Ocak ayının sonuna doğru, Avrupa’ya bir seyahatimiz oldu. 23-29 Ocak tarihleri arasında yaklaşık bir haftalık üç ülke ve altı şehirlik bir program için Fransa’daki Âdem Dereli kardeşimiz tarafından davet edilmiştik. İlk durağımız, Paris’ti. Orada bize mihmandarlık yapan Metin Bakar Bey, bizi havaalanında karşıladı. Kalacağımız yerleri gösterdi. Çok kısa bir Paris turunun ardından o akşam hasbihâl edeceğimiz Mescid’e vardık. Eşim Halime Demireşik Hanım da aynı saatlerde seminer için hanım kardeşlerimizle buluşmuştu. Çok güzel bir hava vardı. Dışarıda gayr-i müslim bir çevre ve ona mümâsil sert bir hava, içeride ise ılık ılık muhabbet ve kardeşlik havası…
Burada insanlar, birbirleriyle kenetlenerek selde sürüklenmemeye çalışıyorlar. Avrupa’nın havası, suyu, kültürü, insanı, özgürlüğü (!); içimizden pek çok ferdi kendisine bende yapmış. Maişet endişesi ile gurbete çıkan ilk nesil, hemen hemen hiç değişmemiş. Anadolu’yu oraya taşımış. Ancak onların çocukları, biraz oraya alışmak, biraz da kendi kültüründen uzaklaşmamak arasında kalmış. Üçüncü nesil, yani torunlar ise maalesef her şeyiyle Avrupalılaşmış. Kendi dillerini unutmuşlar. Türkiye’ye geliş gidişleri sadece turistik bir seyahat olarak görmeye başlamışlar. “Nerede yaşamak istersin?” diye sorulacak olsa, ilk adresleri, doğup büyüdükleri bu topraklar olacak hâle gelmiş. Biz, yıllarca bu kardeşlerimize ulaşamamışız. Onların gönüllerini îmar edememişiz. Her biri, kendi imkânlarıyla, âdeta dişinden tırnağından arttırarak kendi ruhlarını dinlendirebilecek mekânlar inşâ etmişler.
Mescidler, Avrupa’da, tam mânâsıyla vazifesini yerine getiriyor. Dînî ve sosyal hayatın kalbi durumunda… Bir mescid açılırken, yanında konferans salonu, berber, bakkal-lokanta, kitapçı, çay ocağı vb. hayatın birçok alanını kuşatacak birimleriyle beraber açılıyor. Mescidlere devam eden insanlar, orada kendilerini bulmaya, kültürlerini yaşatmaya devam ediyorlar. Ama buralara devam eden insanların oranı, o bölgede yaşayan Müslüman-Türklere kıyasla çok düşük… Bu da ulaşılamayan büyük bir kesim olduğunu gösteriyor.
Paris’teki bir günlük misafirliğimizin ardından Hollanda’ya geçtik. Amsterdam’da Altın Şemsiye Vakfı temsilcilerinden Osman Çelik beyle görüştük. Bizi vakıfta misafir ettiler. Burada da hem erkeklere, hem de hanımlara ayrı ayrı programlar oldu. Ertesi gün Rotterdam’a geçtik. Burada da kardeşlerimiz, Ahmet Topbaş beyin öncülüğünde bir vakıf çatısı altında bir araya gelmişler. Daha çok gençlerin başı çektiği ve organize faaliyetlerinde bulunduğu Rotterdam’da da uzun ve bereketli hasbihaller etme imkânı bulduk. Bize bu fırsatı veren Mahmud Güldâne, Abdurrahman Baş kardeşlerimize ve ev sahibimiz Mevlüt Bey’e ayrı ayrı teşekkür ederiz.
Oradan Belçika’ya Şarlova (Charleroi) ve Liege’e geçtik. Ârif Ovalı ve Hüseyin Mehmed ağabeylerimizle tanıştık. Onların delâletleriyle değişik meclislerde bütün kardeşlerimizle görüşüp tanışma fırsatı bulduk. Hepsinde, kor hâline gelmiş îmânı, ellerinde ve yüreklerinde taşımanın şuur ve heyecanını gördük. Farklı bir medeniyet, farklı bir çevre… Ama yüzler tanıdık, gönüller tanıdık, sohbetler tanıdık…
Son durağımız, Fransa’nın diğer ucu Strasbourg’tu. Buraya Cuma günü vardık ve iki akşam misafir olduk. İlk akşam DİTİP (Avrupa Diyanet Teşkilatı)’in açmış olduğu İlâhiyat Fakültesi’nde hanımlara yönelik oldukça geniş katılımlı bir seminer oldu. Ardından yine hanımlar için, bir gün-bir gecelik bir kamp programı tertip edilmişti. Çok güzel bir ortam hazırlanmıştı.
Aslında anlatılacak çok şey var. Ama sözü uzatmamak için, böyle hayırlı bir programı organize eden, maddî-mânevî destek veren ve bizimle ilgilenen herkese ayrı ayrı teşekkür ederek bitirmek istiyorum. Niyetimiz hayırdı, inşâallah âkıbeti de hayrolmuştur.
YORUMLAR