Her ismi ile ayrı ayrı tecellîler ihsân eden yüce Hak, bir kısım kullarını, “Vehhâb” ism-i şerîfinin bir tecellîgâhı kılmıştır.
Vehhâb...
“Hiç karşılık beklemeden, bol bol veren.”
Ne şefkatli, ne şerefli, ne olağanüstü bir isimdir bu! Allah Teâlâ, bu ismiyle tecellî edince kuluna, ne olur dersiniz? Hiç şüphe yok ki, o kul, âşıklardan olur. Hiç karşılık beklemeden vermek, yalnızca âşıklara mahsus değil midir? Ve en güzel âşık, Allah'tan başka kimdir? En vefâlı, en sabırlı, en fedâkâr tek âşıktır O!
Bu ismiyle tecelli eder de kuluna, o kulda “ben” kalır mı? O kulda beklemek kalır mı? O kulda istemek kalır mı?
İşte o nasipli zümre, “hiç karşılık beklemeden, sadece veren” olma nimetine ulaşmıştır. Nesi varsa “varlık” adına, dünyevî hiçbir karşılık beklemeden verir, verir.
Kalbinde Rahmân’ın sevgisi ve hasreti yüklü olan bu güzeller, nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun, vermeye devam ederler. Kimi bir gülümsemeyle, kimi altın ve gümüşle... Kimi ortak olmakla, bir dertlinin derdine, kimi merhem olmakla hastadaki yâreye... Kimi kendi aç iken, bir fakire aş olur; kimi gönlü yanarken, âşığa sırdaş olur...
Kendini unutmuştur hizmet ehli. Kendini, arayınca kendinin bile bulamayacağı bir yerlerde unutmuştur. O, varlığını Yâr yolunda, yok etmiştir.
Söyleyemez, dile gelmez sırrı fakat, öylesine hummalı bir çalışmanın içindedir ki, herkes şaşar hâline.
Hizmetkârın işi, efendisine itaattir. Hizmetkârın tek sevinci, efendisine hizmet etmektir. Kendisinden hoşnut olduğunu bilse yeter; mutlu edebildiğini bilse yeter ona... Efendisi, râzı olsun yeter. Öyle bir hâldir ki hizmet ehlininki, herkes çözemez, herkes anlayamaz.
“Vehhab” isminin nûruna erdirilmiş o hizmet gülleri, câhillerin sû-i zannına pek sık muhatap kalırlar. Moda tabiriyle, enâyidir onlar. Ya da mutlaka bir çıkarları vardır bu işte...
“-Olamaz canım, mümkün müdür hiç, bıraksın da kendi işini, hem de hiçbir karşılığı olmaksızın, hayır için koştursun!”
Her türlü değeri, para karşılığında satmaya alışmış olanların, farklı bir açıdan bakmaları beklenemez elbet. Ama varlığından sıyrılıp, Sevgiliyle dolmuş olanlar için, sadece basit bir oyuncaktır para ve benzerleri.
Hem ne kıymeti kalır ki altının ve mercanın, Sevgiliye feda edilmedikten sonra...
Mevlânâ olmaktır hizmet... Şems’in hasreti ile Şems’ler Rabbine müştâk olup, yanmak, yanmaktır.
Eğrisini getirdikten sonra odunun, ne kıymeti kalır ki dervişliğin... Yunus olmaktır hizmet. Dergâha her biri birbirinden düzgün odunlarla gelmektir. Bilmeden, sormadan, sadece vazifesini yapmak ve öylece ermektir.
“Ölümsüzlük sırrına ermektir” hizmet. Bir hoş sadâ bırakıp da gitmektir. Lâkin, hizmet erlerinin derdi ölümsüzlüğe değil, Sevgili’ye ermektir. O kadar ki, “Cennet ve cehennemi yaratmış olmasaydım, bana kul olmayacak mıydınız...” sitemiyle gönülleri titrer de, içli bir haykırışla:
“-Ne cennet, ne cehennem, ben yalnız Seni isterim!” der, ağlar, ağlar onlar...
Akıl kafesinden kurtulamamış akılsızlar, anlar mı bu hâli? Dünyevî çıkarın da ötesinde, uhrevî bir çıkar düşüncesi dahî taşımayan âşık gönülleri, anlayabilir mi akıl esirleri?
Hele ekonomik olarak büyük sıkıntıların yaşandığı günümüzde, bir insanın, kendi ihtiyacını unutup da, varlığını başkalarına vakfetmesi, aklın ötesinde bir sırdır. Aklın çözemeyeceği, aklın eremeyeceği bir sır...
Sidretü’l-müntehâ’da, Cebrâil aleyhisselâmın Habîbullâh’a fısıldadığı sır...
Cebrail aleyhisselâm:
“–Bana buradan ileriye yol yok, geçersem, yanarım” dediği zaman, Allah Rasûlü:
“–Ya buradan ileriye nasıl geçilir?” diye soruyor, Cebrâil de, Allah’ın izniyle cevaplıyordu:
“–Aşkla...”
Hizmet, akıl işi değil, gönül işidir hâsılı... Âşıkların şüphesi yok! Kul bilmezse Hâlık bilir. Zaten Âşıkların, kullara arz-ı hâl eyleme derdi de yok. Onlar sadece, Sevgili’nin cemâline kavuşmak derdindedir.
Nerede ki bir hizmet ehli vardır, bilinsin ki orada sevda kokar. Hizmet, aşk sırrının ifşâsıdır...
Aşk sırrına erenler, ihlâs ile her dâim hizmette yarışırlar da, yine de bir benlik duygusuna kapılmazlar. Yarının, yarınki kavuşmanın hasretiyle, bu günü en güzel geçirmenin, hayat nimetini en iyi değerlendirmenin coşkusuyla doludur yürekleri. Bilirler ne yalan olduğunu dünyanın.
Ve vuslat deminde, Sevgili’nin nûru ile mest, uçacak, uçacak, uçacaklar yarın...
YORUMLAR