Asla Ümidini Kesme!

Çoğu zaman gel-gitler yaşayan insan, gün olur rûhen büyük bir coşkunluk içinde olur; gün olur bitmiş tükenmiş ve kendisini değersiz hisseder. İnsan, dibe vurduğu, kendisinden ümidini kestiği bu kritik anlarda sabır ve metânet ipine sarılmalı, düştüğü yerden kalkarak tekrar devam etmeli, düşerse yine kalkmalı ve inatla, sabırla yürüyüşünü devam ettirmelidir. Tıpkı Rasûlüllah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi her türlü ezâ ve cefâya mâruz kalmasına rağmen zerre kadar ümidini yitirmeden bir inanmışlık azmi içerisinde hedefine varmak için ilâhî bir nefesle azmetmelidir. Bu gayreti bize en güzel şekilde öğreten kaynak, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri ve Peygamber Efendimizin güzel hayatıdır.

* * *

Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, kâinatın fihristi ve bütün varlığın istikamet rehberidir. Kur’ân, insanlık için yegâne reçete ve tek kılavuzdur. Kur’ân-ı Kerîm’deki sûrelerin ve her sûrede geçen âyetlerin, hatta her kelimenin sıralama şekli bir hikmete mebnîdir. Fâtiha Sûresi’nin, Kur’ân’ın ilk sûresi olması da tesadüfî değildir.

Mânâ ve muhteva olarak adeta müminlere Kur’ân-ı Kerim’in özünü verecek derinliğe sahip olan Fâtiha Sûresi’nin âyetleri bir “Havf ve Recâ: Korku ve ümit” haritası çizmektedir. Bu durum aynı zamanda bir mü’minin içinde bulunması gereken ruh hâlini de ortaya koymaktadır.

Fâtiha, kalpleri açan, yüreklerin fethine sebep olan ve gerçek fetihleri ifade eden mânâ derinliğine sahip ön sözlerin en güzeli, en mükemmelidir. Âdeta Kur’ân’ın bir hülâsası ve mü’mini uzun bir yolculuğa hazırlayan açılış manzûmesidir.

Rabbimizin huzuruna durduğumuz beş vakit namazımızın her rekâtında okuduğumuz bu sûre, bizim nasıl bir ruh hâli içinde olmamız gerektiği hususunda bize rehberlik etmektedir. Günde onlarca defa okunan bu âyet-i kerimelerin bize vereceği mesajlar, tekrarı kadar önemlidir.

“Hamd, Âlemler’in Rabbinedir.”

Her kıyamda duruşumuzda hamd içinde olan bir kul olmak, Rabbimizin bütün nimetleri karşısında şükür hâlinde olmak ve O’nu senâ etmek sağlam bir ruh hâli taşıyan mü’minin işidir. Hamd şuurunu taşıyan bir mü’min, îman kıvamında belli bir noktaya gelmiş demektir. Çünkü Rabbimiz, insanın “çok az şükreden bir varlık” olduğunu farklı âyet-i kerimelerde ifade etmiştir. Dolayısıyla hamd ve şükür şuuru taşımak, mü’min için güzel bir seviyedir. İşte Fâtiha Sûresi’nin ilk âyeti bir yönü ile bize bunu öğretmektedir.

“O, Rahman’dır, Rahîm’dir.”

Bu âyet-i kerime bir “recâ: ümit” ifadesidir. Rabbimizin bu dünyada bütün yaratılanları içine alan engin merhameti, ve âhiret hayatında mü’minlere tahsis edilmiş husûsî rahmet ve şefkatine vurgu yapılmaktadır. Mü’min, Rabbinin “er-Rahman” ve “er-Rahîm” sıfatlarının farkına vararak afv ve mağfiret nimetine muhatap olma ümidi içinde olmalıdır. Çünkü Rabbimizin merhameti, gazabından fazladır. O’nun şefkati, gazabına gâlip gelmeseydi, dünya üzerinde işlenen bu kadar mâsiyete karşı dünya ve içindekilerin çoktan helâk olması gerekirdi.

Allah, kullarına karşı her zaman merhametli ve şefkatlidir. Bu durum, gerek âyet-i kerimelerde, gerekse hadîs-i şerîflerde defaatle geçmektedir. Onun için hamd ve şükür ile teslimiyet gösteren insan, başına ne gelirse gelsin yahut ne gibi hatalar yaparsa yapsın, Âlemlerin Rabbinin sonsuz merhametinden ümidini kesmemelidir.

“O, din gününün sahibidir.”

Bu âyet-i kerime ise, bir “havf: korku” ve teslimiyeti ifade etmektedir. Dünya hayatında amellerinde serbest olan herkes, netice itibariyle istediği gibi davranabilir. Ancak Allâh’ın insana verdiği ömür sermayesi tükendiğinde dönüş O’nadır. Kâinâtta devam etmekte olan ilâhî emir gereği bütün canlılar, O’ndan geldiği gibi, yine Ona dönecektir. İşte insanın susup amellerinin konuştuğu, elinin, ayağının, gözünün, kulağının yaptıklarını bir bir saydığı mahşer ânı”nda, tek söz sahibi Allah’tır.

Her şeyin apaçık ortaya konacağı, herkesin hak ettiğinin karşılığını alacağı, kimsenin en küçük bir zulme mâruz kalmayacağı o günün dehşeti, bütün ruhlarda yankılanmaktadır. İnsana o gün “Oku kitabını! Bugün nefsin sana yeter!” denildiği gündür. Söz ve hükümranlık, sadece Allâh’ındır. İnsanın korku ve dehşetten gözbebeklerinin yerinden fırladığı, ümitlerin tükendiği, şefaatçilerin arandığı dehşetli bir gündür. Annenin evladından, hanımın kocasından kaçtığı ve herkesin kendi derdine düştüğü korku dolu bir gündür.

Bu dehşetli günün azabından korunmak için Allâh’a yakınlaşmanın tek yolu, O’na büyük bir tâzimle kulluk etmek ve sadece O’ndan yardım istemektir. Bu da mü’mini, yine “havf” ve “recâ” duygularına götürmektedir. İbadet recâya, istiâne yani yardım istemek ise havfa işaret eder. Başka bir bakışla da ibâdet, havfın; yardım talep etmek de ümidin yansımasıdır.

“Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım isteriz.” âyet-i kerîmesini terennüm eden kul, böylece acziyetini itiraf eder. Bu korku ve ümit arasında olan mü’min sonraki âyet-i kerimeyle Rabbinden bir hidâyet talebinde bulunur. Çünkü bu isteğinin zemini olacak bir kulluk şuuruna ermiş ve o kulluğu yerinde getirmiştir. Doğru yola sevk etme duâsı da kulun en ehemmiyetli isteğidir. O doğru yol, peygamberlerin, sâlihlerin, sâdıkların yoludur. O doğru yol, Hazret-i Peygamber Efendimizin yoludur. Mü’mini âhirete en güzel bir şekilde götürecek ve Rabbinin huzuruna aydınlık bir yüzle çıkaracak yoldur.

Mü’min, “sırat-ı müstakîm” ile Rabbinden “hidayet üzere” olmayı isterken, diğer taraftan da havf duygusu ile “Allâh’ın gazabına uğramış ve sapıtmış kimselerin yolu”ndan farklı bir yolu murad etmektedir. Çünkü bu sapık yol, insanı, ebedî felâket ve hasret yurdu olan cehenneme götürmektedir.

Fâtiha Sûresi’nin âyetleri arasında, her gün her namazın her bir rekâtından dolaşan mü’min, aslında Rabbine karşı ümit ve korku dalgaları arasında gidip gelmektedir. Böylece Allah, her an mutlak kudretini, her şeyin sahibi oluşunu, hesap gününü, rahmetinden ümit içinde olurken azabına düşmemeyi, geçmişteki insanların seçmiş olduğu iki farklı yolu ve sonuçlarını haber vermekte; tek çıkar yolun, sadece ve ancak kendisine kulluk olduğunu hatırlatmaktadır. Rabbimiz, bizi, bu ilâhî hakikatleri gereği gibi anlayıp hayatını buna göre tanzim eden hidâyet ve istikamet ehli kullarından eylesin; gazabına uğrayıp dalâlete düşenlerden değil!.. Âmin.

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle