Ateist düşüncelerle büyütülmüşken birden kendini içinden çıkılmaz sorular arasında bulan ve gayretleri neticesinde İslâm nîmeti ile şereflenen, sonra da insanların İslâmî terbiyesi için çırpınan bir hanımla tanışmanızı istedik. Size Rus asıllı Kazakistan vatandaşı Olga Hanım’ın ibretli hayat hikâyesini sunuyoruz. İnşaâllah, hayır ve hidâyetlere vesile olur.
Kendinizi tanıtır mısınız?
Adım Olga… Aziz Mahmud Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu’na gelince “Esmâ” ismini aldım, ama çoğu Olga diye ismimle hitap eder. Öz babamı hiç tanımadım. Üvey baba yanında büyüdüm, iki üvey kardeşim var. Annem, sekiz yaşındayken vefat etti. Anneannem, beni yanına almak istedi, fakat üvey babam vermedi. Tekrar evlendi, ben üvey anne ve üvey babanın elinde büyüdüm.
Müslüman olmadan önce hangi dine mensuptunuz?
Resmi dinim Hıristiyanlıktı, ama bu din hakkında hiç bilgim yoktu. Ayrıca üvey babam, koyu bir ateistti. Yani Allâh’a ve âhiret gününe, daha doğrusu hiçbir dine inanmıyordu. Sürekli ateistlikle ilgili kitaplar okur ve bize anlatırdı. Küçüklüğümüzden beri bu fikirlerle büyüdüğümüz için hâliyle ben de etkilendim. Ama büyüdükçe, babamın anlattıkları hakkında tereddütlerim oluşmaya başladı. Aklım, herhangi bir Tanrı’nın olmadığı fikrini bir türlü kabul etmiyordu.
“Tanrı yoksa, biz ne için yaşıyoruz? Bu dünyaya niye geldik? Yaşamamızın ne anlamı var?” gibi sorular, beynimi meşgul ediyordu. “Hayatımızın anlamı yoksa, şimdi de ölsem ne fark eder ki!..” diyordum. Etrafımdakilere:
“-Yaşamamızın ne anlamı var?” diye sorduğumda:
“-Bu dünyada halk için bir şey yaparsın, sen ölsen de adın kalır!..” diyorlardı. Ben de:
“-Eğer çürüyüp yok olacaksak, geride bir şey bırakmanın ne önemi var ki!..” diyordum.
Ayrıca babama, “Ölüm nasıl olacak?” diye sorular sorduğumda:
“-Uykuya dalıp rüyâ görmek gibi olacak!.. Bir daha uyanamayacağız ve her şey bitecek!..” diyordu. Bu cevaplar, beni hiç tatmin etmiyordu.
İslâm’la tanışmanız nasıl oldu?
1997 yılıydı. 17 yaşında, son sınıfta iken Kazak Medine ve Özbek Roza adında arkadaşlarım vardı. Bunlar mescide gidip Kur’ân öğreniyorlardı. Bana da gösteriyorlardı. Fakat ilgi duymuyordum. Çünkü İslâm’ı Kazaklara mahsus bir din zannediyordum. Ayrıca İslâm’ı kadınları ezen bir din olarak görüyordum. Çünkü Kazak kadınlar, evde sürekli işle, çocuklarının geçimini sağlamakla meşguldü. Erkekleri ise, dışarıda rahat, özgürce istediklerini yapıyorlardı. Ama Ruslarda kadınlar da, erkekler kadar özgürdü. Onların İslâm’dan haberleri olmayan müslümanlar olduklarını sonradan öğrendim.
O yıl kızları Türkiye’ye Kur’ân Kursu’na götüreceklermiş. Roza’nın teyzesi:
“-Sen de git!..” diyerek Roza’yı yönlendirmiş. Roza da Medine’ye söylemiş. İkisi gitmeye karar verince, Medine bana:
“-Hadi, sen de gelsene!..” dedi.
Ben de kendi kendime şöyle düşündüm: “Zaten evde huzurum yok, okul bitince ne yapacağım? Türkiye’ye gitsem ne kaybederim?” dedim. Onlarla gitmeye karar verdim. Babama söyleyince karşı çıktı, benim kararlı olduğumu görünce de bana izin verdi. Ofis vardı, oraya arkadaşlarla gidip pasaportlarımızı verdik. Orada Halilullah Bey vardı. Benim Rus olduğumu görünce:
“-Sen müslüman oldun mu?” diye sordu. Ben:
“-Hayır!” dedim. Bana:
“-Müslüman olmak zor değil!..” dedi, “Kelime-i şehâdet getirip yıkanacaksın”
Ben de eve gittim. Hiçbir şey bilmiyordum, sadece yıkandım. Sonra arkadaşımın bana yazdığı Kelime-i Şehâdeti kâğıta bakarak okudum. Bunları hiçbir şey hissetmeden, taklid ederek uyguluyordum. Sanki rüzgâr beni önüne almış, bir oraya, bir buraya sürüklüyordu. Şu da bir gerçek, siz hakikat için bir adım attığınızda, Allah size on adım atıyor ve karşınıza hep kendisine yöneltecek vesileler çıkarıyor.
Türkiye’ye grup hâlinde gittik. Hüdâyî Kursu’na gelince otobüsten indik. İner inmez tamamen tesettür içinde olan kızlar bizi karşıladı:
“-Orta Asya’dan Müslüman kardeşlerimiz gelmiş!..” diye bize sarılıyorlardı.
Ama ben ilk defa böyle giyinmiş insanları görünce çok korktum ve bir an önce otobüse binip oradan uzaklaşmak istedim. Bir müddet sonra, ilk korkum geçti. Gelenlere daha iyi yardımcı olmak için, kurstakiler ile misafirler arasında “ensar-muhâcir kardeşliği” oldu. Bana “Selime” adında âzerî bir arkadaşımız “ensar” oldu. Rusça da biliyordu. Bana namaz kılmasını öğretti. Bizim uzun eteğimiz yoktu, namaz eteği dikip hediye ettiler. Dillerinden anlamasam da yakın ilgileri hoşuma gidiyordu.
İlk namazımı, Selime ile kıldım. Namaz bitince, “bana duâ edebileceğimi” söyledi. Ben de:
“-Ne isteyeceğim ki?!” dedim. “Duâ, seninle Allah arasındadır. Bir sırdır. Gönlünden ne geçiyorsa isteyebilirsin!..” dedi.
Benim namaz kılıp sonunda duâ etmek çok hoşuma gitmeye başladı. Bu, İslâm’a girince ilk zevk aldığım şeydi. Çünkü bugüne kadar tanrı ile konuşmamıştım; tanrıya yönelip “tanrım” dememiştim ve ilk defa Allah ile duâ aracılığıyla konuşuyordum. Gönlümden geçen herhangi bir şeyi, hiç konuşmadan birisinden istiyordum. Bu, benim için anlatılamayacak kadar zevkli bir şeydi.
Hüdayi’deyken İslâm’ı öğrendim. Fakat hâlâ özünü kavramış değildim. Herhalde dil bilmediğim için böyle oldu. Artık bir yıllık temel eğitim almıştık ve Kazakistan’a dönme vakti gelmişti. Üvey babam, tepki gösterip, baskı yapacağını bildiğim için ben dönmek istemiyordum. Durumu Osman Nûri Topbaş Hocamıza anlatınca:
“-Kızım, bundan sonra senin baban benim!..” diyerek bana şefkat kucağını açmıştı. Ama vize işi olmadığı için dönmek zorunda kaldım.
Her İslâm’a dönüş yapanın yaşadığı sıkıntıları siz de yaşamışsınızdır. Evinize dönünce ne gibi sıkıntılarla karşılaştınız?
İlk olarak üvey babam, çok tepki gösterdi. Bana, “Tanrı yoktur!.. Bu ne hâl? Başını açacaksın!..” diye baskı yaptı. Ben ilk önce direndim, ama dediğim gibi, îman gönlüme daha tam olarak oturmamıştı. O yüzden başımı açmak zorunda kaldım. Ne kadar başımı açsam da Türkiye’ye gitmeden önceki düşüncelere daldım. Tepkiler arttıkça Allâh’ın varlığı hakkında daha çok düşünmeye başladım. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de:
“-Ey akıl sahipleri!” diye hitap ediyor. Yine:
“-Düşünmez misiniz?!” buyurarak bizi düşünceye sevk ediyor.
Demek ki, bu düşüncelerim, beni Rabbime daha da yaklaştırmak içindi. Ayrıca bana kaynak olacak Rusça eserler yoktu. Üvey babam, bana kitaplardan deliller göstererek üzerime geliyordu. İki dünya arasında gidip geliyordum.
Çimkent’te Kızlar için İlahiyat Fakültesi vardı ve ben oraya kayıt olarak eğitimime devam ettim. Türkiye’den hocalar gelmişti. Mehmet Hoca ve hanımı İnci Hocahanım derslerimize giriyorlardı. Tabiî, ben ilk başta çok değişik sorular soruyordum. Çünkü üvey babamın tesiri altındaydım. Bir taraftan da ona karşı bilgi sahibi olup cevaplar vermek istiyordum. Sadece namazda sükûna eriyordum. Düşüncelere dalmamak için sürekli namaz kılıyordum. Artık üvey babam değişmeyeceğimi anlayınca:
“-Bir daha eve gelme!..” dedi.
Ben de anneanneme gittim, orada da teyzem tepki gösterdi.
“-Sen bu hâlde iken, seni yanımda gezdirmem!..” dedi.
Anneannem ona karşı çıktı. O zaman çok sevinmiştim. İlk defa âilemden birinden destek görmüştüm.
Sonra nasıl bu düşüncelerden sıyrılabildiniz?
Tabiî kolay olmadı. Ben hep şöyle diyordum:
“-Rabbim, eğer var isen, beni doğru yoluna ulaştıracağına inanıyorum.”
Bazen “Ya Allah yoksa?!” diye duygular geliyordu ve bu duygular gelince vesvese diyerek hemen namaza duruyordum. Bazen vesveseler o kadar çoğalıyordu ki, namaza zorla durduğum oluyordu. Üniversitenin ikinci kursunda artık vesveseler benden uzaklaştı ve îmanımın kuvvetlendiğini hissediyordum. Artık araştırmaya, bilmediklerime cevap bulmaya başlamıştım. Ayrıca hocalarım da İslâm’ı çok sevdirdiler. İslâm’ın hocasız olmayacağını anladım. Allah Teâlâ, kulunu düşündürerek doğru yoluna iletiyor, fakat vesveselerden kurtulabilmek için doğru insanlardan bilgi almak lâzım...
Üvey kız kardeşim vardı, o da sürekli yanımıza geliyordu. Ben Müslüman olmasını istiyordum. Ama bir defa olsun “Müslüman ol!” demedim. Yaşantımızdaki güzelliği görünce o da hidâyete erdi.
Peki, Müslüman olunca İslâm’ın kadına bakışı hakkında görüşlerin değişti mi?
İslâm’ın güzelliğini gördükçe, biz kadınların ne kadar özel olduğunu anladım. Sanki Müslüman olmadan önce toplum bizi kullanıyormuş. Kadın, sadece erkeğin duygularını tatmin ediyormuş. Ama İslâm’la kadın değer buluyor. Toplumda bir yer sahibi oluyor.
Her mü’minin bir hidâyet hikâyesi var. Bazen bu hidayet hikâyeleri, başkalarının hidâyetine vesîle olabiliyor. Bu hikâyenizin de nice arayış içerisinde olan insanlara bir vesile olup, ışık tutması duâsı ile… Değerli vakitinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim. Ayrıca bana emeği geçen Hüdâyili kardeşlerime selamlarımı iletirseniz memnun olurum.
YORUMLAR