadan nasiplendiğimiz niceleriyle daha kucaklaşmak için...

 Kadın ki Hatice -radıyallâhu anhâ-… En kıymetli “ilk”lerin kendisinde vücut bulduğu; ilk îman eden, Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ilk hanım olma güzelliğiyle şerefyâb olan annemiz… O, Mekke’deki kirin-pasın içinde öyle afîf, öyle nâzik, edep ve ahlâk örneğiydi ki; ona “Tâhire” derlerdi.

 Sen Hatice’sin; “Tâhire” olursam, “el-Emîn” sıfatıyla muttasıf bir eş ile dünya ve âhiret hayatının kurtuluşuna kavuşurum ümidiyle, bütün imkân ve maddiyâtın içinde sadece ahlâk yüceliğine tâlip olan Hatice...

Kadın olmasına rağmen ticarette nice Mekkeli tüccardan daha başarılı olmuş, kazandığı bütün mal varlığını eşinin emrine bırakmış, itaatkâr annemiz…

Sen; kutlu dâvâda her an eşinin biricik sırdaşı ve yoldaşı olan, yetimlere kucak açmış, çilekeş ve vefakâr annemizin evlâdı hanım...

Sen ki, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e vahyin ilk gelişindeki fevkalâde heyecan ve titremeyi hemen fark eden, O’nu şefkat ve merhametle sarıp sarmalayan, teskin ve tesellî edensin!

Bugün sen, o mübârek hanımın mânevî evlâdı olan hanım; evinin içindeki sekînet ve huzurun temellerini atmaya memur, ehlinin kalbine ümmî dokunuşlar yapacak olan tabipsin.

 Kadın ki Fâtıma -radıyallâhu anhâ-… Öyle bir hanım ki; Peygamber Efendimizin neslini devam ettiren biricik incisi, Cennet gençlerinin efendileri olan Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anhümâ-’nın annesi, Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-’in pâk zevcesi...

Sen Fatıma’sın! “Kız, annenin kopyasıdır.” sözünün en güzel hâliyle üzerinde tecellî ettiği, Hazret-i Hatice’nin özellikleriyle ziynetlenmiş; nâzenin rûhuyla zarif bedenin dünyada bir çiçek edâsıyla büyüdüğü, bu hassasiyet ile beraber, babasına yapılan zulümlerde en muhkem bir kalkan olan güçlü Fâtıma -radıyallâhu anhâ-...

Bilmiyorum, iki cihan efendisi Babası, “O, Benden bir parçadır.” (Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 93-96) buyurduğu için mi bu kadar güzeldi?! Nebevî faziletlerin kadın cismindeki bir cüz’üydü o âdeta...

İşte sen, o asil cüz’den devam eden bir nesil; mütevâzi hayat ve kanaatin İslâm hanımına nasıl yakıştığını Fâtıma Annemizden alan, onun bağlandığı hakikatlere gözüyle görmüşcesine îman eden kadınsın. Öyleyse; “Sevmek, benzemektir!” deyip, şimdi dünya sevgisinden geçerek, âhiret nîmetlerine tâlip olma zamanı değil mi?

 Kadın ki Havle binti Sâlebe -radıyallâhu anhâ-… Sen Havle’sin. İslâm’ın kadına ve söylediklerine ne kadar önem verdiğinin ispatı olmuş, Kur’ân’da adı “mücâdele eden kadın” olarak geçen Havle... O, İslâm’la şereflendikten sonra hayatındaki en küçük ayrıntıyı dahî onun ölçü ve emirlerine göre tanzim etmiş Medîneli müslümanlardan…

 Bir tartışma esnasında kocası, ona:

“-Sen bana annemin sırtı gibi ol!” demişti.

İslâm’dan önce, kesin ve dönülmez bir boşanma sebebi olan bu sözün, İslâm’dan sonra da aynı şekilde olup olmadığını henüz bilmeyen Havle’nin, evliliğin bitmesi korkusuyla bedenini ateşler sarmıştı. Bedenini kaplayan ateş ve endişeyle hâne-i saâdete gidip, Âişe Annemizin yanında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e durumu anlattı. Yuvasını kurtarmak isterken Havle’nin pır pır kanat çırpan kalbi, İslâm hassasiyeti ve îman nûruyla titreyen bedeni; Âişe Annemizi de duygulandırmış, o da kendisiyle beraber ağlamıştı.

Kadının bu büyük derdi üzerine sözlerin en güzeli dile gelmiş:

“Allah, kocası hakkında Seninle tartışan ve Allâh’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir...” (el-Mücâdele, 1) meâlindeki âyet-i kerîmeyle başlayan sûre, oracıkta nâzil olmuştu.

 Sen, Yüce Allâh’ın içinde yanan samimi derde mukabele ettiği, kendisine hitâben konuştuğu Havle’sin.

Bugün vahyin kapısı kapanmış olsa bile, gönlünden dökülen her müşkülün cevabını Kur’ân’da bulabilecek, İslâm’ın kendisini yüce bir makama yerleştirdiği kadınsın… Sen, Rabbine hitap eden ve O’nun tarafından muhatap alınansın!..

Kadın ki Ümmü Sinâ -radıyallâhu anhâ-… Yaşadığı sürece Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sohbetlerine, Cuma ve bayram namazlarına katılarak kadının İslâm hayatında aktif rol sergileyebileceğinin müşahhas bir misâli...

Sen Ümmü Sinâ’sın; hastaların şifâ bulması için koşturan bir hekim, mü’minlerle gazveden gazveye koşturup yaralara merhem, susuzlara zemzem olan kadın… Hicretin 8. yılında yapılan Hayber Gazvesi’ne ve büyük meşakkatli “zorluk seferi” olan Tebük Gazvesi’ne Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in izniyle çıkarak, sahâbe efendilerimizin yaralarını sarmış, onlara su taşımış, muhârebe alanında kadının bu dâvânın bir parçası olduğunu yaşayarak hissettiren hanım…

 Ümmü Sinâ... Her ne kadar cenklerde boy gösterip güçlü olsa da, kadınlığın “annelik” olduğunu, künyesi olan oğlu Sinâ vefat ettiğinde öğrendiğimiz sahâbî...

Sen Ümmü Sinâ’sın; mücâdelen için şecaatinle çınar gibi dimdik ayakta dururken, evlâdının inkisârıyla nâzenin bir gelinciğe dönüşen, acının üzerine Peygamber Efendimiz’den “sabrının karşılığının Cennet olacağı ile müjdelenen”sin…

 Kadın ki Nesibe Hatun -radıyallâhu anhâ-… Uhud Savaşı’nda Peygamber Efendimiz’in:

“-Ne zaman sağıma ve soluma baksam, beni korumak için savaşan Nesibe’yi görüyorum!” (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 479) buyurduğu, savaş meydanlarında âilesiyle kılıç sallayan, nice müşriği öldürüp, oğlunun intikamını bizzat kendisi alarak Rasûlullâh’ın dişleri görününceye kadar tebessüm etmesine sebep olan hanım… Sen Nesibe’sin; İslâm’ın sancağını taşımak için çağın gerektirdiği şartlar içinde mücadele ve hizmet ederken, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin övgüsü ve Cennette komşuluğuna mazhar olabilecek hanım…

 Sevgili hemcinsim! Gönlümden gönlüne ulaşan bu satırlarda, mîraslarından nasipdâr olduğumuz nice hanımların kokularını; mesafe ve zaman engeline takılmaksızın senin üzerinde de duyuyorum.

Her birinizin sînesi, asırlara şifâ dağıtacak donanıma sahip... Yeter ki sımsıkı kapattığınız -belki kapatmaya zorlandığınız- avuçlarınızı açıp, içindeki cevherleri görmeye tâlip olun! Sizleri umutla kucaklıyorum, benim yüreği îman dolu güzel kardeşlerim!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle