Avucunda Misk Kokan İnciler -3

“Kadın” kelimesinin kökeni, Göktürk kitâbelerinde geçen ve “Kağanın eşi” mânâsında bir ünvan olan “Katun” kelimesine dayanır. Bu kelimeden “hatun” ve “kadın” olmak üzere iki kelime türemiştir. İslâm’da ve tarih boyu Türklerde kadın, her dâim özel bir yere konulmuştur. Hattâ Türk destanlarında kadın, ulvî bir varlıkmış gibi hissettirilerek, kimi zaman karanlığı yaran mavi bir ışık huzmesi, kimi zaman da kutsal bir ağacın kovuğundan peydah olmuş bir varlık olarak takdim edilmiştir.

İlk Türk inançlarında Ay, erkeği sembolize ederken, canlılar için hayat ve bereket kaynağı olan Güneş, doğurganlığı ve verimliliği sebebiyle kadını temsil ediyordu. Babaların kızlarının saçlarını okşarken “evimin bereketi” diye sevmesi, bizlere atamızdan miras bir gelenektir. Şimdi, bir lâhza olsun, tarihten avuçlarımıza kalan mis kokularının sînemize ilham olduğu o hanımların iklimine gidelim:

 

Kadın ki Zeynep’tir…

Peygamber Efendimizin incilerinden birisi... Annesi gibi güçlü, azimli, eşine sadâkatte nümûne.... Mekke’nin zenginlerinden olan teyzesinin oğlu Ebu’l-Âs ile evlenen Zeynep, bu evliliği ve çok sevdiği eşiyle çetin imtihanlara tâbî tutulmuştu.

Îman ile şereflenenler arasında olan Hazret-i Zeynep, gurur ve kibre kapılmış olan, atalarının karanlık izini süren eşini bir türlü ikna edememişti. Hüzün senesinden sonra bir müjde olarak gelen hicret haberi, Zeynep -radıyallâhu anhâ- için hazan ve firkatin, vahyin nûrundan uzak kalmanın inkisârıydı. Çünkü îman etmemiş olan kocası Ebû’l-Âs’la beraber Mekke’de müşriklerin arasında kalacaktı. Aynı evin içinde bir nur, bir ateş topu ile beraber yaşıyordu. İkisi de birbirine sevdalı, ikisi de inandığı dâvâda, kendisinden ve prensiplerinden emin...

 Zeynep ki; eşi Bedir muharebesinde müslümanların eline esir düşünce, komutan olan babasına, annesinden kalan tek hâtırayı, yani düğün gerdanlığını “eşinin fidyesi” olarak gönderen... Fedâkârlığı ve cefâkârlığı karşısında Kâinâtın Gözbebeği’nin gözlerini dolduran:

“-Ebû’l-Âs’ı fidyesiz salıverseniz, gerdanlığı da Zeynep’e gönderseniz?” ricasında bulunduran, îmânın dünyadaki her şeyden üstün olduğunu, bütün varlığıyla gözlerimizin önüne seren annemiz…

 Sen ki Zeynep’sin! Azim, sebat ve duâ ile zevcini kötü hasletlerinden vazgeçirebilecek olansın. Kötülüklerinden dolayı eşinden vazgeçmeyecek, onu doğru yola çekecek kadar sâdık ve güçlü olansın. Eşinin kendisine hayran olduğu, fazileti için şiirler yazdığı Zeynep!..

 

Kadın ki Mama Hatun’tur…

Belkıs’tan vazifeyi devralmış; cesur melîke, gâzi, kararlı... Cinsiyetiyle değil, ehliyetiyle 1191 yılında erkek kardeşleri varken Saltukbeyliği idaresini ele almış, on sene başarı ve adâletle hüküm sürmüş cevval hanım...

Sen ki; yeri geldiğinde elinde kılıç, at sırtında gazâ eden, halkın istifadesine sunulmuş külliye inşa edip, adını asırlarca yaşatmaya muktedir olabilecek Mama Hatun’sun. Sadece Türk tarihinde değil; Arap kaynaklarında “Erzurum sâhibesi” olarak anılan, beyliğinin sınırlarını genişletmek için cehd eden rüzgâr meşrepli melike... Sen, asrın Mama Hatun’u olabilecek kadını; damarlarında akan asil kanın sana fısıldadığı ilhamı dinle!

 

Kadın ki Âdile Sultan’dır…

Doğumu vesîlesiyle şenlikler, ziyafetler hazırlatarak tebaasına bayram coşkusu yaşatan Sultan II. Mahmud’un biricik saray kızı… Kader doğumunu şenliklerle, ipek kundaklar arasında yapsa da, vefâtında, acıların yoğurduğu bir şair olarak tarihe geçti.

Eskiden bütün sevdiklerini toprağa verdikten sonra ölmek, bir uğursuzluk, büyü, lânet sayılırmış. Âdile Sultan çok sevdiği eşi dâhil, sevdiği herkesi gözlerinin önünde yitirmiş, çektiği ıztıraplarla büyük bir dîvan şairi olmuştur.

Sen ki; dîvan şairi olabilecek kadar mâhir olan, yaşadığı imtihanı kendisine bunalım ve kaos olarak değil, büyük eserler olarak geri döndürmeye liyâkatli bir Âdile Sultan’sın. Çünkü sen annesin, kadınsın! Küllerden Anka doğurmanın, Yaratıcı tarafından özüne öğretilmiş olansın.

 

Kadın ki Fâtıma binti Hattab’dır…

Îman ve iyilikte harîs olduğu kadar, geçmişinde şirkte harîs olan heybetli sahabî Hazret-i Ömer’in, kendisi kadar yiğit, korkusuz, güçlü kız kardeşi... Sen ki Ömer’in kardeşi Fâtıma’sın; yüzü ağabeyinin attığı tokadın tesiriyle kanlar içindeyken bile koca Ömer’e, Kur’ân sayfalarına sıkı sıkı sarılmış vaziyette:

“-Ona sadece temiz olanlar dokunabilir, sen ona dokunamazsın!” diyebilecek kadar dâvâsını, canının önünde tutan Fâtıma...

Evinde okuduğu Kur’ân’la büyük Halife Ömer’in İslâm ile şereflenmesine vesîle olansın. Dâvâsı söz konusu olunca arslan kesilen, ama kılıcını kuşanmış ağabeysini gözyaşlarıyla yumuşatabilecek kadar nahif ve kıymetli olansın. Sen, İslâm’ın ilk temsilcilerinden olan Fâtıma’sın!

 

Kadın ki Ümmü Hâlid’dir…

Daha küçük bir çocukken türlü faziletlere mazhar olan, Habeşistan kralından Rasûlullâh’a selâm ve haber getirmekle vazifeli elçi, kutlu hanım sahâbî...

Sen ki Ümmü Hâlid’sin; babası Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vahiy katipliği yaptığı esnada, hediye gelen elbise için Allah Rasûlü’nün seçtiği özel çocuk...

Her kadının içinde o özel çocuk, Hazret-i Peygamber’den libas hediye edilmişcesine şımarmayı ve özel hissetmeyi bekler, özler durur. O elbiseye sahip olunca da Ümmü Hâlid gibi şenlenen rûhu dur-durak bilmez.

Sen ki o şen çocuksun; mutlulukla Rasûlullâh’ın mührüne dokunan nâdir parmaklardan birisi... Ümmü Hâlid’in asırlar sonrasına uzanan râyihasının mirasçıcı, şımarmanın en asil ve zarif hâlisin.

Sevgi ve hediyelerin en fazla üzerine yakıştığı çocuktan sonraki ikinci gözde... Sahne senin, dünya senin, âhiret senin baktığın ufukta!

Ey kadın; şimdi asırlar evvel kutlu Nebî’nin mührüne dokunan parmaklarınla dokun ki hayatımıza, seyreylesin âlem Nebî’den kız çocuklarına armağan olan o ulvî sevginin karşı konulmaz büyüsünü...

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle