İstanbul başta olmak üzere, bütün bir Osmanlı coğrafyasındaki vakıf eserlerinin aslının bozulup semeresinin kesilmesi hâdisesi, zannettiğimizin aksine, sadece tarihin belli bir bölümüne has bir cürüm değildir. Bazı eserlerin tarihine göz attığımızda, sahip olduğumuz tarihî genellemelere uymayan bazı hâdiselerle karşılaşmaktayız. Bunlardan birisi de Üsküdar Atik Vâlide Külliyesi’nin tarihî serencâmıdır.
Atik Vâlide Külliyesi’ne ait vakfiyeden ve bu vakfiyenin ne denli şümullü bir hayır-hasenât senedi olduğundan, bir önceki yazımızda bahsetmiştik. Bu teferruatlı vakfiyenin şartlarına ne kadar süre riâyet edildiğine baktığımızda ise, şaşırtıcı bir tabloyla karşılaşmaktayız. Külliye, 1582 tarihinden itibaren yaklaşık 211 sene, vakfiyedeki şartlarına uygun bir şekilde idâre edilmiştir. Ancak 1793 tarihine gelindiğinde, modernleşme mâceramızın en belirgin başlangıç noktası kabul edebileceğimiz askerî ıslâhat teşebbüslerinin bu külliyeyi de etkilediğini görmekteyiz. Nitekim zamanın padişahı Sultan III. Selim, saltanatının dördüncü senesi olan 1793 tarihinde Avrupaî usûllerle eğitilmesi düşünülen Nizâm-ı Cedîd ordusunu kurmuş ve bu orduya mensup süvarilerin karargâhı olarak da Atik Vâlide Külliyesi’nin şifâhâne, tabhâne ve aşhâneden oluşan imâret kısmını seçmiştir. Dârülkurrâ ve Ddârülhadîs kısımları da mimarî plân olarak imarete bağlı bulunduğu için, bu iki kısmın da hayatiyetini bu tarihte kaybettiğini düşünebiliriz.[1]
Nizam-ı Cedîd ordusu, 1807 tarihindeki isyan neticesinde ortadan kaldırıldı ise de, bu durum Atik Vâlide Külliyesi’nin işgalden kurtuluşunu sağlayamamıştır. Nitekim 1808 senesinde Sekbân-ı Cedîd; 1826 senesinde ise, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusunun bu külliyeyi, kışla olarak kullandıklarını görmekteyiz.
1865 senesinde İstanbul’da vukû bulan bir kolera salgını sebebiyle külliyenin şifâhânesi karantina hastanesi olarak faaliyet görmüş, ancak salgından sonra da askerî depo olarak kullanılmaya devam etmiştir. 1873 senesinde Süleymaniye Bîmarhanesi’ndeki akıl hastaları buraya nakledilmiş ve külliye bu tarihlerde “Toptaşı Bîmarhanesi” ismiyle meşhur olmuştur. 1927’de Bakırköy Akıl Hastanesi’nin açılışına kadar bu faaliyetine devam eden külliye, 1935 senesine kadar da Miskinler Tekkesi’nden nakledilen cüzzamlı hastalara hizmet vermiştir.
Külliye şifahânesinin 1935 senesinden 1976’ya kadarki kullanımı ise, yakın tarihimizin örneklerine sık rastladığımız karakteristik kadir bilmezliklerindendir: Tütün bakım atölyesi. Daha sonraki tarihlerde dârülhadis ve dârülkurrâ kısımları cezaevine çevrilen külliyenin şifâhane ve imaret kısımları ise, 1976 senesinde İmam Hatip Lisesi’ne kiralanmıştır. İmam hatip okulu olarak kullanılan kısım, büyük ölçüde aslî hüviyetini korumuş ise de cezaevi kısımları betonarme mârifetlerle çok büyük bir tahribata uğramış durumdadır.
Üsküdar İmam Hatip Lisesi, 1999 senesinde bugünkü yeni binasına taşındıktan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü burayı önce Marmara Üniversitesi’ne (2003) daha sonra da Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’ne tahsis etmiştir. Hâlen restorasyon çalışmalarının sürdüğü rivayet edilse de bu çalışmaların hangi aşamada olduğuna dair şahsen bilgi sahibi değilim.
Külliyenin cami avlusuna bitişik durumdaki medresesi ise, son yıllarda İlim Yayma Cemiyeti tarafından ilmî eğitim faaliyetlerinin yapıldığı bir merkez olarak kullanılmakta ve böylece medrese hüviyetinin hakkı verilmektedir. Yani günümüzde en azından külliyenin câmi ve medrese kısımları vakfın ilk kuruluş gayesine uygun olarak kurtarılmış vaziyettedir. Diğer kısımlar ise, ehlinin himmetini beklemektedir.
[1] Burada külliyenin genel plânını hatırlamakta fayda var: Bu muazzam külliye aralarından yol geçen üç ayrı bina kütlesinden oluşur. Merkezî bina kütlesi, cami-i şerîf ve cami avlusuna bitişik olarak medreseden ibarettir. Doğudaki bina yekpâre hâlde tekke olarak inşa edilmiş ve Şâbâniye tarikatine tahsis edilmiştir. Batı cenahındaki yapı topluluğu ise, külliyenin en büyük kısmı olup, dârülhadîs, dârülkurrâ, tabhâne, şifahâne, aşhâne ve kervansarayı içine alır.
YORUMLAR