Aşk odu, evvel düşer ma’şûka, andan âşıka… Fuzûlî
Bir gün Allah dostlarından biri Beytullâh’ın yanından geçerken, bir adamı Beytullâh’ın örtüsüne yapışmış, duâ ederken gördü. Bu adam bir taraftan ağlıyor, bu sırada da:
“-Allâh’ım, ne olur, bana olan sevgin hürmetine beni affet!” diyordu.
Bunu duyan Allah dostu, merakla adamın yanına gitti ve adama:
“-Az önce yaptığın duâyı işittim. Allâh’ın sana olan sevgisinden nasıl emin olabiliyor ve bunun hürmetine Allah’tan af dileyebiliyorsun?” diye sordu. Adam ise, gayet kendinden emin bir edâ ile cevap verdi:
“-Ben O’nu seviyorum ya!..”
Demek ki Rahmân’ın bizi ne kadar sevdiğini anlamanın yolu, kendi gönlümüze bakmaktan geçiyor. Zira gönüllerde aşk odunu alevlendiren, muhakkak ki kâinata muhabbeti ilk eken! Eğer ekin varsa ortada, bil ki, o toprağa bir tohum atan var! Nasıl ki sanat sanatkâra, îcad mûcide işaretse; gönülleri hâlden hâle sevk eden muhabbet de, o gönle Yüce bir Kudret’ten bahşedilen nazara işarettir.
Tabi, ilâhî aşkın gönüllere düşmesi, aslında kulu Hakk’a davettir. Eğer kul bu aşkı sermaye bilir, gönlüne düşen aşkın rehberliği ile uhrevî bir hayata tâlip olur, nefsânî zevklerini, Cenâb-ı Hakk’ın murâdına kurban etmeyi başarırsa, Allah Teâlâ buna karşılık o kulu, daha büyük bir muhabbetle ikramlandırır. Nasıl ki deryada yaşayan bir canlı, aslâ susuz kalamaz ise, o kul da hakikat deryasına dalıp kanamayan nasipdarlardan olur. Mevlânâ Hazretleri buyurur:
“Balıktan başkası onun suyuna kandı. Nasipsiz olanın da rızkı gecikti.” (Mesnevî, I/17)
İşte Cenâb-ı Hakk’ın böyle mânevî derecesi yüksek kulları, aşk yolunda, “suya kanmak yoktur” derler ve ne kadar füyûzâta mazhar olsalar hep daha fazlasını isteyecek bîhudut gönle sahiptirler. Lâkin Hak aşkını, gel-geç sevdalara satanlar, bir bardak su ile doyup, daha fazlasını istemeyen nasipsizler gibi, ilâhî aşk ve feyzin bereketinden nasipsiz kalırlar.
Cenâb-ı Hakk’ın dostu makamına eren evliyâullah hazerâtı, işte hep bu aşkı muhafaza edebilme gayreti ile yaşayanlardır. Nasıl ki nâzenin bir gonca, büyük bir îtinâ ile muhafaza edilirse, gönüllere düşen ilâhî aşkın da itina ile muhafazası lâzımdır. Çünkü o bize ait değildir, bizden sudûr etmemiştir. Demek ki bizleri bu aşkla bir merzuk kılan var! Demek ki bu aşkı gönüllere bir emanet eden var!
O hâlde bu emanet, kıymetini bilenlerde bâkî olacak ve kıymetini bilenleri bâkî kılacak! Bu aşk, onu tercih edenleri ve bu aşkın odunda yananları kemâle taşıyacak, kemâle kanat açanları kâmil ve mükemmil kılacak!
Gönüllerine verilen bu emanetin kıymetini bilemeyenlerin ise, emaneten verilen bu muhabbeti, veren Kudret tarafından kesilecek... O hâlde; fedâ edip, dünü, günü, aşk bahrine dalanlara, derûndaki muhabbeti aşk bahrine salanlara; kesretten vahdete, benlikten hiçliğe erip Dost’un Dârüsselâm’ına girenlere selâm olsun. Bir damlayı, bî-hudud derya kılanlara, Mâşuk’unu aziz bilip, O’ndan gayrısından geçerek vuslat sarayına eren âşıklara selâm olsun!..
YORUMLAR