Îman; hayatın özünü, mü’minin ise gönül dokusunu ifâde eden bir mânâ çekirdeğidir. Kur’an-ı Kerîm, âdeta bu çekirdeği şerh edercesine, her fırsatta îmanın ehemmiyetine dikkat çeker.
Tevhid mücadelesinin anahtarı mevkiinde olan bu mefhum, ruhunu keşfetme derdine düşenlere hakîkat kapılarını aralamıştır. Elbette ki, bu cevherin en aydınlık taşıyıcıları, insanlık tarihinin medâr-ı iftihar vesîlesi olan peygamberlerdir. Kur’ân-ı Kerîm vermek istediği pek çok mesajı, onlardaki imânî güzelliğin aynasında seyrettirir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Gerçekten biz Eyyûb’u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O ne güzel kuldu! Daimâ Allah’a yönelirdi. (Ey Muhammed!) Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Yâkub’u da an!.. Biz, onları özellikle âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık. İsmail’i, Elyesa’ı, Zülkifl’i de an. Hepsi de en hayırlı kimselerdendir.” (Sâd, 44-48)
Îman deyince her peygamberi anlatmak, verdiği mücadeleden bahsetmek mümkün!.. Kur’ân-ı Kerîm buna yol göstermiş. Ancak îmanın hakikatine giden yolda hem kavmiyle mücadele edip, hem de can, mal ve evladıyla imtihandan geçerek tevhidi geniş bir açıda izah eden peygamber, özellikle İbrahim -aleyhisselâm-’dır. Bu hâl sebebiyledir ki, Cenâb-ı Hak, ona “Halîlim” diyerek üstün bir makam vermiştir.
İbrahim -aleyhisselâm-, îman imtihanlarının cenderesinde yaşamış bir peygamberdi. Fakat bu imtihanların içinde en çok yüreğimize ilişen; bir yanıyla bizi anlatırken, bir yanıyla ötelere işaret ederek “ideal mü’min” tablosunu çizen…
Tevekkül ve teslimiyetin âbidevî timsâli…
Yakıcılığı bugüne dek uzanan zorlu bir imtihan…
İbrahim -aleyhisselâm-’ın ateşle imtihanı!..
Bir yanda sırf İbrahim -aleyhisselâm-’ı yok etmek hırsıyla yakılmış, semayı bile tutuşturmak istercesine yükselen dev bir ateş… Bir yanda Nemrud’un yaktığı ateşi umursamayan, kendi gönül yangınlarıyla dimdik ayakta duran İbrahim -aleyhisselâm-…
Kur’ân-ı Kerîm’de örnek olarak takdim edilmiş ve yoğun mesajlar taşıyan bir mü’min modeli…
O vakit, manzarayı düşleyelim ve kıssanın derinliğine kısa bir yolculuk yapalım…
İbrahim -aleyhisselâm- putperest bir kavim olan Keldânî kavmine gönderilmiş bir peygamberdi. Kavmin hükümdarı Nemrud, ilahlığını ilân etmişti. İbrahim -aleyhisselâm-, peygamberlik vazifesini yüklenmesiyle beraber putperest kavmine tebliğ etmeye başladı. Kavmi ise, inatla bâtıl inanç ve yaşayışlarında diretiyordu. Ancak İbrahim -aleyhisselâm-’ın puthanedeki putları kırarak, putların acziyetini kavmine kendi dilleriyle söyletmesi, Keldani kavmini çok büyük şaşkınlığa düşürmüştü. (Bkz: el-Enbiyâ, 58-67) Bunun üzerine İbrahim -aleyhisselâm-’ı, kralları Nemrud’a götürerek hâdiseyi anlattılar.
İbrahim -aleyhisselâm-’ın küfür karanlığına yaktığı îman çerağından yarasalar gibi kaçan Nemrud, onun büyük bir ateşte yakılması emrini verdi.
Ateş için hazırlıklar yapıldı. Şehrin ortasına, alevleri semaya ulaşan bir ateş yakıldı. Bir mancınık kuruldu. İbrahim -aleyhisselâm- onunla ateşe atılacaktı.
İbrahim -aleyhisselâm-’ın yaktığı îman çerağına mukabil, ona bir ateş hazırlamıştı Nemrud… Küfrün ve kinin ateşini…
Alevler semaya yükselirken karşısında duran bir İbrahim vardı… İbrahim -aleyhisselâm-’ın göğsündeki îman ateşi ise kâinat kadardı…
İşte bu tablo, dünya var olduğundan beri devam eden ve değişmeyen bir hakikat manzarasıydı. Bir yol ayrımı…
İbrahim -aleyhisselâm-’ın göğsündeki îman ateşi, Nemrud’un yaktığı ise küfrün nârıydı…
Hâsılı, karşı karşıya duran, küfre rağmen îman, Şeytan’a rağmen Âdem, Firavun’a rağmen Mûsa’ydı.
Tablo bu!..
İbrahim -aleyhisselâm- mancınığın içinde… Her şey Nemrud’un bir işaretine bağlı!.. O vakit Cebrail -aleyhisselâm- gelir ve:
“–Bir dileğin var mı?” der.
“–Evet” der İbrahim -aleyhisselâm- ve: “–Fakat senden değil…” diye ekler.
Cebrail -aleyhisselâm-:
“–Niçin Allah’tan kurtuluş istemiyorsun?” deyince, İbrahim -aleyhisselâm- şöyle der:
“–Dost ile dostun arasına girmeyin. Hâlimi o biliyor. Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.”
O esnada Nemrud işaret eder. Herkesin dehşet dolu bakışları arasında İbrahim -aleyhisselâm- ateşe atılır.
Dikkat çekicidir. Küfür, îmanı yok etmek için her zaman öyle uğraşır, öyle kin besler ki, elindeki bütün imkân ve teknolojileri kullanır. Bütün halk bir olur, odun taşır, ateş yakar, mancınık koyar.
Ya da deve kuşu gibi görmemeyi tercih eder. Görmemek hangi hakikati söndürmüştür ki? Fakat tevhid üzere yaşamak böyle değildir. Küfür, îmanı yok etmek için her şeyi yaparken, ehl-i tevhid yalnız bir şey yapar. Allah’a yönelir. Bilir ki, Tek Olan’a yönelirse, her şey onun olur. Yeter ki, îman kuvvetli, yöneliş de ihlâsla dolu olsun…
İbrahim -aleyhisselâm-’ın bu tevekkül ve teslimiyetine mukabil, Cenâb-ı Hak katından bir emir gelir ateşe…
“Ey ateş! İbrahim’e serin ve selâmet ol.” (el-Enbiyâ 69)
Bu öyle bir emirdir ki, Cenâb-ı Hakk’ın şânına mahsus, fevkalâde bir hâdiseyi ardı sıra getirecektir. Allah “Serin ve selamet ol” deyince ateş yakar mıydı hiç?
Her şey, O’nun emriyledir.
Rûhu’l-Beyân tefsirinde bu âyet hakkında şöyle denilir:
“Bu, eşi ve benzeri görülmemiş mûcizelerdendir. Çünkü bunda âdetlere aykırı bir şey vardır. Eğer Allah “alâ İbrâhîme / İbrâhim üzerine” demeseydi, ateş bütün varlıklara devamlı serin ve üşütücü olarak kalacaktı. Eğer “berden / soğuk, serin” sözünden sonra “selâmen / selâmetli” demeseydi, İbrahim -aleyhisselâm- onun soğuğundan ölürdü.”
Elbette ki, bu emir Cenâb-ı Hakk’ın kudretinin taşıyıcısı, varlığın öz dokusunu değiştirecek bir emirdi. Bir azamet nişânesiydi.
Ancak âdetullâhtaki bu istisnâlar, çok büyük bir mesaj ihtiva etmektedir. Acaba İbrahim -aleyhisselâm-’ı yakmayan ateş, neyin habercisiydi?! Ateş, önüne gelen her bir şeyi yakardı oysa… Ardında külden gayrı bir şey bırakmayan ateş, mağlub… İbrahim -aleyhisselâm-’ı yakmayan neydi?
Sır, İbrahim -aleyhisselâm-’ın kalbindeki îman cevheriydi. İbrahim -aleyhisselâm-’ı yakmayan, tevhîd gerçeğiydi. Hâsılı, İbrahim -aleyhisselâm-’ın îman gücü, Nemrud’un yaktığı küfür ateşine gâlip gelmişti.
Unutmamalı, küfrün yaktığı ateş bile olsa îmanın aydınlık ve gücü karşısında yok olmaya mahkûmdur. Bu hakikat değişmez!.. Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede:
“Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Bâtıl zaten yok olmaya mahkûmdur.” (el-İsrâ, 81) buyuruyor.
Burada yüreğimize ulaşan mânâ yüklü bir haber var. Nemrud’un yaktığı küfür ateşinin numûneleri hâlâ mevcud!.. İnsanlık şerrin ateş çemberiyle sarılı… Kimi memnun, kimi tedirgin... Sormadan edemiyoruz:
Nemrud’un ateşi hâlâ yanıyor. Ya İbrahimler nerede?
* * *
“Siz insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, münkerden (kötülükten) sakındırırsınız...” (el-Bakara, 143) buyruluyor.
Yükümüzün ağırlığı şöyle bir hesaplaşmaya sürüklüyor yüreğimizi: Acaba îmanımız yüreğimizin ne kadar muhâsibi? İnsanlığımızı dahî bizden isteyen bir zamanın eşiğinde yaşayan bizler, hakîkaten yitiriyor muyuz îmanımızı, insanlığımızı…
Yoksa bu çırpınışlar içinde yaşayanlara, küçük de olsa İbrahimî bir îman muştusu taşıyarak yangınlarını gülistâna mı çeviriyoruz? Yoksa biz de kaybolup gidiyor muyuz?
“Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder. Dinde ayağınızı sabit kılar, kaydırmaz.” (Muhammed, 7)
Hadisenin bütün sırrı bu âyet-i kerîmenin muhtevâsında gizli… Unutmamalı… Nemrud’un yaktığı ateşin yansımaları devam etse de, İbrahim -aleyhisselâm-’ın gül bahçesinin îmanî râyihası da ıtır ıtır esiyor gönlümüze… Toplumu, bir tevhid gülistanı hâline getirmek adına bir îman gayreti lâzım!.. Toy bir heyecan değil kastımız… Ateşler içinde bile kaybolmayıp kendimizi yitirmeyeceğimize bir işaret olarak İbrahimî bir gül dikmeliyiz, ömrümüzün safhasına…
YORUMLAR